DEMOKRASİNİN EKONOMİ POLİTİĞİ – İDRİS KÜÇÜKÖMER ÜZERİNE…

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Eğer bir toplumda siyasi partiler tarım toplumunun ekonomi politiğinden kalan tutucu değerler etrafında veya tam tersi bu değerlere karşı örgütleniyorsa, o takdirde demokrasi işlemez. Bu demokrasi değil Karagöz Hacivat oyunu olur."

15 Nisan tarihli yazımda bir toplumda çağdaş demokrasinin hakkıyla yaşaması için gereken asgari iktisadi şartları şöyle açıklamıştım:

“… Kapitalist üretim sisteminin ana mekânı, büyük işçi ve beyaz yakalı çalışan kitlelerinin yaşadığı şehirlerdir. Böyle bir ortamda, her birey yönetimde söz hakkı isteyecektir ve bunu laik kurumlar vasıtasıyla kendi bireysel ve sınıfsal çıkarını savunmak için yapacaktır. İşte siyasi partiler bireyin bu ihtiyacını karşılar. Demokrasi, işçi sınıfının, köylülerin, beyaz yakalı çalışanların, bankacıların, iş adamlarının, toplum içindeki marjinallerin, kadın haklarının ve hatta çevrenin korunmasını isteyenlerin talepleri etrafında örgütlenen kolektif ve seküler kurumlar olan siyasi partiler etrafında arasında oluşabilir. Bunun için de şehirli ve sanayileşmiş, işbölümü ve uzmanlaşmayla yabancılaşmış ve bireyselleşmiş bir topluma ihtiyaç vardır.

Eğer bir toplumda siyasi partiler tarım toplumunun ekonomi politiğinden kalan tutucu değerler etrafında veya tam tersi bu değerlere karşı örgütleniyorsa, o takdirde demokrasi işlemez. Bu demokrasi değil Karagöz Hacivat oyunu olur.”

Yani çağdaş demokrasinin yaşaması için şehirli bir toplum, sanayi örgütlenmesinden kalan işbölümü ve uzmanlaşma ile geleneksel değerlere yabancılaşmış ve bireyselleşmiş insanlar gerekir. Böyle bir yapıda siyasi partiler farklı iktisadi sınıfların çıkarlarını savunan kurumlar olacaktır. Partilerin yanı sıra her bir iktisadi sınıfın temsilcisi örgütler (sendikalar, TÜSİAD ve benzeri, DMD) de demokrasinin ayrılmaz parçalarıdır. Siyaset, bu anlamda, toplumun ortak değerleri üzerinden bir kavga değil ama farklı iktisadi sınıfların gelir ve refah içindeki payını arttırmak amacıyla yapılır. Bu anlamda, demokrasinin dört başı mâmur bir şekilde işlemesi için devletin laik olması ve siyasi partiler arasındaki temel farkın ekonomi politikaları olması gerekir.

TÜRKİYE’DEKİ ÇARPIK SİYASİ YAPI VE İDRİS KÜÇÜKÖMER

Türkiye’de işler böyle mi yürüyor? Hayır. Türkiye’de siyaset farklı sınıfların temsilcileri arasında değil ama farklı yaşam tarzlarının temsilcileri arasında sürmektedir. Yani siyaset üretim yapısına göre değil ama tüketim yapısına göre konumlanmıştır. Şöyle bir örnek vereyim: Benim çok sevdiğim aile dostlarından biri (ki bu adam hiç de cahil değildir ve finans piyasasında üst düzey yöneticidir, DMD) kendini şöyle tanıtmıştı: “Ben ekonomide serbest piyasa ekonomisi taraftarı, politika da sosyal demokratım. Aynı zamanda Atatürk milliyetçisiyim!” Tahmin ettiğiniz gibi bu aile dostumuz bir CHP’li. Öte yandan başka bir arkadaşım da kendisini şöyle tanıtıyor: “Ben milliyetçi, muhafazakâr ve demokratım. Ama statükoya karşıyım, yenilikçiyim. Aynı zamanda serbest piyasaya inanırım.” Bu arkadaşım tahmin edeceğiniz gibi AK Partili. Bu söylemlerin neresinden tutacaksınız? İler tutar tarafı yoktur. Hem sosyal demokrat hem milliyetçi olunur mu? Hem sosyal demokrat hem de serbest piyasacı olunur mu? Nerede görülmüş statükoya karşı yenilikçilerin muhafazakâr olduğu?

Aslında işe tüketim kalıpları açısından bakarsak her şey yerine oturur. Tanzimat’tan bu yana Batılılaşma sürecinde yaşam tarzını değiştiren ve çoğunluğu merkezi devlet aygıtının bürokratları olan bir kısım şehirli Türk temel görüşlerini bu yaşam tarzı yeniliğine (çoğunlukla insanların ne yediği ve nasıl giyindiği konusunda bir yenilik) göre oluşturmuşlardır. Yaşam tarzında yenilikleri savundukları için kendilerini ilerici, Türkiye’de bu yenilikler devlet eliyle yapıldığı için kendilerini devletçi, laiklikten yana oldukları için de kendilerini solcu (!) görmektedirler. Öte yandan kasaba yaşam tarzını yaşayanlar, yaşam tarzı yeniliğine karşı çıktıkları için kendilerini muhafazakâr, halkın devlet zoruyla yaşam tarzını değiştirmesine karşı oldukları için kendilerini demokrat, kendileri genelde esnaf ve kasaba eşrafı kökenli oldukları için serbest piyasacı, laiklik uygulamalarına karşı oldukları için kendilerini sağcı (!) görmektedirler.

