Röportaj 16.06.2017 03:00

​Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç "Felsefesiz eğitim olmaz"

​Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Alparslan Açıkgenç

“Eğitim felsefemizde üniversitelerin yeri, bilimin gerçek anlamda temellendiği dünya görüşümüzün bilgi ve bilim geleneğidir. Eğitim sistemi, eğitim felsefesine göre kurulacağından üç temel kurumdan oluşacaktır; ilk, orta ve yüksek öğrenimdir. İlköğretimden sonra ortaöğretimde, dünya görüşümüz içerisinde bilgi anlayışımıza tekabül etmektedir ki buna “bilgi zihniyeti” diyebiliriz. Bu aşamada artık matematik, fizik, fen, biyoloji ve sosyal bilgiler gibi dersler öğrencinin muhakeme kabiliyetini tahrik edici nitelikte verilmelidir. Öğrenci bu aşamada bilgi, bilim, usul, nazariye, hikmet, hakikat ve varlık gibi kavramların bilim geleneğimiz içerisinde oluşturduğu ilmî yapıyı elde edebilmelidir.”

KİMDİR?

1952 yılında Erzurum’da doğdu. Lisans eğitimini 1974 yılında Ankara Üniversitesi’nde tamamladı.  Yüksek lisansını 1978 yılında Wisconsin Üniversitesinde, doktorasını 1983’te Chicago Üniversitesinde yaptı. 1983 yılında ODTÜ Felsefe Bölümünde göreve başladı. 1984’te yardımcı doçent, 1987’de doçent ve 1993’te profesör oldu. 1985’de Chicago Üniversitesinde, 1995-1999 arasında Malezya Milletlerarası İslâm Düşüncesi ve Medeniyeti Enstitüsü’nde vazife yaptı. Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli oldu.

Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli  öğretim üyesi Prof.Dr.Alparslan Açıkgenç ile eğitim kurumlarının yapılandırılmasında üniversitelerin yeri ve işlevi başta olmak üzere ilköğretim, ortaöğretim ve üniversite meselesini konuştuk. Daha önce gazetemizde yayınladığımız Prof. Dr.Niyazi Kahveci’nin “Felsefe Üniversitesi Kurulmalı” teklifini desteklediğini belirten Profesör Açıkgenç, “Eğitimi ilk, orta ve yüksek eğitim olarak üçe ayırmak en basit ve uygun bir sınıflamadır. Bilgiyi de dünya görüşümüzün zihnimizdeki oluşum sürecine göre üçe ayırmak mümkündür.” Profesör Açıkgenç, çalışkan, sempatik, ilmi olgunluğu üzerinde taşıyan bir profil çiziyor. Açıkgenç’le yaptığım bu ilginç sohbetle siz aziz okurları baş başa bırakıyorum. 

Değerli hocam söyleşimize önce eğitim meselesiyle  başlayalım dilerseniz?

Ülkemizin eğitim öğretim sisteminin düşünülebilecek en üst düzeyde olduğunu ve verilen eğitim kalitesinin arzu edilen en iyi şekilde verildiğini hayal edelim; böyle bir durumda, “en önemli sorunumuz nedir?” diye sorulsa, yine de “eğitimdir” denmeli. Çünkü eğitim, ihmal edilemeyecek kadar hassas ve emin olmayan belirsiz ortamların çalkantılarına terkedilemeyecek kadar hayati öneme sahip bir konudur. Malum, insan hayatı bir bütün olduğundan hayatın her yönüne taalluk eden konular daha önem arz eder. Ancak bazı konuların özel durumları olduğundan bunlar diğerlerine göre öncelik kazanırlar. Bu önceliklerinden dolayı biz onlara ayrı bir önem atfederiz. İşte eğitim, kesinlikle her zaman önceliği olan hayati bir meseledir. Onun için ülke sorunları içerisinde değerlendirilmesi bu açıdan yapılmalıdır. En zor şartlarda dahi ihmali telafi edilemeyecek sorunlara yol açabilir. Dolayısıyla hiç tereddüt etmeden diyebiliriz ki, en önemli ve en öncelikli sorunumuz eğitimdir.

