​EN YUKARIDAN EMİR ALMADAN İŞ YAPMAMAK

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Toplumsal olarak ilerleme konusunda önümüzde birçok engel var.

Toplumsal olarak ilerleme konusunda önümüzde birçok engel var. Yirmi yıl öncesinin Türkiye’sinde bu engellerin başında ekonomik durum ve buna bağlı olarak eğitim altyapımız geliyordu.

50 cent’e muhtaç olmaktan IMF dilenciliğine kadar her türlü ekonomik kompleksi atlattık hamdolsun. Bugün dünyanın gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında nispeten müreffeh durumda olanlardan biriyiz. Para olmadığı için devletin bir icraatı yapmama, işleri aksatma gibi huyu ve mâzereti yok. Aksine kimi zaman paranın nasıl kullanılacağına karar verilemediği için ya da en kalitesi olsun istendiği için (mesela Üsküdar-Ümrâniye metrosu) gecikmeler var.

Ancak kısa vâdede aşılabilen engellerin başında gelen ekonomik dar boğaz aşılınca esas sorunlarla karşı karşıya kaldık.

İnsan kaynağımız var, ama kullanamıyoruz; insanımız iş beğenmiyor ve herkes her işi çok iyi biliyor ama “işi bilip işe gitmiyor”. 

Eğitimde altyapı sorunları neredeyse kalmadı. Üniversitelerimizde binlerce boş kontenjan var. Fakat bürokratik hiyerarşi, yetki-sorumluluk çarkının dönmesi için değil de çalışmama üzerine kurulmuş.

“En Yukarıdan Emir”

Bürokratik yapımız amir-memur hiyerarşisinin en deforme olmuş hâline gelmiş durumda. Kimin kimden emir aldığı, kimin kime emir verdiği belli değil. Verilen emri yapılmaması durumda her hangi bir müeyyide yok. Âmir-memur hiyerarşiye anarşiye dönüşmek üzere. Kımıldayan kaos ve kargaşa ile karşılaşıyor. Hiç kimse başı ağrısın istemiyor. Nasıl olsa maaşlar her ay hesaplara yatıyor. Anadolu’daki tâbirle “devletin kulağını bile tutan, bey oluyor”.

Devletin şikâyet mekanizması, dilekçe üzerinden çalışma yerine, en yukarıdan gelen telefona dayanmış durumda. Dilekçelere verilen cevaplar, idâre-yi maslahat seviyesinde. Bunun en bâriz örneği belediyeler. E-postasından kısa mesajına, sosyal medyasından beyaz masasına kadar bütün iletişim kanalları açık. Ancak mesele bu iletişim kanalları ile aktarılan sorunun çözümüne gelince “uygun görülmemiştir” klişesi devreye giriyor.

Çevresi geniş ve itibârı olanlar üst makama ya da “en yukarı”ya ulaşınca “uygun görülmeyen” konu bir anda “uygun” hâle geliyor. Olmazlar oluyor. İmkânsızlar mümkün hâle geliyor.

Bu hastalık, sâdece devlet kurumlarında değil özel sektörde de vardır. Devlet 2023, 2053, 2071 hedefleri koyarken, kişisel seviyede bir yıl sonrası bile düşünülmeden hareket edilmektedir. Sorumsuzluk, özgürlük zannedilmekte; hak etmeden en üst seviyelere göz dikilmektedir. 

AK Parti’ye Düşen Rol

Burada yerel ve siyâsal iktidar olarak en güçlü durumdaki AK Parti’ye önemli bir rol düşüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, partisindeki atâleti herkesten daha iyi gören makam olarak ilçe teşkilatlarına kadar inmiş durumda. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2019’daki iki seçim için her zamanki enerjisinde vites yükselterek çalışıyor. Ancak herkesin gözü ve kulağı Cumhurbaşkanı’ndayken emir, “en yukarı”dan gelmeyince, devletin çarkları dönmüyor.

Cumhurbaşkanlığını icraatçı bir kimliğe getiren Recep Tayyip Erdoğan’ın vermek istediği mesaj, her makamın icraatçı olmasıdır. Ancak bu mesaj, parti teşkilatında tam olarak anlaşılmadı. Süper Lig şampiyonluk kupasının verilmesi için bile sayın Erdoğan’ın devreye girmesi bunun en trajikomik örneğidir.

Siyâsî partilerde ilçeler, ilçe başkanı; iller, il başkanı; belediyeler, belediye başkanı devreye girmeden iş yapmıyor.

Dilekçeye cevap vermek ciddiye almaktır. Ama olumsuz cevap vermeyi alışkanlık edinmek, icraat değildir. Halkın özellikle belediyelerden beklentileri çok yükselmiş durumdadır. Çöp toplamanın, park yapma ya da suların akmasının prim yaptığı ve oy getirdiği dönemler kapanmıştır.

Bu konuda, iktidar partisi olarak AK Parti’nin metal yorgunluğundan arınırken yapacağı rol modellik, halkın medenî beklentilerinin karşılanmasında, sorumlu makamların inisiyatif alarak icraat yapmalarıdır. Aksi takdirde, büyüyen ekonomi, büyük ama hantal bürokrasi hastalığını tedâvisi imkânsız hâle getirecektir.