​ADRİANA'DAN ASIL DARBEYİ BİZİM MANKEN BOZUNTULARI YEDİ

Alican DEĞER 17 Tem 2017

Alican DEĞER
Tüm Yazıları
Biz Türk erkekleri olarak önce bir Metin Hara'ya bakıyoruz.

Biz Türk erkekleri olarak önce bir Metin Hara’ya bakıyoruz. Boyu boy değil. Ortalama gibi duruyor. Eh tipi de öyle kafayı çevirip baktıracak gibi hiç değil. Parası yok. Veya sınırlı. Nişantaşı’nda orta boy bir dükkân sahibinin kazandığı kadar kazanıyordur herhalde.

Öyle lüks arabalara falan da binmiyor. Müteahhit değil, babası holding sahibi değil, tanınmış politikacı değil. Kısıtlı çevrenin dışında çok bilinen bir yazar da değil. Kendi söylediğine göre puro da içmiyor. Veya yeni moda nargile. 

Bildiğim kadarıyla, gece kulübü kapatmıyor, silahlı korumalarla gezmiyor, kapılarda duran valelere 100’er dolar bahşiş dağıtmıyor.

Gazeteci dövmüyor, fotoğraf makinesi kırmıyor. Tamam biraz “Garip” ama, belki de öbürlerine alışık olduğumuz için bize garip geliyor. 

Yani şöyle bir bakınca hiç de Adriana’yı koluna takacak gibi durmuyor. Bir ona, bir aynaya bakıyoruz. Hafif göbeği, atletik olmayan vücudu ile Vallahi bizim gibi. “Bizim neyimiz eksik arkadaş” deyip dertleniyoruz. 

Yani hasetten öleceğiz anlayacağınız. “Reklam faaliyetleri bunlar” desek, reklam için bile olsa yani, hangimiz reddederiz böyle bir halkla ilişkiler çalışmasını? 

Hangimiz “numaradan” da olsa istemeyiz o tekne üzerindeki pozları vermeyi. Elinizi vicdanınıza koyun cevap verin. Üstelik senede 10 milyon doları aşkın kazanan dünyanın en ünlü top modelinin böyle bir işe girişeceğini söylemek de hiç de makul durmuyor. Diyelim ki reklam çalışması, kaç para verilmiş olmalı?

Bir kez Adriana’nın elini tutup Bodrum sokaklarında şöyle bir yürüdün mü, bundan sonraki 50 yılda çapkınlık alemine kırılamayacak bir rekora imza atmış olursun zaten. Onlarca yıl, “Bu adam Adriana’nın sevgilisiydi. Acaba özelliği ne?” diye düşünecek olan yüzlerce kadının aşırı ilgisi de çabası. 

Hadi biz ortalama Türk erkekleri böyleyiz. Ya kadınlar? Kadınların ise yapacak bir şeyi yok. Biz, Metin Hara’ya bakıp ‘haset’ ederken, kadınların “Aman canım, onun da şurası şöyle” diyebilecekleri hiçbir yanı yok. Yüzü botokstan anlamsızlaşmış, vücudunda bıçak değmemiş tek bir yer kalmamasına rağmen tezgâhta üzerine ışık vurulup sürekli ıslatılarak tazeymiş gibi gösterilen iki haftalık balıklar gibi duranlar ne yapacak?

Koyunun olmadığı yerde Abdurrahman Çelebi gibi davranılanlar, selülitler basmadan birini kafesleme derdine düşenler, yapabildikleri tek şey 10 bin dolara aldıkları marka çantayı sergilemek olanlar ne yapacak?

Anca, Bebek-Etiler arasında ünlü olanlar, geçmişini internetten sildirmeye çalışanlar, paralı erkek peşinde olanlardan bahsediyorum.

Adriana’nın onda biri güzellikte ve profesyonellikte kırıtık selülitli  ”manken tazeleri” zengin sevgili avında Bentleylerden inmezken kadın gönlünün peşinde.

Yani diyeceğim o ki, tamam Adriana Lima biz Türk erkeklerine darbe vurdu. Ama asıl darbeyi kimi kadınlara vurdu. 

ADRİANA’YI NASIL ELİMİZDEN KAÇIRDIK?

Yıl 2004. Kasım ayı. Kuzey yarımkürede kış başlıyor. Ama Rio bahara giriyor. İnanılmaz güzel kumsallar, tropikal iklim, caddelerde eylenen insanlar.

İstanbul kadar güzel, gördüğüm tek kent. İç içe geçmiş melez ırkların yarattığı güzellikler. Herkes rahat.

Bir grup gazeteci, dünyaca ünlü bir lastik firmasının geleneksel olarak hazırladığı takvimin tanıtımı için Rio’dayız. Bütün dünyadan gazeteciler gelmiş. Acayip büyük bir organizasyon yani. 

Rio Kalesi’nde bir kokteyl. (Evet Rio’nun da kalesi var) Gece saatleri. Işıklar loş bir ortam yaratacak şekilde ayarlanmış. Meşaleler falan. Yüzlerce gazeteci ve top modeller. 2005 yılı takviminde yer alan dünyanın en tanınmış mankenleri.

Tabii ki biz Türkler aramızda gruplaşmış bir şekilde duruyoruz. Çevreyi seyrediyoruz. Derken bir grup mankenle tanışmamız gerekti. O zamanlar 20’li yaşlarının başındaki Adriana ile işte o gece el sıkıştım. Belki iki kelime de etmişimdir.

Şimdi anlıyorum ki, o gece Adriana’yı tavlama şansını kaçırmışım. Sadece ben değil. Diğer Türk gazeteciler de öyle. Dünyanın en güzel kadınlarından biri ellerimizin arasından uçup gitmiş. Ahh, şimdiki aklımız olsaydı.

Bana inanmıyorsanız, o gezide olduğunu hatırladığım, Profesör Ali Atıf Bir’e, Bülent Çöltekin’e veya Korcan Karar’a sorun.