Vakıf Katılım web

ERDOĞAN'IN SUUDİ ARABİSTAN ZİYARETİNİN JEOPOLİTİK ARKA PLANI

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
Körfez şanslı bir şansızlık döneminden geçiyor. Kafanız karıştı değil mi. Şöyle diyelim, Körfez için sevinilebilecek gelişmeler var.

Körfez şanslı bir şansızlık döneminden geçiyor. Kafanız karıştı değil mi. Şöyle diyelim, Körfez için sevinilebilecek gelişmeler var. Öncelikle dünyada enerji arz ve fiyat krizi devam ediyor. Bu krizin Kovid-19 salgını sonrası birden ve aynı anda artan talepten tutun Ukrayna Savaşı ve Rusya’ya yönelik yaptırımların getirdiği bilinmezlik ortamına kadar çok çeşitli nedenleri var. Ancak kriz kısa dönemde tüm üreticiler gibi Körfez’in petrol, doğal gaz ve LNG üreticisi ülkelerini de etkiledi. Enerji krizinin ne kadar süreceği, 1973 krizinde olduğu gibi piyasalarda ne gibi dönüşümlere yol açacağı bilinmiyor ancak kısa dönemde yüksek enerji fiyatlarından yüksek gelir elde edip orta ve uzun vadedeki değişikliklere hazır olmak için gerekli sermaye birikimini gerçekleştirmek Körfez’in enerji üreticisi ülkeleri için bir şans. Ayrıca Körfez ülkeleri, başta da Suudi Arabistan, 2017’de görünürlük kazanan Körfez içi bölünmeyi onarmaya başlamaktan dolayı mutlu olmalılar.

Körfez’in şansı

Riyad, Abu Dabi ve Doha arasında tüm sorunların çözüldüğünü ve Körfez kardeşliğinin hiçbir şey olmamış gibi başa döndüğünü düşünmek için bir neden yok. Muhtemelen 2011-2021 arasındaki 10 yıllık Körfez içi güç ve etki mücadelesi dönemi, başarılanlar ve başarılamayanlar stratejik hafızaya kaydedilecek. Ancak bugün Körfez’in bir kanadı için rejim güvenliği sorunu olarak görülen hareketler jeopolitik olarak etkili değiller. 2011 Arap Baharı, Arap devrimlerine dönüşemedi. Batı, başta ABD olmak üzere, Ortadoğu’nun fabrika ayarlarının ötesine geçmesine izin vermeyeceğini hemen hissettirdi. Müslüman Kardeşler, jeopolitik olarak bölgesel zeminde kaybetti. Hatta hatırlanacaktır, otokrat modernleşme örneği olarak Muhammed bin Salman Batı menşeli dergi kapaklarını süsledi. Gerçi otokrat modernleşme hayali de kısa sürede söndü. En önemlisi jeopolitik olarak bölge devletlerini rahatsız eden değişimci güçler kuvvetini yitirse de -Körfez’in dışına da taşan- Körfez içi mücadelenin bir galibi olmadı. Dolayısıyla Körfez içi yarığı dikip onarmanın vakti gelmişti ve bu yarıkla beraber Körfez ülkeleri Körfez dışında da sürdürdükleri bölgesel güvenlik ve güç mücadelesini daha az maliyetli ve daha karlı hale getirme fırsatını yakalamayı umuyorlardı. Trump’ın gidişi bu açıdan bir şanstı ve bölge ülkeleri bu şansı kullanarak Al-Ula anlaşmasına, Körfez içi normalleşmeye giden yolu açtılar. Bir şansları daha vardı; o da Türkiye’nin bölgesel tansiyonu düşürmeye hazır olduğunu 2020’nin sonundan itibaren ifade ediyor olması. Böylece Körfez içi normalleşme dalgası daha geniş bir bölgesel çerçevede gerçekleşme imkanına kavuştu. Aslında Türkiye ikili ilişkilerde yaşanan sorunların ikili ilişkiler çerçevesinde kalmasına- ki ünlü kaşıkçı meselesinde dahi durum buydu-, uluslararasılaşmamasına özen göstererek yakınlaşma yönünde bir gelişme yaşandığı takdirde problemli konuların ikili çerçevede aşılmasına da zemin hazırlamıştı.

Bugün Erdoğan’ın Suudi Arabistan’a 2017’den sonra yaptığı ilk resmi ziyareti pragmatizm, reel-politik çizgiye dönüş ve ekonomik nedenleri öne çıkararak okuyanlar yüzde yüz yanılmıyorlar belki ama jeopolitik dönüşümü Ankara’nın ve Körfez’in karşılıklı ve zamanında okuduğunu, bu haftaki ziyaretin de o okumanın bir uzantısı olduğunu unutuyorlar.

