ABD'NİN GERİ DÖNÜŞÜ, AVRUPA'NIN KABUSU VE TÜRKİYE'NİN SEÇİMİ

Faruk AKTAŞ 26 Oca 2023

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
Doğru olan, ABD'nin Rusya-Ukrayna savaşının bu yıl da devam etmesini istediğidir.

ABD Genelkurmay Başkanı Orgeneral Mark Milley’in “Rusya-Ukrayna savaşının bu yıl da devam edeceğini” açıklaması, Almanya’nın Ukrayna’ya Leopard tankları gönderilmesine onay vermeye zorlanması, Rusya’nın asker sayısını 1,5 milyona çıkarma kararı, İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelikleri kapsamında yaşanan gelişmeler ve Batı medyasında Türkiye seçimlerine yönelik olağanüstü ilgi…

Tümü bir hafta içerisinde yaşanan, her biri başlı başına oldukça önemli ama aynı zamanda birbiriyle ilintili, ilişkili konular.

Ayrıntılarında boğulmadan bunların neye tekabül ettiğini ve Türkiye’deki seçimlerle ilgisini anlamaya çalışmakta hayati önem var.

Zira bu gelişmelerin dünyanın büyük bir felakete doğru götürülüşünün ayak sesleri olduğu, Türkiye’nin de bu felaketin içerisine çekilmek istendiği kanısındayım.

Birincisinden başlayacak olursak…

Orgeneral Milley’in, Almanya'da ABD'ye ait Ramstein Hava Üssü'nde düzenlenen ve Ukrayna'ya desteğin ele alındığı Ukrayna Savunma Temas Grubu Toplantısı sonrasında ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile gazetecilerin sorularını yanıtlarken verdiği yanıt uluslararası basında bir “öngörü” olarak yansıtıldı.

Kesinlikle değil.

Doğru olan, ABD’nin Rusya-Ukrayna savaşının bu yıl da devam etmesini istediğidir.

Söz konusu toplantı da Ukrayna’nın bu savaşı sürdürmesini sağlamaya yönelik bir toplantıydı.

Şayet Ukrayna direnmeye devam edebilirse ABD’nin arzu ve isteği gerçekleşmiş olacak.

Ancak ABD’nin arzusu savaşın Ukrayna ile sınırlı olması değil.

Ukrayna’daki yangının kıvılcımlarının bir şekilde Avrupa’ya sıçraması.

Bunun için Avrupa’nın çeperindeki otlar tutuşturulmaya uygun hale getiriliyor.

İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya dâhil edilmeye çalışılması da geçtiğimiz hafta Austin ve Milley’in katıldığı toplantılarda Almanya’nın Ukrayna’ya Leopard tankları gönderilmesine onay vermeye zorlanması da bu çabaların bir ürünüydü.

Beş saati aşkın süren toplantıda bir sonuç çıkmadıysa da sonrasında devam eden baskılar sonucu hafta başında Berlin geri adım attı ve buna onay verdi.

Geçtiğimiz aylarda kısmi seferberlik ilan eden Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu gelişmelerin ardından tarihi nitelikte bir karar aldı.

Rusya, yaklaşık 750 bin olan asker sayısını iki katına, yani 1,5 milyona çıkaracağını açıkladı.

Tüm bunlar, Avrupa’nın adım adım Rusya ile kapıştırılmaya götürüldüğünün işaretleri.

Rusya da, Avrupa ülkelerinin tümü de bunun farkında.

İsveç ve Finlandiya böyle bir kapışma sürecinde NATO bünyesinde ABD’nin kanatları altında olma arzusunda.

Çırpınışları da bununla ilgili.

Kimileri, habis ruhlu bir kişiye Kur’anın yakılmasına izin verilmesini, İsveç’in NATO’ya girmek istememesine ve bahane üretme çabasına yoruyor.

Hiç, aynı kanaatte değilim.

Aksine eş zamanlı olarak başta Türkiye olmak üzere İslam coğrafyası ile Avrupa’nın arasının daha da açılmaya ve aynı zamanda Avrupa ülkelerinin içlerinin karıştırılmaya çalışılmasının planları bunlar.

Malum, hemen ardından İsveç’teki olayın bir benzeri Hollanda’da yaşandı.

Yani, ülkelerle birlikte toplumlar da gerim gerim gerilmeye çalışılıyor.

