DİJİTAL VERİLERDE HAKİKATİ ARAMAK

Ümit G. CEYLAN 18 Şub 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Dijital denizde boğulmuş durumdayız. Fakat bu deniz öyle arı duru, temiz bir deniz değil.

Dijital denizde boğulmuş durumdayız. Fakat bu deniz öyle arı duru, temiz bir deniz değil. Türlü türlü atıklarla dolu bir çöplük denizi. Yıllar önce izlediğimiz ve bugün de zaman zaman TV’de gösterime verilen Matrix filmini hatırlıyorum. Bir sürü matrix verisi hayatımızın her anında görünmez bir şekilde içimizden geçiyor. Onca veri bize bilgi diye sunuluyor. Bu bilgiler de muhatabı tarafından tecrübe edilmemiş ve başkalarının tecrübe ettiği birtakım anlamalar içeriyor. Ancak gelin görün ki bu bilgilerle genç beyinlere bir komuta merkezinden seslenir gibi direktifler veriliyor. Bu veriler kıymetli oluyor. Anne, babanın, büyüklerin, bilgelerin sözlerine gülünüp geçiliyor.

Neden kadim bilgilerden uzağız

Bir bilgi veya değer günün yöntem ve şartları içinde yeniden üretilmesi gerekiyor. Yeniden üretilmeyen herhangi bir değer ne olursa olsun günümüze hitap etmiyor. Eskiden böyleydi demekle değil bugün yeniden bir emekle o bilgiyi formatlamak ve şifa niyetine vermek gerekiyor. Bugünün kadim bilgilerini oluşturmak zorundayız. Bir bilgi, değer her ne derseniz diyelim günümüz insanının yaralarına merhem olmuyorsa o kadim olamaz. Kadim olan şey her an vardır. Her an güncelliğini koruyarak yeniden türetilen ve ana kaynaktan kopmamış olan demektir. Ben bu ana kaynağa adalet demek istiyorum. Çünkü adalet her şeyin temelindeki esastır. Bugün adalet hukuk kanunları olarak anlaşılsa da aslında söz ettiğimiz kâinatın adaletidir. Kadim olan her şey işte bu adalet döngüsünün içinde yeniden yeniden doğar. Biz bu doğuşta uykudaysak şer güçler bizden önce kalkar verileri hazırlar ve insanlığa bilgi diye hatta hakikat bu diye yutturur.

İrade ve seçenek

En büyük özgürlük iradeni adalet üzerine kullanabilmektir. Ama bu bencil bir özgürlük değildir. Ben istediğimi yaparım; bunun için yakıp yıkarım, küfrederim, bedenime istediğimi yaparım demek adalet demek değildir. Adalet kâinatın içinde her şeyin birbirine bağlı olduğunu düşünerek, etki tepki dengesini hesap ederek, seçenekleri ona göre kullanabilen bir iradedir. Seçenekler irademizi doğru kullanarak iyi, güzele dönüştürebilmek demektir. Dijitalde bilginin sınırı yok. Ama hangi bilgi gerçek ve hakikatle örülü olduğunu ancak sağlam bir akide ve buna bağlı bir irade ile anlayabiliriz.

Dijitalde karışıklık

Zihni veya manevi gerileme ve anlamadaki acizlik veya gönülsüz yapılan şeylerin sonuçlarını bugün özellikle genç nesilde görebiliyoruz. Haz duygusu tetiklenirken bunu sinsice yapan mihraklar sevimli, etkileyici hayranlık uyandıracak şekilde neon ışıkları altında gözleri kamaştıracak şekilde kurguluyor. Dijital dünyanın baskın bir şekilde sunduğu karışıklık ve bulantı hali gençleri sonlu bir deniz içinde boğmaya ve kendi rızalarıyla boğulmaya davet ediyor. Oysa denizler berraktır ve zihinler bulanıktan berraklığa çıkarabilecek verilerle yıkanırsa gönüller ferahlayacaktır. Dijital dünyada aradıklarımız hakikatin birer yansıması değildir. Ancak aradığımız hakikatse dijital dünya hakikatin verilerine ulaşmamızda ancak birer araç olabilecektir. Bu bilinç ile dijital dünyaya teslim olmayız ve sadece bir araç olarak onu kullanırız.

