​DARALMA KONJONKTÜRÜNDE FİRMA STRATEJİSİ VE BAŞARISIZLIK ÖRNEĞİ: GALATASARAY

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
İktisat Teorisi'nde aşırı borç/sermaye birikimi yapmış firmaların uzun dönemde ayakta kalması -yani iflas etmemesi- için küçülmeye gitmeleri kabul edilir.

İktisat Teorisi’nde aşırı borç/sermaye birikimi yapmış firmaların uzun dönemde ayakta kalması -yani iflas etmemesi- için küçülmeye gitmeleri kabul edilir. Bu sayede, masraflar azaltılarak borçlar ödenecek, atıl kapasite tasfiye edilecek ve maliyetler belli bir vade içinde tahmini gelirlerin altına düşecektir. Firmanın iki yakası bir araya geldikten sonra daha dengeli bir büyüme planı etrafında yeniden büyüme stratejisine geçilebilir. Daha “dengeli büyümeden” kastımız, firmanın ileriye yönelik analizlerinde hesaplanan gelirlerinin tahmini büyüme oranından daha yavaş bir oranda artan maliyetlerinin olmasıdır. Böylece firma her dönem kârlarını artırarak büyüyecektir. Tabiî ki, bu büyüme zamane insanının “kısa yoldan köşeyi dönme” ve “bir seferde voliyi vurma” arzularını tatmin eden bir büyüme olmayacaktır. Bu dengeli büyüme ile servet ve varlık birikimi yavaş yavaş gerçekleşecektir, bu yüzden firma yönetiminin aceleci değil sabırlı, kumarbaz değil mazbut ve amiyane tabirle “haddini bilerek” davranması gerekir.

Eğer bir firma aşırı borç yükünü azaltmak için küçülme değil büyümeyi tercih ederse, o takdirde, tahmini gelirlerinin büyüme oranını artırmayı planlamaktadır. Tabiî ki, firmaların gelirlerinin büyüme oranını artırmak için ciddi yatırım yapmaları gerekecektir. Zaten varlıkları borçlarından daha az olan bir firmanın böyle bir ciddi yatırımın finansmanını daha fazla borçla sağlaması gerektiği açıktır. Kaldı ki, yatırım için yüklü miktarda borç alınsa ve yatırım gerçekleşse bile firmanın gelirlerinin artması garanti değildir; ama, maliyetlerin ve borcun artması kesindir. Bu durumda, eğer bir mucize gerçekleşmezse ve beklenen gelir artışı sağlanamazsa, firmanın aşırı borç yükü katlanacak ve iflas söz konusu olacaktır. 

Borç ve gelir yönetimine ait bu temel prensipler her boyutta iktisadi aktör için değişmezdir: Bireysel tüketici, firma ve hükümet… Birinci yol olan küçülmeye gitmek ve masrafları kısmak daha garantili ve sağlam bir yol iken, ikinci yol olan daha fazla borçla büyümek bir maceracı bir kumarbaz karakterini temsil etmektedir. Maalesef, Türkiye’de bütün iktisadi aktörlerin çoğu ikinci yolu tercih etmektedirler. Bu da her boyutta –yani bireysel tüketici, firma ve hükümet boyutlarında- borç yükünün artmasına yol açmaktadır. İkinci duruma güzel bir örnek Yanık oyunundan verilebilir. Her oyuncu belli bir miktar para ortaya koyar ve her oyuncunun belli bir ceza puanı limiti vardır. Oyun ilerledikçe üst üste kaybeden oyuncular eğer ceza limitlerini doldurursa koydukları parayı kaybetmiş olurlar ve oyuna devam için bir önceki miktarın iki misli parayı ortaya koymak zorundadırlar. İkinci yol Yanık oyununda sürekli kaybeden acemi kumarbazın yoludur. Neyse, kafanızı çok şişirmeyeyim, çünkü bu yazıda değineceğimiz daha spesifik bir konudur: Benim sevgili takımım Avrupa Fatihi (!) Galatasaray’ı yöneten yetersiz ve amatör yönetimin vahim hataları ve yılların maddi ve manevi birikimlerinin çarçur edilmesi…

Galatasaray futbolda başarı kriteri kabul edilecek bütün kulvarlarda en öndeki takımdır. En fazla şampiyonluk, Türkiye kupası ve süper kupa sahibi olan takım olması bir yana, memleketin genelinde iki Avrupa Kupasını müzesinde taşıyan tek takımdır. Avrupa arenasındaki başarıları da tartışılmazdır: Şampiyon Kulüplerde bir yarı ve bir çeyrek final, Şampiyonlar Liginde iki çeyrek final, UEFA Kupas’ında bir şampiyonluk ve bir çeyrek final ve bir adet Avrupa Süper Kupası… Böyle bir başarı geçmişine rağmen Galatasaray son yıllarda hem bir başarısızlık açmazına hem de uzun yılların hatalı finansal yönetiminin sonucu olarak borç batağına girmiştir. 

Galatasaray’ın Birinci Yolu tercih edip küçülme politikasına girmesi için şartlar çok uygundur. Rakiplerinin Galatasaray’la aynı başarı düzeyine gelebilmesi için daha “kırk fırın ekmek yemeleri” gerekmektedir. Bir – iki sezon hedef küçültüp, Galatasaray Kulübü kökenli genç bir Türk Hoca’ya sorumluluğu verip, takıma genç bir iskelet oluşturulsa ve bu arada finansal yapı düzenlenip kulübün iki yakası bir araya getirilse, daha istikrarlı bir gelişme patikası belirlenmiş olur. Ama Yönetim İkinci Yolu tercih etmektedir. Bu ise kaçınılmaz olarak daha fazla borç ve daha fazla başarısızlık getirecektir. Galatasaray Yönetimi Yanık’ta kaybedip daha fazla miktarda borçla oyuna yeniden giren acemi kumarbaza benzemektedir.  

Galatasaray takımının antrenörleri ve futbolcuları borç batağından sorumlu değildir. Yanlış mevkilere yanlış transferler, takım ruhuna ve Galatasaraylılık şuuruna sahip tecrübeli futbolcuların gönderilmesi, altyapının değerlendirilmemesi… Bütün bu sorunların tek bir sorumlusu vardır: Yönetim. Galatasaray Kulübü’nün yönetimi kendini Türkiye’nin tek elit camiası kabul eden, Fransızca düşünüp Türkçe konuşmaya çalışan, Türkiye’de Batı taklitçiliği ve Neo-Tanzimatçı’lığın yılmaz savunucusu Galatasaray Liselilerin vesayeti altındadır. Adeta Müslüman Türkiye’de çakma bir Tapınak Şövalyeleri Tarikatı kurulmuştur. Bu tarikatın 90’ına gelmiş çakma Üstâd-ı Azam’ı da emeklilik hobisi olarak büyük bir camianın yönetimiyle oynamaktadır. Bu Tapınakçılar’ın vesayeti devam ettiği müddetçe gerçek bir Galatasaray Yönetimi olması mümkün değildir.

Bütün Türk futbolu bu acemi ve çıkarcı yönetim anlayışından mustariptir. Galatasaray bunun sadece bir örneğidir. Hem futbolun üst örgütlenme yapısı hem de kulüplerin şirketleşmesi ivedilikle gerçekleşmesi gereken ilk adımdır. Bununla birlikte devletin spor politikası da kökten değişmelidir. Türk spor piyasaları sürekli cari açık yaratan, bazı şüpheli şampiyonluklarla adı anılan ve Yeni Türkiye idealine yakışmayan bir durumdadır. Devletin spor politikası üzerine ilerleyen haftalarda yazacağım.