En önemli meselenin eğitim olduğunu söylüyorsun öyle mi?

Elbette. Günümüzde diğer tüm İslam ülkelerinde olduğu gibi ülkemizde de maalesef belirlenmiş bir eğitim sistemi yoktur. Eğitim her seviyede rasgele yapılmakta, eğitim sistemlerinin üretildiği ve geliştirildiği Batı dünyasından ithal yoluyla taklit edilmektedir. Hâlbuki eğitim gibi hassas bir kurum ancak kendi toplumumuzda bizim zihniyetimize uygun bir dünya görüşü üzerine kurulmalıdır ki benliğimizi ve kimliğimizi koruyabilelim. Eğitim kurumlarımız güvenli bir şekilde demirlemişken aniden limanla olan irtibatı koparılarak salıverilen bir gemiye dönüşmüştür. Geçmişle olan tüm bağları koparılmış ve modern bir sisteme geçiş adı altında her gelen rotasını ayrı bir yöne doğru çevirmektedir. Bu yüzden de gemi yani eğitim sistemimiz hiçbir zaman hedeflediği yöne tam olarak yönelememektedir. Burada soracağımız soru, bu yönlendirmenin nasıl yapılabileceğidir.

Eğitimi iyi bir şekilde yapmanın yolu köklü bir eğitim felsefesinden mi geçiyor? Böyle bir felsefe nasıl oluşturulabilir? 

Konu, nihai tahlilde zihniyet ve anlayış meselesi olduğundan en genel zihniyetten eğitimi ilgilendiren en özele doğru hareket ederek bunları eğitim sistemimize yerleştirmeye çalışmalıyız. Şunu hemen belirtelim ki, burada “eğitim” kavramını biraz daha genel anlamda hem eğitim hem de öğretimi kapsayacak şekilde kullanmak istiyoruz. Zaten kişiyi eğitmeyen bir öğretimden bir fayda beklenemez. Bu açıdan ele alırsak, bir eğitim sisteminin üç aşamalı olmasının belli bir epistemolojik temele dayandığını söyleyebiliriz: İlk, orta ve yüksek öğrenim. Bu her üç eğitim aşamasının belli bir zihniyeti kademeli olarak vermeyi hedeflemesi gerekir. 

Bu her üç zihniyeti nasıl belirleyebiliriz? 

Bu soruya vereceğimiz cevap bize aynı zamanda bir çok sorunun cevabını da verecektir: Eğitimin en kapsamlı hedefi nedir? Çok para kazanan insan yetiştirmek mi? Veya insanı bir meslek sahibi yapmak mı? Bu cevapların hepsi, bizce eğitimin amacı için çok yetersiz kalmaktadır. Çünkü gerçek eğitim, iyi ve faziletli insan yetiştirmeyi hedeflemelidir. 

Bu anlayış, eğitim zihniyetlerini en esaslı bir şekilde belirler. Peki, iyi ve faziletli bir insan nasıl yetişir?

İlk önce bilimsel olarak meselelere bakan ve ahlak etrafında temerküz etmiş bir dünya görüşü ile yetişir. O halde ilk aşamada böyle bir dünya görüşü yansıtan derslerden oluşmuş bir eğitimle öğrenci yetişmelidir. Böylece ilk eğitimin ana hedefi belirlenmiş olur: İlköğrenimde öğrenciyi ağır bir ders ve not yükü altında boğmamalıyız. Önemli olan çok şey bilmek değil, insanın bildiği ile ne kadar çok şey yapabildiğidir. İlköğrenimden geçen öğrenci aldığı dünya görüşü ile iyi ve faziletli bir insanın nasıl olacağını ve böyle bir kimsenin nelerle mücehhez olması gerektiğini bilir hale gelmelidir. Böyle bir kimsenin hayata bakış açısı belli olur, hayatta belli bir amacı vardır ve genellikle bu amacını bir mefkûre (ideal) olarak ifade eder. Bu öğrenci şimdi ikinci aşamada bilgi zihniyeti diye tabir edebileceğimiz bir zihniyetin eğitimine hazırdır. Bu zihniyetin elde edildiği aşama orta öğretimdir. 

