BİRAZ BEN

Aslı SERTDEMİR 19 Kas 2017

Aslı SERTDEMİR
Tüm Yazıları
Bence insanlar üçe ayrılıyor.

Bence insanlar üçe ayrılıyor. Şanssız insanlar; yanlış şehirde doğup, doğru şehrini hiç bulamayıp, yaşamları orada son bulanlar. Şanslı diyebileceğim grup; doğru şehir de doğan ama neyin doğru yanlış olduğunu anlamadan yaşamlarını orada bitirenler. En şanslı grup; doğru şehir de doğmaz. Gider, arar, bulur ve tüm imkansızlıkları aşar orayı memleketi beller. Artık oralıdır. Nereli  olduğunu sorana, ağzından kaçırıverir, doğduğu değil de bulduğu şehri.  İşte ben çok şanslılardanım. Hep  biliyordum doğru şehre ait olmadığımı. Aradım, buldum yaşamayı da nasip etti Allah’ım. Niyetim her zerresini hissederek burada yaşamak. 

Peki siz de benim gibi ara ara düşünüyor musunuz?  Şehirlerin ruhları olduğunu ve biraz da oraya ait hissettikten sonra onlara benzediğimizi. Dünya’nın en küçük denizlerinden birini geçiyorken, camları sonuna kadar açıp iki kıtanın birbirine karışmış kokusunu içinize çekip, o iki büyük kıtayı birbirine bağladığınızı ruhunuzun en derinleriniz de hissedip. Azcık da gururla ceddinize bi selam göderdiniz mi? Mesela. Ya da Dünya’nın en büyük kubbelerinden birinin içine girip. Orada AYASOFYA’da dua etmeyi bize nasip olduğu ana minnetle şükür ettiniz mi? TAKSİM’e gidip tramvayın sesini duyup bi çocuk gibi binmek için heyecanlanmadınız mı?  Tarih boyunca çok kez istilalar yaşayan ÜSKÜDAR’a şöyle ÇAMLICA tepelerinden bakıp, vapur iskelesine indiğinizde siz de son vapuru kaçırmamalıyım diye telaşlanmadınız mı? GALATA KULESİ’nden KIZ KULESİ’ne bakıyorken onların kavuşamadan biten aşk hikayesi aklınıza gelip de, sizin de içiniz acımadı mı? AŞİYAN tepelerinden bakarken aklınıza bir Tevfik Fikret şiiri gelip de dilinize dolanmadı mı? Hiç…Eyzulümler sâhası... Evet, ey parlak alan, 

Ey fâcialarla donanan ışıklı ve ihtişamlı sâha! 

Ey parlaklığın ve ihtişâmın beşiği ve mezarı olan, Doğu’nun öteden beri imrenilen eski kıralıçesi…KUZGUNCUK’ta kahvenizi yudumlarken, çan ve hazzan sesinin ardından, duyduğun ezan sesi sizi de geçmişten gelen hoşgörünün çatısı altına almadı mı? BAĞDAT caddesine gidip de şimdiki kalabalığın için de bi an gözlerinizi kapatıp, Bağdat seferine uğurlanan padişahları, siz de uğurladınız mı? 4. Murat’ın şehzadesi Mehmet doğunca, 7 gece yanan kandillerin, KANDİLLİ’de yandığını öğrendiğiniz de, oradaki ışıklara siz de daha anlam kattınız mı? EYÜP’te bi sabah ezanı duyup tüyleriniz diken diken olup, az şekerli sabah kahvenizi PİERRE LOTİ’de içip hafif bi tebessüm ettiniz mi? Bahar da bir hafta sonu. ADALAR’a yol alıp, trafiğin sesinin faytonların atlarının nal sesine dönüştüğü nokta da, orada yaşamak için niyet etmediniz mi? TARABYA’dan sonraki virajı alıp SARIYER’i ilk gördüğünüz nokta da burnunuza Karadeniz kokusu gelip de, bir Karadeniz türküsü söylemediniz mi?

Tüm bunlara ‘’evet’’ diyen ve… ARNAVUTKÖY’den BEBEK’e kadar yürürken karşının titreyen ışıklarını izleyen, Kanuni Sultan Süleyman’ın şehzadesinin adını alan CiHANGİR’i turlayan, HAYDARPAŞA’dan tren çığlığıyla veda eden, SULUKULE’de inceden gelen müziğe ritim uydurmaya çalışan, BALAT’da evinin penceresindeki çocuğa gülümseyen, BEŞİKTAŞ’ın kalabalığında kaybolan, benim o ben. İşin aslı astarı, ben artık biraz İSTANBUL’um!  İSTANBUL’da biraz ben! 

Not: İlk defa  beş yaşında babasının omuzların da gördü ve aşık oldu…