​AKİF'İ SEVMEK

Mahmut BIYIKLI 20 Tem 2017

Mahmut BIYIKLI
Tüm Yazıları
Mehmet Akif üzerine talihsiz bir yazı okudum yakınlarda.

Mehmet Akif üzerine talihsiz bir yazı okudum yakınlarda. Akif’e laf söylemek için bir edebi kuşanmak gerekir. Tarihteki şahsiyetlerin arasında ihtilaf bizi takım tutar gibi adam tutmaya itmemeli.  Abdülhamit Han ile Akif arasındaki farklı bakışta bizim illaki birini tutarken diğerine hakaret etmemiz gerekmez. Bizim için ikisi de kahramandır. Farklı yönleri farklı güzellikleriyle ikisi de bizim güzelimizdir. Akif’e Cennetmekan Abdülhamit Han’a muhalif olmasından dolayı hakaret etmek kimsenin haddi değildir. Akif’e ithamlarda bulunmak onu hakkıyla tanıyamamak demektir. Akif’in çok yönlü kişiliği doğru okunamamış demektir.

Mehmet Âkif denilince belki en önce bahis konusu edilmesi gereken onun, Tanzimat sonrası gelişen yeni şiir anlayışının en büyük şairlerinden biri olduğunun neden üzeri örtüldüğü ve çarpıtıldığıdır. Mehmet Âkif, meşrutiyet döneminin en büyük şairlerinden biridir; hamasi, destanvârî şiirimizin zirvesidir. İslâm ve Batı hakkındaki derin bilgisi, kanaatleri, azmi, itidali ile her cenahtan ve her nesilden insanın muhabbet ve hayranlığını kazanmış; şiiri şahsiyetini şahsiyeti şiirini yansıtan ve tamamlayan bir müstesna isimdir.

Bazılarının Mehmet Âkif’i hakiki hüviyetiyle tanıyamaması, onun sanat ve şahsiyetinin sağlam çizgilerini bilmemesi büyük bir eksikliktir. Türk şiirinin bu dâhiyane mert ve mümin sîmâsını hakkıyla tanımak, şiirimizin ve düşünce tarihimizin aydınlık ve ahlâkî geleceği açısından bir zaruret arz etmektedir.

Her büyük şahsiyetin çağına verdiği bir karşılık ve çağından aldığı bir aks-i sadâ vardır. Mehmet Âkif, çağında anlaşılmış, sevilmiş sayılmış ve takip olunmuş bir şairdir. Ne öncesinde ne sonrasında cemiyet meselelerini onun kadar tutarlı ve bütünlük içinde işleyebilen bir şaire rastlıyoruz. Üslûbundaki incelik ve o ferasetli sadelik, ancak, kalbinin dili olmadığı için bîzâr olan, şiiri hayatın kendisi olarak kavrayan, ihlâsın bu en muhkem kalesine nasip olmuştur. 

Fakat Mehmet Âkif’in hayat safhalarındaki hüsran bundan sonraya rastlamaktadır. Millî mücadele sonrasında Cumhuriyetin ilanıyla birlikte şiirin siyasetle kol kola girdiği dönemdeki uzlaşmaz sükûtu, iki niyetli rejim muhiblerini ziyadesiyle ürkütmüştür. Bu ahlâk tanımayan marazî vehim, Millî Mücadeleye bil-fiil katılmış, hayatın hakikatini yüreğinin samimiyetiyle mezc ederek şiir hâlinde eritmiş bu yüce ruhlu insanı, Millî Mücadeleye katılmadığı gibi böyle bir mücadelenin imkân dâhilinde olabileceğine bile ihtimal vermemiş manda-himayeci çift yürekli bir avuç zevâtın hedef tahtası hâline getirmiştir. Ve nihayetinde Türk tarihini, Türk şiirini, 1923’ten başlatma sevdasında düşmüş, redd-i miras etmiş bir zihniyetin, tutarsız, bilgisiz ve haksız çığlıkları, bu gönlü hüzünler kulübesine dönen ince ruhlu asil adamı gönüllü bir sürgüne sevk etmiştir.

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,

Günler şu heyûlâyı da er geç silecektir.

Rahmetle anılmak, ebediyet budur amma;

Sessiz yaşadım; kim, beni, nereden bilecektir...

diyecek tevazuyu hayat edinmiş bir asil ruhun, mukaddes dinini örnek yaşayışıyla taçlandıran, Ahlak ve karakter abidesini öncelikle günümüz aydınlarının doğru okuması iyi anlaması gerekmektedir. Rabbimiz milletimize nice Akif şahsiyetli nesiller nasip etsin etsin. Onu anlamayanlara da hakkaniyet versin.