BEYZÂDE ALÂEDDİN VE ABDAL MUSA

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Geçen sene hem Ramazan münasebetiyle hem de İstanbul'un fethi sebebiyle Köse Şeyh ve Cihangir Müridi başlığı altında bir yazı kaleme almış ve Akşemsettin ile Fatih'i anlatmıştım.

Bizde çok bilinmeyen veya resmî tarihçiler tarafından sümen altı edilen tarihi vakalardan birisi de Fatih’in Hocasının bugün bilinen şalvarlı ve sakallı meşayihten olmadığı, aksine heterodoks bir İslam anlayışına sahip olmasıydı. Zaten Akşemsettin’in Hocası’nın da, yani Dilenci Şeyh Hacı Bayram Veli’nin de, kalender meşrep bir şeyh olduğu açıktır. Fatih’in kendisinin de hem diğer bazı Kalenderi Babalarına ki, Otman Baba en meşhurlarıdır, yakınlık hissettiği, hatta Fetihten sonra bugünkü Şehzadebaşı’nda bulunan bir manastırı Kalenderi’lere bağışladığını, bugün de bu yapının Kalenderhane Camii olarak hizmet verdiğini biliyoruz. Kısaca özetlemek gerekirse bugün Alevi adı altında toplanan dergahların köklerinde bulunan Kalenderi Babalarının inanç, erkan ve toplumsal örgütlenme yöntemleri Osmanlının kuruluş ve yükselme dönemlerinde çok etkili bir konumdaydı. Sadece Osmanlılar mı? Anadolu’nun her tarafında bulunan zaviye ve tekkeler, bize, Osmanlılar haricinde diğer Türk Beyliklerinde de Anadolu Erenleri’nin (Abdalân-ı Rûm) önemli manevi ve toplumsal liderlik konumunda olduğunu söylemektedir.

Bugün size Karaman Beyzadesi Alaeddin Gaybî’nin hikâyesini anlatacağım. Alaiye (bugünkü Alanya, DMD) Beyi olmaya namzet, hatta talihi yaver giderse Karaman tahtına bile oturabilecek bir mevkideki genç bir Beyzade’nin, damarlarında kanı deli akarken bir anda her şeyi bırakıp kendisini tasavvufa adaması bugün çok da rastlayabileceğimiz bir vaka değildir. Bundan daha da önemlisi, Beyzade’nin tacı tahtı terk ettikten sonra Türk dilinin en ünlü şairlerinden biri olan Kaygusuz Abdal olması, şiirlerinin yanı sıra geniş hacimli kitaplarıyla da önemli bir tasavvuf yazarı haline gelmesidir. Alâeddin Gaybî’nin Kaygusuz Abdal olması kadar önemli başka bir etken ise, onu Kaygusuz Abdal yapan büyük Alperen Abdal Musa’dır. Öyleyse hikâyemize başlayalım.

GEYÜK DONUNDA GEZERDİM ALEMİ…

Ava, eğlenceye, içki ve savaşa meraklı genç Beyzade Alâeddin Gaybi, Alâiye Kalesi’nden çıkıp nedimleriyle avlanmaya gitmişti. Sürmeli gözlü bir ahuyu gördüğünde bütün maharetiyle ok atmış, ok uçup geyiğin bağrına düşmüştü. Ama geyik öleceğine kaçmaya başlamış, Alâeddin Gaybî de peşinden sürmüş atını… Ormanları geçmişler, sulardan atlamışlar en sonunda geyik ormanın içinde bir açıklıkta yer alan büyük bir dergâhtan içeri girmiş. Genç Beyzade hışımla atını dergâha sürmüş. Dergâhın kapısında çâr-darp yapmış (saçını, sakalını ve kaşını kazıtmış ama bıyıklarını çenesine doğru sarkıtmış) Hayderi Kalenderi dervişleri Gaybî’yi durdurmuşlar. Genç Beyzade hiddetle konuşmuş: “Bu dergâhtan içerü bir ahu girdü. Böğründe benim okum var idü. Ol ahu benüm hakkımdur, tiz getürün!” Dervişler ise öyle bir ahu görmediklerini, eğer birisine soracaksa Baba Sultan’a sorması gerektiğini söylemişler. Alâeddin Gaybî, hışımla atından inip dergahın içine seyirtmiş ve Baba Sultan dedikleri şeyhin yanına çıkmıştı. Şeyh’te dervişleri gibi saçını, sakalını ve kaşını kazıtmış, kefen bezini temsil eden beyaz bir tennure giymiş, uzun beyaz bıyıklarını da çenesine doğru uzatmış bir şekilde sedirde Gaybî’yi beklemekteydi. Beyzade vurduğu geyiği isteyince Şeyh tennuresini sıyırıp bağrından bir ok çıkarıp şöyle demiş: “Baka hele Beyzadem, kaybettüğün ok bu mudur?” Oku gören genç Beyzade, bir anda gerçeği anlamış. Vurduğu geyik, geyik donunda gezen Abdal Musa’ymış. Bu kerameti karşısında Abdal Musa’nın ellerine kapanan Beyzade, derviş olmak istediğini, dergaha kapılanacağını söylemiş, Abdal Musa’dan izin istemiş. Abdal Musa Sultan ise bu yolun Beylik yolu gibi olmadığını, dünyadan vaz geçmeyi gerektirdiğini, bu yolda mülk sahibi olunmayacağını, iktidar ve güç sahibi olunmayacağını ve evlenilmeyeceğini söylemiş. Alâeddin Gaybi bütün bu nasihatlere rağmen kararında diretmiş. Bunun üzerine Abdal Musa dervişlere şöyle buyurmuş: “Eyü, öyle olsun… Götürün Gaybî Bey’i başun tıraş edün…“ 