O halde

Madem ki bir hakikat arayışı içindeyiz o halde bilginin, ilim irfan ekseninde ne işe yaradığına bakmalıyız. Bunun için de yine geleneksel bozulmamış aile terbiyesi, okul disiplini, toplumda itibar kazandıracak erdemi bir insanlık mefkuresi olarak düşünmeliyiz. O zaman bakışlarımız ve idrakimiz de hakikate yönelik olacaktır.  Göz odur ki hakikati göre, söz odur ki hakikati dillendire. Şükür ki hak ile batılı ayırt edebilecek şuuru bize Yaradanımız göstermektedir. Hakikatin ölçüsü bellidir. Bilgi hangi mecrada olursa olsun, işe yarar bilgi hakikatin kendisidir vesselam.

KANDİLİ YAKMAK

Rabbim Regaip kandilini tüm insanlık âlemine idrak ettirsin. Herhangi bir din ayırmadan önce insan olma bilincine varalım. Müslümanların zaten diğer insanlardan önce belirli idrakte olması gerekiyor. Değilse zaten nasıl Müslüman olunur ki? Bir tekrar ve ezberler manzumesinden kurtulamayıp sürekli parmak sallayan; korkutan, asıp kesen, aklını kullanmayan biri nasıl başka insanların gönlündeki koru tekrar ateşleyebilir? Kandili yeniden yakmak bugünden yarına katılaşmış kalpleri yumuşatacak bir cevheri sürekli diri tutmak için Müslümanın kendindeki kandili aydınlık tutabilmeli. Bunun içinde yeniden öğrenmek, okumak, anlamak için çaba göstermeli ve iyi taraftan bakabilmeli. Asla tembel olmamalı. Başkasından önce kalkıp yerdeki taşı bir kenara koymalı ki başka biri o taşa takılıp da düşmesin. İşte bu hassasiyette olabilmek Müslümana yakışır. Bu vesileyle tüm okurlarımın kandilini tebrik eder ve hayırlısıyla da dünyamızın başta Kovid-19 salgınından ve dahi tüm belalardan kurtulmasını dilerim. Şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır, milletimize başsağlığı diliyorum. Allah yar ve yardımcımız olsun.

KÖKÜMÜZ VAR MI BİZİM?

Güneş mi Ay mı daha sıcak diye sordu çocuk. Buğday başakları nereye doğru yönelir diye sordu çocuk. Elimden kayacak gibi bu sıcaklık. Korkuyorum tut sıkıca göğe birlikte bakalım dedi çocuk. Büyükler çok gergin, hep tedirgin dedi çocuk. Şatolarda yaşar gibiler ve ellerinden tutan yok sanki. Endişeli ve tuhaflar. Sorularını ve bakışlarını anlayamıyorum dedi çocuk. Sence biz de büyüyecek miyiz, diye sordu çocuk. Ne tarafa bakmalıyız, yüzümüzü nereye çevirmeliyiz diye sordu çocuk. Yaşam yıkılıp tekrar yapılan bir kule gibi midir diye sordu çocuk. Korkmalı mıyız yıkıntının altında kalırsak diye sordu çocuk. Büyükler neden sorularımıza cevap vermiyorlar da hep kaçıyorlar diye sordu çocuk. İki çocuk birbirine baktı ve gülümsedi. Çocuk kalmak için Güneş’e mi Ay’a mı gitmeliydiler? Bunu konuştular. Dünyada olmak tuhaf. Kökümüz var mı bizim başaklar gibi diye sordu çocuk. Yoksa o zaman her yere aitiz öğle değil mi diye sordu çocuk. İki çocuk birbirlerine bakıp gülümsediler.

KORONA VE OKULLAR

Federal Almanya’da Noel’den bu yana okulların kapalı olması sol görüşlü politikacılar tarafından ağır eleştiriye tutuluyor. Enfeksiyonun kendisinden çok ikincil zararları pek önemsenmediğini söyleyen politikacı Sahra Wagenknecht, kapanmanın çocukları depresyona ittiğini iddia ederek Fransa’dan örnek gösteriyor.

Fransa'da durum farklı. Kreşler, anaokulları ve okullar yaz aylarından beri burada tamamen açık. Tıp profesörü ve Fransız Pediatri Derneği sözcülerinden biri olan Robert Cohen, Alman basını Tagesschau'ya şunları söyledi: “Şu anda kapalı okulların çocuklar üzerinde son derece kötü etkileri olduğunu gösteren bir sürü kanıtımız var ve daha da fazlası zaten sosyal olarak psikolojik ya da teknik olarak dezavantajlı durumdalar.” Açık okullarda büyük bir tehlike gören bazı epidemiyologların görüşünün aksine, Kasım ayındaki kilitlenme, açık okullarla enfeksiyon sayısının da büyük ölçüde azaldığını gösterdi.

