Vakıf Katılım web

GERİLEYİŞ KAYGISI: ABD'NİN YENİ BAŞ AĞRISI

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
ABD için yeni bir şey değil, zaman zaman özellikle de ekonomide bir şeyler yolunda gitmezken hem düşünürleri hem de kamuoyunu yoklar.

Bu hafta ABD hakkında yazılan ve sıkça paylaşılan bazı yorumlar, Amerika’da birilerinin gerileyiş kaygısından mustarip olduğunu gösteriyor. Gerileyiş kaygısı ABD için yeni bir şey değil, zaman zaman özellikle de ekonomide bir şeyler yolunda gitmezken hem düşünürleri hem de kamuoyunu yoklar. Malum, ABD ekonomisinde enflasyon, istihdam filan tam yolunda gidiyordu bankacılık krizi patladı. Banka krizinin siyasal bir krizle (Trump’ın tutuklanması ile başlayacak) iç içe geçmesi de mümkün. Yani ABD’de kaygıyı panik seviyesine çıkartabilecek bir atmosfer de mevcut. “ABD güç ve alan kaybediyor” paniğine neden olanlar günün gerçekliğinden ziyade aslında ABD’nin bir gün gerçekten güç kaybetme olasılığı olduğunu bize hatırlatan işaretlerdir ve kimi zaman ABD’nin ön-alıcı güç gösterileri yapmasını meşrulaştırıcı bir işlev de üstlenirler. Son günlerde sıklaşan ABD eski gücünde değil yaygarasının; kafası karışık, Dünya’nın karmaşıklığını anlamakta zorlanan ve ideolojik çağrılarına yanıt bulmakta güçlük çeken Amerikan elitinin Dünya’yı anlama çabası mı yoksa ABD’nin revizyonist hamlelerine alan açma kaygısı mı olduğunu kısa sürede göreceğiz. Yine de bu yeni paniğin, hadi yumuşak ifade ile kaygının temelleri entelektüel bir ilgiyi hak ediyor.

ABD’nin deniz üstünlüğü biter mi?

Farklı yorumcular, ABD üstünlüğünün farklı dayanaklarının yıprandığını düşünüyorlar. ABD’nin gücünün temeli denizlerdeki üstünlüğü ve askeri gücünü aktarabilme kapasitesi olduğundan, panik yapılan alanlardan biri bu. Bu görüşe göre ABD donanma üstünlüğünü yitirebilir zira Rusya ve Çin’e yönelik uyguladığı politikalar, bu ülkeleri kaybettiklerini düşünmeye ve bugüne kadar uyguladıkları “ılımlı” alan kapatma stratejisini gerçek bir revizyonist hamleye dönüştürmeye itebilir. Bu görüşü savunanların aklında Ukrayna olmadığı açık. Onlara göre ABD’nin deniz üstünlüğünü sarsabilecek derecede stratejik önemdeki hamleler Ruslar tarafından Arktik’te, Çinliler tarafından Tayvan’da yapılabilir. Ve yine bu görüşü savunanlara göre, bir kere bu hamleler yapıldı mı, donanma açısından güç aktarımı yapabilen tüm aktörler kapatabilecekleri alanı kapatmaya, kontrol altında tutabildikleri boğazı kontrol altına alma stratejisi izlemeye başlayacak. Anlatılan bir “hoş geldin 19. yy” senaryosu. Elbette anlatılan, düşünülen her senaryo bir olasılığa da işaret ediyor. Ancak ben bu senaryoların dayandığı temel varsayımı, ABD’nin bu tür bir revizyonist hamleye karşı caydırıcılığının işlemeyeceği varsayımını sorunlu buluyorum. Evet, ABD Ukrayna’da Rusya’yı caydırmadı/caydıramadı çünkü a)- caydırmak istemedi, b)-Rusya’nın kazanabileceği algısının Kremlin’de oluşmasına neden olan ve Ukrayna öncesi gerçekleşen adımları (Kırım’ın ilhakı, Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi vb) çeşitli nedenlerle caydırmamayı tercih etti.