Bu çarpık siyasi yapının temelleri Osmanlı’ya dayanır. Daha önce Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) vesilesiyle değindiğim İdris Küçükömer Hocamız, tam de bu noktada, bu çelişkiyi açıklamak için bir model geliştirmişti. Ona göre klasik dönem Osmanlı toplumunda hâkim sınıf devlet bürokrasisiydi. Devşirme yöneticiler ATÜT gereğince üretilen artı değeri vergi olarak toplarlar, toprakta özel mülkiyet olmadığı için hem mülk hem de mülkün getirisi merkezi devlete gider, bu da bürokrasi arasında paylaşılırdı. Sistemden nemalanamayan geniş emekçi kitleler de karın tokluğuna çalışırlardı. İdris Hoca’ya göre son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde de bu yapı değişmemiştir. Modernleşme, batılılaşma ve sanayileşme süreçlerinde iş kollarının gelişmesi, endüstrilerin kurulması, burjuva yaratılması hep devlet eliyle olmuştur. Dahası, Cumhuriyet döneminde gerek bürokrasinin gerekse merkezi hükümetten nemalanan burjuvazinin adeta tek bir sınıfmış gibi davrandığı ve bunların CHP tarafından temsil edildiği görüşünü öne sürer. Yani toplumun egemen ve ceberut güçleri, sahip oldukları iktidarı ve o iktidarın gerektirdiği yaşam tarzını savunurlar. Yani CHP ve kitlesel tabanı sağcıdır. Öte yandan İdris Hoca’ya göre Demokrat Parti (DP) sistemden nemalanmayan geniş halk kitlelerinin, ezilen ve hor görülen emekçilerin, kasabalı eşrafın temsilcisi olmuş, sistemi onlar lehine değiştirmeyi vaat etmiştir.  Bu yüzden DP ve kitlesel tabanı solcudur.

SON JÖN - TÜRK EROL MANİSALI VE KÜÇÜKÖMER ELEŞTİRİSİ

İdris Hoca’nın bu analizine geçen Salı günü Cumhuriyet’teki köşesinde sevgili Hocam Erol Manisalı eleştirel bir bakış getirdi. Kısaca Erol Hoca’nın söylediği İdris Hoca’nın sol olarak tanımladığı kesimlerin temelde NATO’cu, küreselleşmeci ve İslamcı kesimler olduğudur. Bunun da solla bir ilişkisi olmaması gerektiğini söylemektedir. Ben son Jön-Türk olan Hocam Erol Manisalı’nın Küçükömer hakkındaki görüşlerine, onun da müsaadesiyle, kendi yorumlarımla katkıda bulanayım:

(1)    Her şeyden önce İdris Küçükömer’in analizi kapalı bir toplum yapısını çağrıştırmaktadır. Yani Türk toplumunun değişimi sadece iç dengesizlikler ve iç çatışmalarla açıklanabilir. Bu külliyen geçersiz bir yaklaşımdır. Emperyalizmin, küreselleşmenin ve dışa bağımlılığın dikkate alınmadığı bir analiz tek başına Türkiye’yi açıklayamayız.

(2)    Bürokrasi ve bürokrasiden nemalanan (işadamı, mirasyedi ve rantiyelerden oluşan) güruh bir sınıf sayılabilir mi? Hayır. Çünkü iktisadi sınıf bir üretim faktörüne sahip olan bireylerden oluşur. Küçükömer’in anlattığı yapıda, ne bürokrasi ne de sahte burjuvazi gerçek anlamda üretim faktörü sahibi değildir. Bürokrasiyi anladık da, işadamları ne oluyor, onların fabrikaları ve sermayeleri yok mu? Var da, bunlar kendi çabası, başarısı ile elde edilmiş veya aileden kalan servet değildi ki. Merkezi devletten elde edilen imtiyazlarla belirlenen bir servet birikimiydi ortada olan. Bunları iktisadi bir sınıf olarak tanımlamak yanlıştır.

(3)    İdris Hoca’nın yazım tarzı bir akademisyenden çok bir gazeteciyi andırmaktadır. Böyle olunca kullandığı bazı kavramlarda aşırıya kaçmış, bazı durumlarda abartıya yer vermiş ve halka derdini anlatabilmek için akademik bilgiden taviz vermiştir.

(4)    ATÜT Osmanlı tarihinde kalkınma problemini tam olarak anlatmamaktadır. Sencer Divitçioğlu’nun deyimi ile 14-15’inci asrı açıklayabilir. Böyle olunca buradaki basit ve kaba şablonu 21’inci asra kadar aynen kabul edip ona bağlı olarak analiz yapmak çok da ilmi bir yöntem olmasa gerektir.     

KÜÇÜKÖMER YETMEZ AMA EVET’Çİ MİYDİ?

(5)    Buna rağmen, İdris Hoca’ya “Yetmez ama Evet’çi”, “Yes be Annem’ci”, FETÖ’cü ve Emperyalist işbirlikçisi gibi sıfatlarla saldırmak insafsızlıktır. Kendisi bugün yaşasaydı muhtemelen en önde giden solculardan birisi olacak bir akademisyeni bu gibi sloganlarla yaftalayacaklarını, bu çarpık siyasi yapıyı açıklamaya çalışsınlar! İdris Hoca açıklamaya çalışmış, ben naçizane bunu yapmaya çalışıyorum. Ya siz ne yapıyorsunuz, Efendi?

Neyse, İdris Hoca’ya Allah rahmet dilerim. Erol Hoca’ma esenlikler diler, ellerinden öperim.