Ayrıca Robert Cohen'in günlük haberlerde "Önümüzdeki günlerde, okulların virüsün yayılmasında şimdiye kadar neredeyse hiç rol oynamadığını gösteren bir çalışma İngilizce olarak da yayınlanacak" dedi. Doktor, pandemideki durumun çocuklar için neredeyse "çılgın paradoksal" olduğunu açıklıyor. Cohen uyarıyor: “ İntihar girişimlerinde bir patlama görüyoruz . Virüs onları öldürmese bile Covid'in arka kapıdan girerek çocukları öldürmelerine nasıl izin verebilirsiniz? " (haber https://www.berliner-zeitung.de)

Türkiye nüfus dağılımının Avrupa’ya göre homojen olmadığı düşünülerek kararların alındığını varsayıyoruz. İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir, Adana, Bursa gibi büyükşehirlerdeki öğrenci sayıları diğer birçok ilimizde aynı değil. Bu sayısal dağılımlar ülkemizde okulların tamamen kapatılmasına sebep oldu. Çünkü çocukları öldürmese bile virüsün çocuklar vasıtasıyla taşınıp hastalığı yaydığı görülüyor. Ancak salgının çocuklar üzerindeki özellikle de sınava girecek olan genç nüfus üzerindeki travma ve yol açtıklarını ölçmemiz ve buna göre önlemleri derhal almamız gerekir. Tabi çok geç kalmadan.

DOÇ.DR. MELİHA YILDIRAN SARIKAYA

“ANAMIZIN ADI AĞZIMIZIN TADI”

Bir vakit başka vakte bir dem diğer bir deme denk olmaz, bir dost bir başka dostla bir muhabbet sâir muhabbetlerle kıyaslanmaz. Bahânelerin en güzeli muhabbete bulunan bahânedir. Sevdiğimizin sevdiğini sever, rağbet ettiğine rağbet gösteririz; dostuna dost oluruz. Buna “tevellâ” denir ki “velî” kelimesinden türemiştir. Velî, bilindiği üzere Allah’ın sevdiği, Allah dostu demektir. Tevellâ ise O’nun sevdiklerini sevmektir, alâ merâtibihim.

Muhabbetin kaynağı Hak Teâlâ’dır, O’nun habîbi Hz. Peygamber sallâllâhu aleyhi vesellem’dir. Âlemlere rahmet ve muhabbet buradan taksim edilir. Hz. Peygamber’in muhabbetinde hadd ü kenâr olmaz. Evlâdını, dostlarını, ümmetini sever. Tebliğini kabul edenler ümmet-i icâbettir, henüz âgâh olmayanlar ümmet-i dâvettir. Âhir zaman peygamberi olması hasebiyle bilcümle insanlık onun ümmetidir, cümle âlemi sever. Uhud dağını da sever, Mescid-i Nebî’deki “hannâne” özel adıyla anılan hurma kütüğünü de sever.

Bir muhabbetler silsilesi olarak anlayabileceğimiz tevellânın tâbir câizse çekirdek kadrosu Hz. Peygamber ve Ehl-i beytidir. Ehl-i beytin temel unsuru Hamse-i Âl-i abâdır. Âl-i abâ ise Peygamberimizle birlikte Hz. Ali ve Fâtıma, Hz. Hasan ve Hüseyin’dir. Bu güzîde zümreyi Hz. Peygamber’e kurbiyyetleri bakımından sıraladığımızda Hz. Fâtıma’nın evleviyeti vardır. Bu meyânda en belirleyici târif Hz. Peygamber’e âittir; “Fâtıma benim bir parçamdır...” anlamındaki “Bid’atün minnî...” ibâresi muhabbet bahsinde belirleyici ve yönlendirici bir husus olmuştur. Mevzû Ehl-i beyte ve Hz. Fâtıma’ya gelince muhabbet de meveddetle kıvam bulur, demlenir. Meveddeti dile getirmenin en mûteber yolu bizim geleneğimizde şiir olagelmiştir. Çünkü şiir sözün özü gibidir; laf kalabalığına değil esâsa mâtuftur.