Rusya’nın 42 sayfalık itirafı

Bugün Rusya, ABD’nin atmadığı adımlara, göstermediği caydırıcılığa bakarak bir “tuzağa” çekildiğini düşünüyor. Daha 2 gün önce ilan ettikleri 42 sayfalık Rusya Federasyonu’nun Yeni Dış Politika Kavramı da bu hissiyat altında kaleme alınmış, Moskova’nın direneceği mesajı ile biten bir belge. Bu arada belge, devrimci dille muhafazakâr dil arası geçişlerle dolu ve bu yeni devrimci retorik aslında uluslararası düzende gerçek bir devrim yapma amacını temsil etmekten uzak. Çünkü, devrimci, dönüştürücü bir cümleden hemen sonra “barış içinde bir arada yaşama” mottosu seslendiriliyor. Kısaca, Rusya bu savaşa başlarken “Rusya’nın sınırları bilinemez” deyişini duvarlara yazsa da bugün ve gelecekte sınırlarını bileceğinden dem vuruyor. Devrimci dili kullanma tercihi, Kremlin’in ABD dışı dünyaya seslenmeyi amacından kaynaklanıyor. Bu dili kullanırken Moskova, “ABD ve uyduları” ile “ABD’nin peşine takılmak zorunda kalanlar” arasında bir ayrım yapmış ve ikinci kategoriye girenlerin (Avrupa da bu kategoride) bir gün Rusya ile barış içinde birlikte yaşama şansına sahip olduklarını fark etmelerini umuyor. Sözün özü, Rusya “yaşamsal” önemdeki damarlarına dokunulmadıkça savunmacı bir hatta kalacağına başkalarını ikna etmek için 42 sayfa kaleme almak zorunda kalan bir güç ve böyle bir güce karşı ABD caydırıcılığının işlemeyeceğini iddia etmek kaygıdan ziyade panik havası ile hareket etmek demek.

Sorun denizlerdeki güç ya da caydırıcılık değil

Aslına bakarsanız ABD’de panik havasını yaratan Rusya’dan ziyade Çin. Çin’in askeri kabiliyetlerini geliştirdiği, donanma gücüne özel önem verdiği bir gerçek ama söz konusu Pasifik’te denge değiştirebilecek hatların kontrolü ise (yani Tayvan ise, Japonya ise, Guam ise, Avusturalya ise) ABD’nin caydırıcılığının yeterli olmayacağını düşünmek bugün için çok zor. Üstelik unutmayalım, ABD bölgede QUAD, AUKUS, FAUKUS (evet Paris’in AUKUS’a yeniden dahil olması söz konusu) gibi oluşumlarla kendi donanma üstünlüğünden faydalanabilecek partnerleri seçiyor, hatta bu seçim işini son derece sübjektif ve esnek yapıyor ki caydırıcılığı sınanmadan Çin’in hedefini başkalarına doğru yönlendirsin, dikkatini bölsün.  Tayvan’ın her daim bir kriz ve provokasyon alanı olduğu açık. Ancak Tayvan konusunda statükoyu değiştirme gücünü sadece Çin’e atfetmenin de hatalı bir davranış olacağını düşünenlerdenim. Geçtiğimiz sene Biden’ın Tayvan’ı koruyacağız açıklamalarının, “önemli olan manası türünde bir açıklama mı”, “gaf mı”, ABD’nin Tayvan politikasını değiştirme yönünde bir “nabız yoklama mı” olduğu bir türlü açığa kavuşmadı. Sözün özü, Çin’de hissedilen Rusya gibi tuzağa düşmemeye dikkat etme endişesi boş bir endişe değil. Diyeceksiniz ki tüm bu tabloya bakıldığında ABD’nin “gerileyiş kaygısını” paniğe doğru tırmandırmasında bir gariplik var. Ya “çok kutupluluk” ile ilgili her sözcük Washington da birilerinin sinirlerini zıplatıyor, ya da ABD 1945’teki gücünü özlediğinden “mağdur” rolü yapıyor, sahneyi kendisinin daha saldırgan olacağı günler için hazırlıyor diyenlere hak vermemek de zor. Nitekim Biden’ın çok tartışmalı Demokrasilerin Birliği Konferansı, demokrasiyi küresel bir siyasal tercih olmaktan ideolojik bir silah olmaya devşirme çalışması açısından bir tür tiyatro sahnesiydi.

