​AB – QUO VADIS?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Avrupa Birliği bir soğuk savaş projesi olarak siyasi bir temele dayanır.

Polonyalı romancı Henryk Sienkiewicz’in ödüllü romanı Quo Vadis’i okumayan edebiyat meraklısı azdır. Yeni Ahit’te (Muharref İncil) geçen Latince bir tamlama olan “quo vadis” “nereye gidiyorsun?” anlamına gelir. Bugünkü siyasi ve iktisadi keşmekeşte AB’nin içinde bulunduğu trajikomik durum da, bize bu soruyu sorma hakkı vermektedir.

Avrupa Birliği bir soğuk savaş projesi olarak siyasi bir temele dayanır. O da, adeta düşman kardeşler olup birbirinin kanına ekmek doğramış olan iki ülke Fransa ve Almanya’nın barıştırılması ve bu ana çekirdek etrafında Komünizme karşı bir duvar örülmesidir. Tarihsel olarak, kıta Avrupa’sının belki de bin yıllık bir rüyası olan “tek devlet tek Avrupa” idealinin hayata geçirilme çabasını temsil eder. Öyle ki, Roma İmparatorluğu’ndan sonra İmparator Şarlman’ın (ki hem Almanların hem de Fransızların ortak hükümdarıdır), Kanuni devrinde İmparator Şarlken’in, ihtilal sonrasında Napoleon Bonaparte’ın ve ikinci savaş sırasında Adolph Hitler’in ortak hedefi de “tek devlet tek Avrupa” idi. İktisadi açıdan Avrupa Birliği nihai olarak bir ekonomik birliğe dönüşmeyi hedefleyen bölgesel entegrasyon projesidir. Ekonomik birlik kabaca, her türlü mal ve hizmet ticaretinin, başta emek ve sermaye olmak üzere her türlü faktör ve enformasyonun ülkeler arası dolaşımının serbest olduğu ve üye ülkelerin ortak ve tek merkezli gümrük, maliye ve para politikaları uyguladığı en ileri entegrasyon biçimidir. 

Bir ekonomik birlik aslında çok daha büyük bir bölgesel devlet gibi de algılanabilir. Küreselleşmenin yarattığı tehditler milli devletleri farklı şekillerde bölgesel ittifaklara girmeğe mecbur bırakmaktadır. Ancak her entegrasyon türünde başarı için gerekli olan şartlar bulunmaktadır. Bir ekonomik birliğin başarılı olması için öncelikli şart ortak para politikası ile eş anlı olarak ortak maliye politikasının da uygulanmasıdır. Yani, herkesin anlayabileceği bir şekilde, Avrupa Birliği’nin her ülkesinde tek para (Avro) kullanılacak ve yine Avrupa Birliği’nin her ülkesi Brüksel’deki Maliye Bakanına bağlı olacaktır. Örneğin Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’ın kaldığı saraylar için verilen ödenekler Brüksel tarafından belirlenecek, Alman Başbakanı Merkel’in seçimlerde yapacağı vaatler ancak Brüksel’in onayıyla gerçekleşebilecek ve hatta İngiliz Kraliçesi’nin Thames Nehrindeki kuğularının yem ve bakım parası da Brüksel’den tayin edilecektir. Hangi Alman, Fransız veya İngiliz Başbakanı bunu kabul eder? Hiçbiri. Zaten de kabul etmediler.

Peki sadece parasal birlik gerçekleşirse ne olur? Her ülke farklı maliye politikasına ve farklı gelişmişlik düzeylerine sahip iken emek ve sermayenin ülkeler arası hareketliliği serbest bırakılıp hepsi aynı para birimini kullanır hale gelirse, her şeyden önce ülkeler arasında faiz farkları çok az olacaktır. Avro Faiz’i uzun dönemde bütün Avrupa ülkelerinin sermaye verimliliklerinin ortalaması kadar olacaktır. Bütün Avrupa Birliği’nde farklı teknolojilerdeki ülkelerin üretimde verimlilikleri de farklı olacaktır. En yüksek teknolojili ülke olan Almanya ile en düşük teknolojili ülke olan –örneğin- Yunanistan’da yatırımlar hemen hemen aynı faiz oranlarından değerlendirilecektir. 

Bu durumu bir örnekle anlatalım. Avrupa Birliği’nde diyelim ki Avro faizi %2 olsun. Avro cinsinden sermayenin getirisi Almanya’da ileri teknoloji sebebiyle % 4, Hollanda’da %2 ve Yunanistan’da ise % 0,5 olsun. Yatırımlar ve sermaye Avrupa’nın fakir bölgelerinden (örneğin Yunanistan) Almanya’ya akacaktır. Zengin daha zengin olurken fakir daha fakir olacaktır. 

Avro’nun değeri yine Almanya gibi yüksek teknolojili ülkeler tarafından yukarı çekilirken, bu durum, düşük teknolojili Yunanistan gibi ülkelerin Almanya karşısında ciddi cari açık vermesine sebep olacaktır. Eğer ortak bir maliye politikası uygulansaydı, zengin Almanlardan toplanan yüksek vergiler cari açık veren düşük gelişmişlik düzeyindeki Yunanistan gibi ülkelere dağıtılacaktı. Böylece ülkeler arası gelir ve servet dağılımı nispî olarak daha eşitlikçi olacaktı. Ancak durum tam tersidir. AB mevcut yapısıyla zenginlerin fakirleri sömürdüğü, ülkeler arası eşitliğin gitgide bozulduğu, müflis bir projedir.

AB bundan sonra nereye gider? Ülkeler arası ticaretin engellenmesi Dünya Ticaret Örgütü’nün yaptırımları yüzünden pek mümkün değildir. Ancak Avrupa’da yükselen milliyetçiliğin ana hedefi olan tek para sistemi ve emeğin serbest dolaşımı mevcut durumda sürdürülemez. Önümüzdeki on yıl içerisinde Avrupa Birliği, Avro’nun yanında her ülkenin kendi milli parasına sahip olduğu ve emek hareketlerinin sınırlandırıldığı bir genişletilmiş Gümrük Birliği konumuna geri dönecektir. Bu da, Türkiye ve Brexit sonrası Birleşik Krallığın statüsünün bütün Avrupa Birliği’nde geçerli olması anlamına gelir.