Öğrenci merkezli bir bilgilendirmemi olmalıdır?

Evet. Burada yetişen öğrenci bilginin önemini ve değerini anlayarak yetiştiğinden sıra, bilgisini sistemli ve bir yöntemle oluşturma becerisini kazanmaya gelir ki bu da “bilim” dediğimiz çok özel ve toplumu yönlendiren bir bilgi türüdür. Yüksek öğrenimde kazanılan ve temeli fazilet olan ilimle yoğrulan bu bilgi öğrenciye bilimsel zihniyeti kazandırır. Artık öğrenci, uzmanlaşma aşamasına gelmiştir ki istediği alanda derinlemesine bilgi elde etmeye hazır faziletli bir insandır. Böylece bizim için uygun bir eğitim felsefesinin ana hatlarını belirlemiş olduk. Şimdi bunu daha ayrıntılı bir şekilde ele almaya çalışalım

Eğitim felsefesi bunun neresinde olacak?

Eğitim felsefesi, genel olarak eğitim sistemimizin kullandığı nazarî bilgilerin bütünlüğüdür. Böyle bir felsefenin dayandığı genel bir zihnî temele ihtiyaç vardır. Bu zihnî temele “dünya görüşü” denmektedir. Eğitim felsefemizin elbette kendi dünya görüşümüz üzerine bina edilmesi gerekir. Böyle bir dünya görüşünde önemli yapılanmalar vardır ve bizim hayattaki uygulamalarımız bu yapılardan kaynaklanır. Burada bizi ilgilendiren hayattaki uygulama eğitim olduğuna göre, bu uygulamanın dünya görüşümüzdeki yapısını bulmamız gerekmektedir. Bu da gayet kolaydır; çünkü eğitim öğretimde esas konu “bilgi”dir. O halde eğitim felsefesi, dünya görüşümüzde “bilgi” yapısına dayanmalıdır. Bu demektir ki, eğitim felsefemiz eğitimin her kademesinde öğrenciye verilecek olan bilgi türünü belirleyip ona göre bir nazariye oluşturmalıdır. 

Çocuğun fiziksel ve zihinsel büyümesine göre eğitim verilmeli değil mi?

Evet. Yaş ilerledikçe olgun bir insan olarak hayata atıldığımızda bize gerekli bilgilerin verilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Ancak bu aşamadan sonra insan soyut bilgileri kavrayacak akli erginliğe gelmektedir. Bu yüzden eğitim, gittikçe bilimsel bir yapıya bürünür ve böylece kişinin dünya görüşünü etkiler ve dünya görüşü artık soyutlaşarak kavramsal bir yapı kazanabilir. Bunun için 14–16 yaş aralarına tekabül eden bu dönemde her türlü ilimden bir derleme ile genel bilgiler verilerek öğrenci bilim eğitimi almaya hazır duruma getirilmelidir. Bu açıdan en hassas konu, dünya görüşümüzü temsil eden bilim geleneğindeki bilim anlayışımıza öğrenci hazır bir duruma getirilmelidir.

Ergenlik durumu nasıl ele alınmalı? 

Ergen bir aklî yapıya sahip olduğumuzdan yüksek öğrenime başlayacak bir durumda bilimsel bilgileri en ince noktalarına kadar elde etmeliyiz. Üniversite eğitiminin ilk basamağını bu öğrenim oluşturmaktadır. Bu aşamada öğrenciye sadece iki yetenek verilirse üniversite öğreniminin birinci basamağı amacına ulaşmış olur: Birincisi, günümüzdeki tüm bilimlerden temsilî genel bilgilerin öğrenciye üniversite eğitiminin ilk iki yılında, kendi seçtiği alanı ile ilgili bilimlerin bilgilerinin de son iki yıllarında verilmesi; ikincisi, bilimlerde kullanılacak olan yöntemin verilmesidir. Bilimsel yöntem (ilmî usul), bir beceri olduğundan usta-çırak ilişkisi içerisinde üniversite eğitiminin ilk yılından itibaren öğrenciye aşılanmaya başlamalıdır. Bu üç bilgilendirme sürecine tekabül eden kavramsal alt yapıları dünya görüşü açısından ve bir kısmını da bilgi yapısında tespit edip bunları tek tek adlandırmamız mümkündür.