Alâeddin Gaybî uzun yıllar Abdal Musa’nın yanında hizmet eder. Dervişlik yolunda önemli bir mesafe kat ettikten sonra, Kaygusuz Abdal adını alır. Abdal Musa’ya halife olarak Mısır’a gider. Mısır’da Kahire’de ünlü Bektaşi Dergâhı’nı kurar. Son bir kez daha Elmalı Tekke köyündeki dergaha döner. Abdal Musa Sultan’ı canlarla beraber sırlar, cenaze merasimini yapar. Daha sonra Kahire’ye geri döner ve orada Hakka yürür.

ABDAL MUSA KİMDİ?            

İsterseniz Abdal Musa Derneği’nin internet sitesinde bir alıntı yapalım:

“Aşıkpaşazade Tarihi’nde Abdal Musa’ya ilişkin bilgiler vardır. Aşıkpaşazade, Abdal Musa’yı Hacı Bektaş’ın “müridi”, Kadıncık Ana’nınsa “muhibi” olarak gösterir. Abdal Musa Sulucakarahöyük’te Hacı Bektaş’ın yatırının başında bir süre kalmış, büyük bir olasılıkla Hacı Bektaş Degahı’nı Kadıncık Ana ile birlikte o kurmuş, Orhan Bey döneminde savaşlara katılmış, özellikle Bursa’nın alınmasında (1326) bulunmuş, bir asker üsküfünü başına koyarak geri geldiğinden Bektaşiler’in “Elifi tac”ı böylece onunla gelenekleşmiştir.

Abdal Musa, XIII. yüzyılın son yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısı içerisinde yaşamış olmalıdır. Kaynaklar ve söylenceler O’nun Orhan Bey döneminde yaşadığını ve Bursa’nın alınmasına katıldığını vurguyla belirtirler. Eğer böyleyse Hacı Bektaş’ın son dönemine kavuşmuştur. Bursa ve Orhan Bey zamanına rastlayan dönemiyse O’nun oldukça olgunluk ve yaşlılık dönemi olmalıdır. Yeniçeriliğin kuruluşuna (1363) ya kalmamış olmalı ya da Yeniçeri dönemi savaşlara katılmamış olmalıdır. Bu nedenle “Elifi tac” Yeniçerilerle katıldığı savaşlardan değil de, daha önceki akınlara katılışı sırasıyla ilgili bir söylenceye bağlanabilir.

Abdal Musa uzun zaman Bursa’da kaldığından ve Orhan Bey döneminde yararlı hizmetlerde bulunduğundan, kendisine Bursa’da bir makam verilmiştir. O ise daha sonraları heterodoks Türkmenler’in yoğunlukta olduğu yöreleri tercih etmiş, önce Aydın bölgesine, sonraysa Kızılbaşlık-Aleviliğin merkezi Teke bölgesine göçmüştür. Antalya dolaylarını ve Toros dağları eteklerini tercih ederek Elmalı’ya yerleşmiştir. Bektaşilik inancında merkez dergâhtan sonra en önemli bir Bektaşi dergahı olarak bilinen Elmalı Tekkesi’ni kurmuştur. Mezarı oradadır.” (http://abdalmusadernegi.org/abdal-musa-kimdir/)

Anlaşıldığı üzere, aslında Bektaşi Erkanı’nın temel ilkelerini belirleyen, onu Anadolu’da yayan ve diğer Kalenderi Hayderi tarikatlar ile bağlantısını sağlayan kişilerin en önde geleni Abdal Musa Sultan’dır. Bizim bildiğimiz kadarıyla, bu tarikata derviş olmak için her şeyden önce dünyalıktan vazgeçmek gerekir: yani mal ve mülkten, güç ve iktidardan, güzellikten ve aşktan. Bunlardan koptuğu vakit insan gerçek anlamda kendi kendisiyle baş başa kalır. Kendini çıplak haliyle tanır. Bu da Allah’a giden yolun başıdır.

KAYGUSUZ ABDAL NEDEN KAYGUSUZ ADINI ALDI?

Rivayete göre Abdal Musa Alâeddin Gaybî’ye Kaygusuz adını tam da bu sebepten vermiştir. Kaygusuz aslında ne dünyaya ne de âhirete dair bir kaygısı, beklentisi bulunmayan insan anlamına gelir. Yani  Alâeddin Gaybî sadece dünya malına endişelenmeyi bırakmakla kalmamış, ölünce cennete mi yoksa cehenneme mi gideceğini bile düşünmeyen, sadece Allah rızasını amaçlayan bir insan olmuştu. Tıpkı Yunus Emre’nin dediği gibi:

“Ne varlığa sevinirim, / Ne yokluğa yerinirim, / Aşkın ile avunurum / Bana seni gerek seni… “

Bugün, acaba hangi zengin iş adamı veya güç sahibi devlet büyüğü Kaygusuz Abdal olmayı göze alabilir?

Hayırlı Cumalar…