ANADOLU İRFANI VE İŞ DÜNYASI

Cemalnur SARGUT 10 May 2018

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Bugün köşemizde sevgili öğrencilerimden Ebru Arslan'ın Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Enstitüsü öğrenci kongresinde sunduğu makaleyi paylaşmak istiyorum.

Emine Ebru Arslan’ın “Türk İş Dünyasındaki Değerler Sisteminin Anadolu İrfanı Işığında Yeniden Tesisi” isimli çalışması 18. yüzyıl Sanayi Devrimi ile başlayan ekonomik değişimlerin toplumlarda hem sosyal hem de kültürel önemli dönüşümler yaratmasından başlayan bir serüveni konu alır. Gelişen teknolojiler pek çok alanda hayata konfor katsa da daha rekabetçi, daha bireyci, daha yalnız ve içinde yaşadığı ortamla anlam bağı kuramayan kitleler ortaya çıkardı. Millî kültürler globalleşme adındaki yeni kültürel yapı karşısında mukavemet sınavına girdiler. Sağlam duramayan kültürlerde ahlâkî erozyon yaşanmaya başladı. Gelinen noktada kapitalist yaşam dünya genelinde insanları olumsuz etkilemekte, ayrıca özelde millî kültür ve değerler sistemine sağlam şekilde bağlı olmayan toplumlarda daha ağır ve kalıcı tahribatlara yol açtı. Dünyada konuya ilişkin çözüm arayışları vardır. Ancak değişimin ithal edilmek yerine her kültürün kendi ürünü olarak özgün şekilde ortaya konması gerektiği görünüyor.

Türkiye’de bu değişimi günümüz ihtiyaç ve yaşam koşullarıyla uyumlu ve sürdürülebilir şekilde tesis etmenin tek koşulu Anadolu irfanını anlamak ve günümüze uyarlamaktır. İslâm tasavvufunun kadim öğretisi ve yaşam biçimi toplumumuzda geçmişten geleceğe gidebilecek yegâne sağlam köprüdür.

İngiltere tekstilinde kullanılmaya başlanan buharlı makinalar bugünün dönüşümlerinin başlangıcı olmuştur. Makinalarla birlikte küçük imalathanelerin yerini fabrikalar almıştır. Daha çok ürün daha çok satışı gerektirmiş; daha çok satış için daha çok tüketime yönelmişlerdir. Dönüşümün ikinci evresi üretimin serileşmesi, üçüncü otomasyon ve sayısallaşmasıdır. Nihayetinde 2011 yılında Endüstri 4.0 ile tanıştık. Bu ne demekti? Robotların üretimi devralacağı yeni bir dönem başlıyor demekti.

Adına kapitalizm denilen yeni dünya düzeni, getirdiklerinin yanı sıra götürdükleri özelinde de sorgulanmalıdır. Zira buradan anlaşılacağı üzere kapitalizm yalnızca bir ekonomik sistem değil, insanlığa sunulan yeni bir yaşam modelidir. Kendine ait değerleri toplumlara dayatan bu yeni yaşam modeli ahlâkî sınırlardan âzâde hükümranlığına devam eder.

Türkiye maalesef kapitalizmin yarattığı kültürel ve ahlâkî kaymalardan önemli ölçüde etkilenir. Bu bozulma tarihinde hiçbir zaman kolonileşmeyen ancak gelinen nokta itibariyle Türkiye’ye “neo-kolonize” tanımını yapmak mümkün. Bu bozulmayı toplum geneline yayarak açıklamak daha isabetli. Türkiye çalışma hayatı kapitalist sistemin bizatihi merkezi. Ahlâkî erozyon ve kimlik kaybına en çok şahit olunan mecra. Dolayısıyla odaklanılması gerekiyor.

Günümüz iş dünyası “Çalıyor ama bana kazandırıyor.” diyerek hırsızlığı “kazan- kazan” modeliyle meşrulaştıran insanların vaka-ı adliyeden sayıldığı bir noktaya gelmiştir. Pek çok toplumsal ve manevî değer iş dünyasında geçerliliğini yitirdi. “İşi ehline veriniz” diyen Hz. Peygamber’e muhalif bir çalışma dünyası maalesef artık kabul edilen bir gerçek. Başarının tarifi maaş, unvan ve mevkiden gelen yan faydalar üzerinden yapılıyor. Okumuş ebeveynlerin çoğu çocuklarını karakter değil kariyer merkezli bir eğitime yönlendiriyor.

Diğer taraftan yaşanan tüm gerçeklik her bireyin temiz ve ahlâklı bir çalışma alanı arayışını geçersiz kılıyor. Ancak yaşanan ahlâkî kayıplar çalışma hayatının mecburi kurallarıymış gibi aktarılıyor.

Gelinen noktada, insanlar anlam arayışı ve çelişkilerin içine düşer. Kapitalizmin vaat ettiğinin tersine daha mutsuz ve daha çok arayıştadır. Kapitalizmin tahribatından çıkış yolları yine kapitalizm tarafından üretilemez. Daha büyük ve kârlı işletmelere ulaşabilmek için insanları daha mutlu ve üretken yapmanın yollarını aramak yerine, insanların daha mutlu ve üretken olacakları, zihinsel, ruhsal ve bedensel olarak bütünlük ve ahengi hissedecekleri bir çalışma ortamının yollarını aramak arasında niyete dayalı önemli farklar mevcuttur.

Türkiye’de yüzlerce yıldır üzerine manevî değer tuğlaları örülerek inşa edilmiş olan kültür duvarı önemli bir kesintiye uğradı. Globalleşmeyle dayatılan batı kaynaklı çözümler duvarda oluşan oyukları kapatamadığı için tahribat arttıkça arttı.

Sâmiha Ayverdi’nin deyimiyle Türkiye asırlardır tepesinde, bütün millî, manevî ve tarihî değerlerine hor bakan batının rengi ile öylesine alacalanmış durumdadır ki kendi rengini sorsalar verecek cevap bulamaz. Adeta “elbise giydirilmiş iskeletler gibidir.” Yakışıksız bir ahvalin içinde ve kendi toprağında bir yabancılaşmanın pençesindedir. Yabancı olmak sürekli meydan okunan bir kimliğin ağırlığıyla gezinmektir. Türkiye insanı artık “öteki” muamelesi görmekten kurtulmalı ve kendi “evini” yeniden bulmalı.

Bu nedenle Türk iş dünyası çözümü kendi geleneğinde aramalı çünkü Anadolu irfanının ortaya koyduğu değerler Türk iş dünyasının cankurtaranı olmaya muktedirdir. Yönetim organizasyon alanında üretilecek her türlü bilgi ve oluşturulacak değerler sistemi bugüne kadar maruz bırakıldığı manipülatif ve dayatmacı zihniyetin dışına çekilerek özgürleşebilir.

Tasavvufi anlayışa göre bir niyet hiçbir zaman tahakkuk etmese bile kalp dünyasında vuku bulmuştur ve hakikat sayılır. Çalışmamızın vatana ve millete hayırlı olmasını Allah’tan dileriz, vesselam.