Hz. Fâtıma’ya dâir şiirlerde onun kıymetli bir evlât, muhterem bir zevce ve şefkatli bir anne olma vasıfları öncelik kazanır. Zâten bu husûsiyetler art arda gelince onun müstesnâ mevkîi de ortaya çıkar. Son devrin tanınmış sûfîlerinden Muhammed Es‘ad Erbilî (v. 1931)’ye âit “Mevlid-i Şerîf-i Hazret-i Fâtımatü’z-Zehrâ” başlıklı manzûmede onun bu sıfatları şöyle sıralanmaktadır:

Nâm u na‘tı Fâtıma Zehrâ Betûl

Mâder-i Sıbteyn hem bintü’r-Resûl

Künyesi Ümmü’l-Hasen Ümmü’l-Hüseyn

Çift-i pâki safder-i Bedr u Huneyn

Yâni onu sâdece Fâtıma Zehrâ Betûl diyerek anmak bile bizâtihî övgü içermektedir. Çünkü o, sîmâsındaki nûrâniyet sebebiyle Zehrâ, iffeti ve Hakk’a kurbiyyeti hasebiyle Betûl’dür. Resûlullâh’ın sevgili kızı, iki güzîde torunun annesi, Bedir ve Huneyn arslanı Hz. Ali’nin de zevcesidir.

Ehl-i beyt muhibbi bir başka şâir Seyyid Nesîmî (v. 1417?) ise Hz. Fâtıma’yı Resûlullâh’ın nakdi, yâni O’nun serveti, değerli hazînesi olarak tavsif etmektedir. Hz. Fâtıma aynı zamanda Hz. Hatîce’den yâdigârdır. Onun kıymetli vâlidesi Hz. Hatîce hanımların iftihar kaynağı, kendisi ise kadınların en hayırlısıdır:

Fâtıma nakdin senin oldu Hadîce mahremin

Bu biri hayrü’n-nisâdır bu biri fahrü’n-nisâ

Resûlulâh’ın kızına olan muhabbetli ve îtinâlı muâmelesi husûsen hanım şâirlere ilhâm kaynağı olmuştur. Bu gıpta ile bakış Âdile Sultan (v. 1899)’da da görülür ve bir manzûmesinde Hz. Fâtıma’yı, Peygamberimizin has bahçesinin gülü olarak tavsîf eder:

Ya‘nî ol verd-i gülistân-ı Nebî

Fâtıma Zehrâ zihî hayrü’n-nisâ

Hz. Fâtıma, mü’min kadınların hanımefendisi olduğu gibi cennetin de hanımefendisidir. Resûlullâh onu “seyyidetü’n-nisâ” sıfatıyla tavsîf etmiştir. Hz. Fâtıma’nın bu yönüne dikkat çeken Leylâ Hanım (v. 1847), onu Hak Teâlâ’nın kadınlara bir ihsânı olarak tanımlamaktadır:

Her bir kuluna Hazret-i Hak etdi bir ihsân

Sensin bize ihsân-ı Hudâ Hazret-i Zehrâ

Hz. Fâtıma ile Ali’nin evliliğine ayrı bir kıymet atfedilir. Resûlullâh’ın nesli Ali-Fâtıma evlâdından yürüdüğü için evlâd-ı Resûl demek evlâd-ı Fâtıma demektir. Evlâd-ı Fâtıma denildiğinde ise akla ilk olarak Resûlullâh’ın sevgili torunları, Hz. Hasan ve Hüseyin gelir. Bu münâsebetle şiirlerde Hz. Fâtıma, bu iki mübârek evlâdın bahtiyâr annesi olarak yâd olunmaktadır. Bu meyânda Seyyid Seyfullâh (v. 1601) Hz. Fâtıma ve âilesini, dört ilâhî nûr teşbîhiyle anmakta ve onların yüzü suyu hürmetine şefâat istemektedir:

Alî hem Fâtıma ol iki deryâ

Hasan lü’lü’ Hüseyn mercân-ı yektâ

Bu dört nûr-ı ilâhî hürmetiyçün

Bizi etme kıyâmet günü mahzûn

Hz. Fâtıma sâdece kendi evlâdının değil bütün mü’minlerin annesidir. Bir anne olarak kendisine yönelen yüzleri ve gönülleri geri çevirmeyecektir. “Yâ Rabbenâ Yâ Rabbenâ / Yardım eyle kıyâmette” mısrâlarıyla başlayan meşhur bir Yûnus ilâhîsinin son dörtlüğünde, işte onun anne şefkatine samîmî bir ilticâ vardır:

Yûnus Emrem gāfil yatma

Kıyâmet günün unutma

Mü’min anası Fâtıma

Yardım eyle kıyâmetde

Hz. Fâtıma ile olan râbıtamız sâdece şiirle edebiyatla sınırlı değildir. Doğumdan nikah akdine, mutfak kültüründen zenâat tezgâhına kadar her hayırlı işe niyet edildiğinde, “El benim elim değil, Fatma Anamızın eli...” denilerek onun bereketli mürüvvetli ismine sığınılır. Anadolu’da ismi Fatma olan kız çocukları da ayrı bir özenle, “Anamın adı ağzımın tadı...” güzellemesiyle sevilir.