Bölgesel endişeler

Söze, Körfez şanslı bir şansızlık döneminden geçiyor diye başlamıştık. Körfez’in büyük abisi Riyad başta olmak üzere Körfez ülkelerini, şanslarının geçici olabileceği konusunda düşündüren belli unsurlar var. Öncelikle ABD’nin İran politikası belirsizliklerini koruyor. Viyana’dan anlaşma çıkmasını beklediğimiz kaçıncı ay gelip geçti. Elbette uluslararası toplum, Washington ve Tahran süre ilerledikçe bir anlaşma yapılması zorunluluğuna daha çok yaklaşıyorlar. Bir anlaşmanın alternatifi nedir sorusuna verilecek cevaplar kimseyi tatmin etmiyor. Ama bu arada İran’ın elindeki kart da daha güçleniyor. Ayrıca İran doğal gaz ve petrolünün Ukrayna krizine boğulmuş Avrupa için alternatif seçeneklerden biri oluşu- en azından psikolojik açıdan ABD’nin Avrupa piyasaları için iyi bir şey yaptığını gösterme şansı olduğu-, Tahran’ın öz güvenini de bir anlaşmaya ulaşma sabırsızlığını da artırmış görünüyor. Bu akıl yürütme ve İran’ın nükleer kapasitelerinin geri döndürülmez noktaya gelme olasılığı Biden yönetimi üzerinde baskıyı artırıyor. Bu noktada ABD, Körfez ülkeleri ve İsrail’in kabul etmek istediğinden daha fazla tavizle bir anlaşma yapmaya meyledebilir. Bu olasılık, Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan’da İran’ın vekil güçlerinin aynı şekilde var olma olasılığına eklenince muhtemeldir ki Körfez ülkelerini ve İsrail’i bölgesel dengeler ve yeni işbirliği modelleri üzerinde düşünmeye itiyor. Sayın Erdoğan’ın son ziyaretinde Suudi yetkililerle görüşülen bölgesel gelişmelerin arasında Yemen ve Lübnan’ın zikredilmesi de, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Riyad dönüşü uçakta yaptığı açıklamalarda İsrail ve Mısır ile normalleşme süreçlerine değinmesi tesadüf olmasa gerek.

Kazan-kazanın ötesini düşünmek

Özelde Suudi Arabistan’ın genelde Körfez ülkelerinin yeni işbirlikleri ağı üzerinde daha yoğun düşünmesi için bir sebep daha var. Orta ve uzun vadede enerjiye dayalı pazarı çeşitli belirsizlikler bekliyor. Öncelikle bugün harıl harıl oradan yüzde 1 buradan yüzde 4 hidrokarbon kaynağı toplamaya çalışan Avrupa pazarı uzun vadede karbon-sonrası ekonomiye geçme peşinde. Bu ve benzeri belirsizlikler ile Körfez’in kendi artan enerji tüketimi de düşünüldüğünde bir süredir Riyad, Abu Dabi ve Doha’nın neden ekonomik çeşitlendirmenin peşinde olduğu daha net anlaşılabilir. Bu noktada Körfez ülkeleri insan kaynağı ve istikrarlı- güvenilir üretici ve tüketici olabilecek ortaklara bakıyorlar. Aslında Türkiye-Körfez ilişkilerinin ekonomik temelli kazan-kazan politikası zemininde tanımlanmasının geçmişi 1980’lere, Türkiye’nin ekonomik liberasyon kararlarına kadar geri götürülebilir. Zaman içerisinde, özellikle belirli sektörlerde (savunma sanayi, enerji, nükleer teknoloji, uzay teknolojisi vb) kaynak çeşitlendirmenin ve milli kaynaklara dayalı üretimin sermaye çeşitlenmesi ile desteklenmesinin bölgesel devletlerin pazarlık gücünü büyük devletler karşısında artırdığını hem Körfez ülkeleri hem de Türkiye tecrübe etti. Elbette çeşitlendirme stratejisinin de farklı sigorta mekanizmalarına ihtiyacı var.

Özellikle Rusya ve ABD arasındaki mücadelenin Ukrayna ile sınırlı kalmayacağı, ABD’nin Rusya’yı sınırlandırma stratejisinin Doğu Akdeniz ve Orta Doğu gibi bölgeleri de kapsayacağı düşünülürse. Dolayısıyla bölge ülkeleri için artık sadece bir büyük gücü başka bir büyük güç ile dengelemek, bir büyük güç kaynağını başka bir büyük güç kaynağı ile çeşitlendirmek yeterli değil. Büyük güçleri bölge üzerinde kapışmaya sokmayacak, büyük güç hatlarıyla ilişki kurabilecek (kurumsal ya da değil) bölgesel mekanizmalara/ağlara/kümelenmelere/yakınlaşmalara ihtiyaç var. Al Ula Anlaşmasından beri hissedilen, bu senenin başından itibaren gündemde olan Suudi Arabistan- Türkiye yakınlaşmasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ziyareti ile sembolik eşiğin aşılmasının ardında bu bölgesel jeopolitik dönüşümün ayak sesleri duyuluyor.

İyi bayramlar

Dünya zor bir dönemden geçiyor. Küresel düzenin sarsıntılarının etkisi kısa sürede yatışmayacak. Tüm bu zorluklarla mücadele ederken bayramlar bize bir soluklanma imkânı sağlıyor. Nostaljiye kapılınabilinir, hüzünlü olunabilir, mutlu olunabilir. Nasıl hissederseniz hissedin bugün bu soluklanma imkanına kavuştuğumuz/ kavuştuğunuz için kendinize iyi davranmayı unutmayın. Herkese mutlu bir bayram diliyorum.