​"AÇ KALAN AÇIKTA KALAN BİZDEN DEĞİLDİR"

Alican DEĞER 19 Haz 2017

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Süleyman Demirel'in ölümünün üzerinden iki yıl geçti.

Süleyman Demirel’in ölümünün üzerinden iki yıl geçti. Hakkında ne düşünürseniz düşünün Türk siyasi hayatında kapladığı yer konusunda kimse tartışamaz. Öyle ya da böyle. Eğer bugün Türk politik hayatının en belirleyici akımı olan “muhafazakâr sağ” diye bir oluşum varsa, onun omurgası Demokrat Parti sonrasında Demirel’in liderliğindeki Adalet Partisi çevresinde güçlenmiştir, varlığını-etkinliğini devam ettirmiştir. 

Demirel hakkında kimi yazarlardan siyasi yorumlar okuyorsunuzdur. Muhabir kökenden gelmeyenleri çok da takılmayın. Onlar kitabi bilgilerdir. Demirel okuyarak tanınacak bir kişi değildi. Onu yaşamak lazımdı. Ben Ankara kökenli bir gazeteci olmadığım için öyle çok çok anım yok onunla ilgili. Ama olanların tam da onu anlattığına inanıyorum.

Yıl 1987. (Demek ki 30 yıl olmuş. Vay anasını) Darbenin üzerinden 7 yıl geçmiş. Yüzde 92 ile kabul edilen anayasaya göre Demirel, Türkeş, Erbakan siyasi yasaklı. Yani aday olamıyor, parti yönetemiyor. Turgut Özal ise Başbakan. Ve tabii bir de Milli Güvenlik Konseyi var. Darbeci generallerden oluşan. Onlardan biri de Cumhurbaşkanı Kenan Evren. Yani anlayacağınız yarı askeri rejim. Neyse o zamanki adıyla “Bir bilen” Demirel ve diğer siyasi yöneticilerin siyasete dönmesi için kamuoyunda yoğun talep var. Özal, yasaklar kalkmasın istiyor. Askerler de öyle. Ve iş referanduma gidiyor.

Demirel’in Bursa’dan başlayıp Muğla’da son bulan referandum gezisini izliyoruz. Bursa’ya bir girişi vardı ki görmeliydiniz. Yanında o zamanlar henüz genç bir iş adamı olan Cavit Çağlar var. Çağlar, Bursalı. On binlerce insan karşılamıştı Demirel’i. O meşhur Samsun plakalı Mercedes’inin üzerinde. Müthiş bir kalabalık. Miting de öyle. 

Neyse Bursa-Muğla arasında konvoy bir dinlenme tesisinde durdu. Yemek yenecek. Ve birden fark ettim ki eski Adalet Partili yöneticiler bağırıyorlar: “Aç kalan açıkta kalan bizden değildir” diye. İlk bakışta şaşırtıcı geldi. Ne yani aç ve açıkta kalanları kabul etmiyorlar mıydı ki? Sonra anlaşıldı. Aslında “Bizden olan aç ve açıkta kalmaz” demek istiyorlardı. İşte Demirel’in yıllarca siyasette var eden temel felsefe aslında buydu.

Yer darlığından sadece bir anı daha: Bursa’da Çelik Palas Otel’de kalıyoruz. Tüm ekip ve basın mensupları. Gazeteciler arasında üslubu ile çok iyi tanınan gazeteci Musa Ağacık da var. Ağacık çok da iyi Demirel taklidi yapıyor. Otelin büyük salonunda akşam yemeği yiyoruz. Musa yerinden kalktı, Demirel’in masasına gitti ve hemen hemen onunla aynı şive ile “Sayın Demirel 141,142 ve163’ün kalkması konusunda ne düşünüyorsunuz?” deyiverdi. (Gençlere not: Bunlar o zamanki TCK’nın komünizm ve dini hareketleri kısıtlayan, cezalandıran maddeleri. Çok insanın canını yakmıştı.) Demirel cevap vermedi. 

10 dakika sonra Musa yine aynı şekilde aynı soruyu sordu. Demirel bu kez baktı ve siyasi yasaklı olduğunu kastederek, “yahu Musa. Bizim g…ze kazık girmiş, sen tenis maçı soruyorsun” deyiverdi.

Son not: O referandumda sadece 75 bin oy farkla “Evet” çıkmış ve siyasi yasaklar kalkmıştı. Sonraları 141,142 ve 163’de kalktı.)

DOMATES STRATEJİK BİR MADDE Mİ?

“Öyle toprağa ektim oldu” olmuyor işte. Emek istiyor. Aslında kökeni pek çok sebze meyve gibi Güney Amerika. Domates ise Perulu. 1900’lü yıllarda ilk olarak Adana’da yetiştirilmeye başlanmış. Yani aslen Perulu ama Adanalı sayılır.

Biz çok severiz. Domatesi, salçasını. Biz severiz de başkaları sevmez mi? Severler ama çok tencere yemekleri yapmadıkları için bizim kadar olamaz diye düşünüyorum.

Rusya ile aramızdaki malum durumun giderilmesinden sonra geriye bir tek “domates sorunsalı” kaldı. Ruslar bizden domates almak istemiyor. Veya kontrollü almak istiyor. Neden? Çünkü kendi çiftçisi tarafından üretilsin istiyor. Bu amaçla çiftçilerine destek kredileri vermişler. Bu kredilerin üretime dönüşmesini bekliyorlar. 

Şöyle diyeyim, Türkiye 80 milyonluk bir ülke. Domates üretimimiz 10 milyon tonun üstünde görünüyor. Ruslar ise 150 milyonluk nüfuslarıyla 3 milyon ton civarında üretiyorlar. Yani ciddi açıkları var. Biz normal şartlarda Rusların domates ihtiyaçlarının yarıya yakınını karşılıyoruz. Yani aslında 80 milyon kişi Türkiye desek, Rus nüfusunun yarısı da 75 milyon kişi etse, biz sırf bu pazarla iki Türkiye boyutunda üretim yapmış oluyoruz. Rusya’ya önceki yılkı satışımızın toplam tutarı 500 milyon doları geçiyor. Anlayacağınız Ruslar bu domates yasağıyla Türk çiftçisine 500 milyon dolarlık bir darbe vurmuş oluyor.

Bu da iki ülke arasında domatesi “stratejik” bir ürün sınıfına yükseltiyor.

Rusya çok sert iklim şartlarına sahip. Güney bölgeleri nispeten daha ılıman. İşte buralara önemli para akıtmışlar. Ama diğer bölgeler bildiğin soğuk. Öyle böyle değil. Eksi 15-30 derece kadar soğuk. Adananın sıcağı nerede, Rusya’nın soğuğu nerede? İşte bu yüzden işleri zor.