ARTI EKSİ

Artı

Aşılama ekiplerimiz her yerde

Anadolu’nun en ücra köşelerine ve yüksek tepelerine kadar aşılama yapmak için giden sağlık ekiplerimizi karşısında gören Zeynep nine mahcubiyetinden ağladı. Devletine yük olmak istemeyen bir milletin mensubu olan Zeynep nineye gelen sağlık ekipleri bol bol dua aldılar. Sağlık görevlileri giderken de yine ninenin başka bir isteği olup olmadığını sordular. Ancak ninemiz yine gözyaşları içinde gelen sağlık ekibine dualar ederek uğurladı. İçimizi ısıtan bu görüntüleri TV’den izledik. Aşılama için hastaneye veya aile sağlık merkezine gidebildiğiniz gibi yaşı belli bir yaşın üzerindekilere ve engelli olanlara evde aşılama ücretsiz yapılmaktadır.

Eksi

Güneş’in duası

Eskiden müzik dünyasında kimler var bilirdik ve yeni kasetleri çıkacağı ayları takip ederdik. Zaten en çok ilkbahar yaz gibi kasetleri çıkar ve her yerde o şarkıcının sesini duyardık. Dijital teknoloji ile birlikte şarkıcılar da popüler kültürün bir nesnesi olarak çoğaldılar. Bugün var yarın yoklar. Güneş isminde yeni nesil bir şarkıcı çıkmış. Çalışmasının da ismi Güneş’in Duası. Fotoğrafta Hristiyanlar gibi iki elini birbirine kavuşturarak dua ediyor. Şimdiki gençler bunlara takılmıyor diyenler olabilir. Ama Müslümanlar gibi dua ederken fotoğraf çektirseydi ne olurdu diye de düşünüyorum. Belki Güneş’in dini bu da olabilir tabii. Ama ben olsaydım ayrıştıran bir dil değil dua eder gibi bir haleti ruhiyede nötr bir fotoğrafı daha uygun bulurdum. İmaj yapıcıların bu tarz şeylere dikkat etmeleri gerekir. Popüler kültür zihinleri bulanıklaştıran yanı ile kitleleri sürüklerken aynı zamanda da değerleri itibarsızlaştırıyor. Hangi dinden olursa olsun sonuçta popüler bir iş yapılıyorsa herkese hitap edeceği düşünülerek bir imaj çizmesi daha doğru olurdu. Bu yönü ile imaj eksi olmuş.

HER ŞEY DEVLETTEN BEKLENMEMELİ

Bizim medeniyet geçmişimizde devlet millet ayrımı olmadığı için günümüzde devlet bunu yapmadı, şunu etmedi denilen şeyleri sorgulamak gerektiğini düşünüyorum. Elbette devletin yapması gereken şeylerin başında milletin canını, namusunu ve malını korumak vardır. Bunun dışındaki her türlü hizmetin alınan vergilerimizden yapılması beklenir. Ancak vatandaş da el ense yatıp yayılmaz. Devletle birlikte neyi başarabiliriz diye düşünür. Sivil toplum kurumları bunun için vardır. Devletten şu kadar bütçe alıp bir proje yapayım demekle olmuyor. Sivil toplum kendi bütçesini kendi oluşturmalıdır. Sivillik bunu gerektirir ve demokrasi de böyle bir şeydir. Evet tabii ki yardım, destek alabilir ve bunu devletle birlikte planladığı işlerde harcayabilir. Bir köy okulu virane olabilir. Bunu köyün zenginleri veya hayır hasenat yapmak isteyenlere engel olmamak ve yolunu açmak gerekir. Hatta bu tür işlere el atanları her fırsatta vitrinleyerek teşvik edici olmak gerekir. Fenerbahçe’nin Senegalli futbolcusu Mame Thian Diyarbakır Dicle’de harabe halindeki okulu kendi imkânlarıyla baştan aşağıya mamur etmiş. Devlet yapsın mantığına yenilmeden köy okulunu yenilemiş. Yüz yüze eğitim için okula gidecek olan öğrencilere hayırlı olsun.