Eğitim sistemimiz ahlak ve inanç bütünlüğü açısından nasıl verilmelidir?

Eğitim sistemimizin ilköğrenim aşaması, dünya görüşümüzü öğrencinin zihninde kurmaya yönelik olmalıdır. Bu aşamada ne verirsen sonraki aşamalarda onu biçersin. Ahlâk, inanç ve milli değerler bütünlüğü, bu aşamada düzenli ve anlamlı kavramlar dizisi olarak verilmelidir. Sakınılması gereken en önemli husus, günümüzde olduğu gibi orta öğrenimde verilmesi gereken bilimsel bilginin ağırlığı ile bu yaştaki çocukların ezdirilmemesidir. Bu aşamada yazı yazması öğretilmeli ve okuma en iyi düzeye çıkarılmalı, matematik, fizik, fen, biyoloji ve sosyal bilgiler gibi ağır dersler olmamalıdır. Bunların yerine öğrencinin hafızasını güçlendirici ezberler yaptırılmalı ve muhakeme gücünü artırıcı nitelikte çalışmalara yer verilerek öğrenci sonraki eğitim aşamalarına hazırlanmalıdır. Günümüzde ezbercilik olarak nitelendirilen belli metinlerin ezberletilmesi küçümsenmekte ve sanki öğrenim açısından bunun yanlış bir yöntem olduğu savunulmaktadır. Bu yanlış tutumdan derhal geri adım atmalı ve ezberlemenin orta yolunu seçerek bazı durumlarda ve eğitimin bazı kademelerinde kaçınılmaz olduğunu vurgulamalıyız. 

Üniversite eğitiminde felsefe nerede olmalı? Eğitim felsefemizde üniversitelerin yeri, bilimin gerçek anlamda temellendiği dünya görüşümüzün bilgi ve bilim geleneğidir. Eğitim sistemi, eğitim felsefesine göre kurulacağından üç temel kurumdan oluşacaktır; ilk, orta ve yüksek öğrenim. Üniversitelerin yeri bu sistem içerisinde yüksek öğrenim olduğu açıktır. Ancak üniversite, yüksek öğrenimin ilk basamağını oluşturmaktadır. Çünkü üniversite eğitimi iki basmaktan oluşmaktadır: 1. Bilim geleneği basamağı; 2. Yüksek lisans ve doktoradan oluşan ihtisas basamağıdır. İhtisas basamağında genel bilgiler terk edilir ve çok dar konular üzerinde öğrenci yoğunlaşarak bu alanda sorunlara çözüm bulmaya çalışır. Üniversiteler, en genel anlamda ilmî kurumlar olduğuna göre toplumda ilmin işlevi ne ise bunu üniversitelerin üstlenmesi gerektiği ortaya çıkmaktadır. İlmin yani bilimsel bilginin toplumda gözle görünmeyen bir düzeneği yani mekanizması vardır, bunu ortaya koyabilirsek üniversitelerin işlevini de anlayabiliriz. Bilgi, her ne kadar tek tek bireylerin çabaları ile oluşan bir birikim ise de, bu çabalar birbirine katkıda bulunarak bilgiyi geliştirir.

Toplumsal zihniyet!

Bilgi toplumsal kimliğin oluşmasındaki rolü ve yeri nedir?

