​EFSUNLU HUZUR KATİLİ-2

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Kaldığımız yerden devam edelim.

Kaldığımız yerden devam edelim. Halet Hanım belki bunu keşfettiği için şanslıydı. Belki de bizler bunu keşfedemediğimiz, öngöremediğimiz için şimdi öyle bir hale geldik ki; her işimiz acele olsun bitsin istiyoruz. O yüzden internette bir videoya tıkladığımızda 10-15 saniye geçmesine rağmen açılmayınca ya da reklam karşımıza çıkınca bırakıyoruz, bekleyemiyoruz. Haber okumak için kimi internet sitelerine girdiğimizde bazıları çok yavaş hareket edince hemen onu da bırakıp, vazgeçip gidiyoruz. Tüm bunları yaptıklarımızı, yeni neslin sabırsızlığını, trafikte acele gitmek isteyişimizi, en ufak bir şeyde parlamamızı, birbirimize karşı son zamanlarda tahammülsüzlüğümüzü, sabırsızlıklarımızı, ramazanlarda akşam vakti trafikteki kavgalarımızı, trafik ışıklarında bir saniye geç kalınca koro halinde kornalara basmamız. Bizi bu kadar aceleye ne, kim ve ne için alıştırdı, bizi bu kadar sabırsızlığa sevk eden hususların temelinde acaba teknolojinin payı ne kadar? Bir etkisi var mı?

Hele de internette “sokak röportajları” diye isimlendirilen kimi videoları izlediğimde karşılaştığım manzaralar. Onların bazılarını seyrederken içim “cız” etti. Lise mezunu, yüksekokul mezunu koca koca adamlara basit basit sorular sorulduğunda bile verdikleri saçma sapan cevaplar beni iyice çileden çıkardı. O tür başka röportajlarda verilen, o saçma sapan cevapların hemen ardından sorulan şöyle bir soru daha vardı, esas orası mühimdi. Soru şu idi; “Peki bu sorunun cevabını nereden öğrendiniz, kitaptan mı, sosyal medya’dan yani internetten mi” sorusu. Bu soruya muhatap olanların yüzde doksanı “internetten” diyordu! O kadar azdı ki doğru cevapları verenlerin sayısı “eyvah eyvah” dedirtecek türden. 

Tüm bunlardan sonra “teknolojinin bir nimet olup olmadığını” iyice düşünmemiz, bir daha tartışmamız ve ona göre çoluk çocuğa, neslimize bir yol yordam çizmemiz gerekiyor, biraz geç kalmış olsak da. En azından kendimize has bir şeyler olmalı. Yapılmalı. Bunu yapanlara da “ooo kardeşim sen de amma teknoloji düşmanısın, özgürlük düşmanısın” denilmeden. Görüyoruz ki zaten teknolojinin bir yüzü dost olsa da arka yüzünde başka bileşenler barınıyor. Ben de zaten teknolojinin o kadar dost olduğunu düşünmüyorum. Asıl detayların madalyonun arka yüzünde saklı olduğuna inandığım için bu yazıyı yazıyorum bilahare...

Keşke bu kadar teknoloji hayatımızın içine içine girmese miydi? Bu kadar hayatımızın göbeğinde olmasa mıydı? Acaba “teknolojiyi ve teknolojik kimi kolaylıkları, hayatımızda o kadar içselleştirmeden, bir mesafe koyarak bağrımıza bassaydık, bağrımızdaki kimi ağrıları daha mı az hissederdik, sancılarımız daha mı az olurdu, bu sağlanabilseydi. Daha mı huzurlu olurduk sanki ne, toplumlar, insanlar olarak” diye, düşünmeden edemedim. Teknolojinin bazı nimetlerini saymaya gerek yok ama uzun vade de sanki bizi çok daha mutsuz edecek gibi…

İşte yıllar önce Halet Hanımın verdiği o cevap, bugün bana çok çok anlamlı geldi; “Sağlığım ve Huzurlu yaşayabilmem” demişti. Bu yazıyı yazmama da vesile oldu, daha doğrusu günümüzde herkesin elinde, her yerde, her ortamda cep telefonu ile sarmaş dolaş olması, diğer anlattığım birkaç husus aklıma Halet Hocayı getirdi. 

Hasıla o cep telefonunu ve içindekilerin huzurunu sağlığını bir gün tehdit edeceğini çok önceden anlamıştı ki, öyle yaşıyordu o. Hepimizi sabırsızlaştıran, hepimizi sanal insanlar yapan, naylon ilişkiler kurduran adına teknolojik nimet dediğimiz fakat aslında madalyonun diğer yüzünü çevirme cesaretini gösterebildiğimizde görebileceğimiz “efsunlu bir huzur katili” ile beraber yaşıyor olduğumuzu fark ediyoruz. Onun varlığını belki Prof. Halet Çambel, bizlerden çok önce keşfetmiş ve hayatına sokmamıştı, kim bilir! Sağlıcakla…