MACRON VE SCHOLZ’UN CILIZ VE ETKİSİZ ÇABALARI

Bu, ABD’nin Avrupa ve tüm dünya için hazırlayıp uygulamaya koyduğu bir felaket senaryosu.

Joe Biden ile birlikte “Derin ABD”nin Beyaz Saray’a oturmasıyla başlayan bir süreç.

Bunun sloganı da Biden’ın seçim sloganı olan “ABD’nin geri dönüşü.”

Ukrayna savaşı bunun ilk adımı.

Bu savaş bir şekilde Avrupa’ya sıçratılacak.

Tüm Avrupa, Rusya ile devasa bir kapışmaya tutuşturulacak.

Avrupa ve Rusya bu kapışma sonucunda büyük bir çöküş yaşayacak.

Ve 2024’te başkanlık seçimleri öncesi ABD, ikinci dünya savaşında Japonya’yı atom bombasıyla vurması gibi fiilen devreye girerek savaştan bitap düşmüş Rusya’ya son darbeyi vurup büyük zaferini ilan edecek.

Bu süreç ve zafer tüm Avrupa’yı tamamen ABD’nin hegemonyasına sokacağı gibi, ABD’nin en büyük rakibi olan Çin’e de büyük bir ders olacak.

Kimse ABD’nin korkusundan Pekin ile iş birliği yapmaya cesaret edemeyecek.

Ve giderek gerileyen ve yalnızlaşan Çin, ABD için tehdit olmaktan çıkacak.

ABD, bu planı tek başına yapmıyor.

En büyük destekçisi İngiltere.

Londra başından beri Washington ile birlikte Ukrayna savaşının en büyük destekçisi.

İngiltere, bu savaştan en az etkilenecek Avrupa ülkesinin kendisi olacağını biliyor.

Ve ABD ile birlikte zafere ortak olup savaş sonrası Avrupa’nın süper gücü olmanın hesabını yapıyor.

Berlin de Paris de bunları görüyor.

Almanya’nın Leopard tanklarına onay vermemek için direnmeye çalışması da Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un zaman zaman, “Avrupa’nın ABD’nin güdümü dışında kendisine yeni bir yol bulması gerektiği” yönündeki çıkışları da bu yüzden.

Macron da Scholz da tehlikeyi görüyor ancak her ikisi de ABD’ye karşı yeni bir Avrupa oluşturabilme kabiliyetinden de siyasi desteğinden de yoksun.

İstemeye istemeye kendileri için yıkım getiren bu sürecin parçası olmaktalar.

TÜRKİYE’NİN TERCİHİ: SAVAŞIN BİR CEPHESİ YA DA BARIŞ UMUDU OLMAK

Gelelim tüm bu gelişmelerin ve sürecin Türkiye ve Türkiye’deki seçimlerle ilgi ve ilişkisine.

ABD, bu büyük savaşta Türkiye’yi güney cephe olarak kullanmak istiyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan liderliğindeki mevcut iktidar tüm bu riskleri gördüğü ve de savaşın bir unsuru olmak yerine barış sağlayıcı bir pozisyon oluşturduğu için ABD’nin plan ve hesapları için tehlike olarak görülüyor.

Hatırlayalım CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ABD ziyaretindeki bir açıklamasında ‘Bu savaşta Türkiye’nin Ukrayna’dan yana olması gerektiğini” söylemişti.

Bunun anlamı ABD’nin planlayıp hayata geçirdiği bir savaşa taraf olmak, savaşın bir unsuru, cephesi olmak.

ABD, bunu istiyor.

Muhalefet de “başüstüne” pozisyonunda.

AK Parti ve Erdoğan iktidarda olduğu sürece bunu yapamayacaklarını biliyorlar.

Onun için var güçleriyle muhalefeti destekliyorlar.

ABD ve batı medyası son 15 yıl içinde yaşanan tüm seçimlerde Erdoğan karşıtı pozisyonlar takındılar.

Ancak ilk kez bu denli yoğunlaştırılmış bir karşıt kampanyanın başladığını ve bunun tırmandırılarak süreceğini görmek gerek.

Dolayısıyla bu seçimler çok sayıda unsurun dışında aynı zamanda Türkiye’nin muhtemel büyük bir savaşın cephesi olması ya da kendini bundan sakınarak barış noktasında konumlandırmaya ve dünya barışı için umut olmaya devam etmesi anlamına da gelecektir diye düşünüyorum.