Bilginin toplumsal bir kimlik kazanmasını sağlayan bilgi bütünlüğüne zihniyet diyebiliriz. Bir zihniyet belli bir dünya görüşü içerisindeki yapısal bütünlüktür. Zira zihniyetin oluşması, aklın birikim yoluyla elde ettiği bilgilerle mümkündür. Bu bilgiler zihnimiz içerisinde bir bütünlük arz eder ki, buna dünya görüşü diyoruz. Aslında dünya görüşünün kendisi bile bu zihniyetler bütünlüğünün oluşturduğu hayata ve varlığa bakış noktasıdır. Dünya görüşünün bir sistem haline getirilmesi, başlı başına bir bilimin işidir ve bu bilim de “felsefe”dir. O halde felsefi sistemler, tamamen bilimsel bilgilerdir. Zihniyetler ise, bilimsel bilginin toplumsal düzeye çıktığı düzlemdir. Toplumda genel geçerlilik kazanan sadece bir dünya görüşü olur ki, buna “toplumsal zihniyet” diyebiliriz. Toplumsal zihniyet, bir toplumun çoğunluğuna hâkim olan dünya görüşüdür; yoksa bir toplumda her zaman birden fazla dünya görüşleri vardır. Bunlar arasında bir etkileşim olabilir; ancak bunların hepsi toplumsal zihniyetin, değişen oranlarda etkisi altındadırlar. İşte toplumda genel geçerliliği olmayıp belli şahıs veya grupların kabullendikleri diğer dünya görüşlerine “ferdi zihniyetler” diyebiliriz.

Çocuk pedagojisi önemli!

Eğitim çocuk pedagojisine göre mi verilmeli?

İlk önce dünyaya yeni geldiğimizde bebeklik ve çocukluk yıllarımızda basit ve günlük yaşantı için gerekli bilgileri elde ederiz. Çevremiz, ailemiz ve ilk aldığımız eğitimimiz bize bu gerekli bilgileri değerler çerçevesinde sunar; böylece tabir yerinde ise 1-5 yaş arası kabaca elde ettiğimiz bilgiler, ilk öğrenim sayesinde 6-13 yaş arası biraz daha kavramsal düzeyde zihnimizde yer etmeye başlar. Aslında bu yaşa gelinceye kadar dünya görüşümüzün temel kavramları ve genel mefkûresi verilmelidir. Çünkü bu tür hayatî önem arz eden inanç ve değerler sistemi bu yaştan sonra verilirse etkileri kalıcı olamaz. Onun için dünya görüşünün hassasiyeti açısından ilköğrenimin keyfiyeti ayrı bir önem arz etmektedir. Bu yaşta boş ve öğrencinin özellikle hayatı anlama çabalarında işe yaramayan bilgiler verilmemelidir. Çok çeşitli ders olmamalıdır ki öğrenci, zamanını hayatı anlamaya, basit düzeyde düşünmeye ve kendine mefkûre çizmeye harcayabilsin.

Üniversite eğitimi nasıl olmalı?

Bilimsel bilginin ve sistemin incelendiği ve üretildiği kurumlar üniversiteler olduğuna göre: “toplumda oluşturulan bilgi düzeneği sayesinde fertlerin zihniyet ve dünya görüşlerini bilimsel açıdan şekillendirmek.” Fakat yanlış anlamayalım, üniversitelerin amacı ve hedefi bu değildir; “ilmin amacı hakikat olduğuna göre, üniversitelerin amacı da hakikatin peşinde ilmen koşmaktır.” Eğer üniversitelerin amacı, fertlerin zihniyet ve dünya görüşlerini bilimsel açıdan şekillendirmek olsaydı, toplum mühendisliği denilen kötü bir yapılanma ile insanlık felakete bile sürüklenebilirdi. O halde “işlev” ile “amaç” ayırt edilmelidir. Şayet işlev, amaç yerine konursa üniversitelerin bilimsel yapısı zedelenmiş olacaktır. Üniversite eğitimin hayata atılan aşamasını temsil ettiği için eğitimde geliştirilen tavırlar, eğilimler, bilimsellik anlayışı ve toplumun aydınlatılması gereken hususlar en etkin bir biçimde yansımalıdır. Aslında üniversiteler bu işlevin topluma yansıtıldığı kurumlardır.