ABD’nin “yeşil güzeli” solluyor mu?

 Ancak kimse şunu yadsıyamaz, hegemonik projeler zorlu ve maliyetli projelerdir. Zorludur, çünkü mutlaka rakipler çıkar, zaman içerisinde müttefiklerin pazarlık gücü artar; herkes pastadan daha fazla pay ister. Pastadan pay isteyenleri masa başından kaldırıp, başkalarını davet ettiğin bir dolaşımı kontrol altında tutmak hem zor hem de masada yenileceklerin azaldığı ya da güzelleştiği dönemlerde çok yorucudur. Dolayısıyla hegemonik projeler sınanmaya, hegemonik güçler gerilemeye yazgılıdır. Bu yazgıdan kaçınmak için gücünüz küresel düzeyde kurumsallaşmalı. Bu noktada pesimist olanlar donanmadan ziyade Dolar’ın gidişatına bakıyorlar. Çok uzun sürelerdir ABD dışındaki dünyanın ticarette yerel paraları araç olarak kullanması gündemde. Bunun en önemli nedeni, ABD’nin Dolar üzerinden cezalandırıcı stratejiler uygulaması dolayısıyla ceza tehdidiyle yaşayanların doların etki alanını dengeleme arzusu. Ama Dolar sadece bir araç (cezalandırıcı milli bir ekonomik araç) olmadığından, küresel bir kurum olduğundan bu arzuyu hayata geçirmek çok mümkün olmamıştı. Euro ve Çin Yuan’ının pazarının uzmanlara göre “sığ ve kapalı” kalması bundandı.

Çin’e verilen “Dolar” vaadi

Şimdi Çin son iki hafta yaptığı diplomasi çıkartmasından yani Suudi Arabistan, Brezilya ve Rusya nezdindeki görüşmelerden bu konuda büyük bir vaatle dönmüş gözüküyor. Bahsettiğimiz vaadi aslında Şi’ye veren Putin idi. Hatırlanacaktır ay başında Lavrov, Türkiye, Çin ve Brezilya ile yerel paralar üzerinden ticaretle ilgili konuştuklarını duyurmuştu ancak Putin, Şi’ye yerel paralar ile ticaretten daha büyük bir söz vererek “Rusya’nın Asya, Afrika ve Latin Amerika” ile yapacağı ödemelerde artık Yuan’ın kullanılmasının düşünüldüğünü söyledi. Bu gerçekleşirse doların hakimiyeti elbette hemen bitmez- özellikle de Rus ekonomisinin hacmi düşünülürse- ama Yuan pazarını artık “sığ ve kapalı” olarak değerlendirmek de zorlaşır. Bu iki şeye sebep olabilir: 1)- ABD’nin Dolar (ticaret ve fonlar) üzerinden uygulayageldiği ödül ve cezaların cazibesi ve korkutuculuğu azalır. 2)-ABD’nin küresel sistemdeki rolü için en önemli kurumlardan biri olan Dolar’ın alanının “ABD ve peşine takılanlarla” sınırlanması, yani bir şekilde yerelleşmesi gerçekleşir. Bu durum sadece ABD geriliyor tiyatrosuna katılanları değil, ABD’nin gücü üzerine düşünen ciddi isimleri de endişelendiriyor. Kısaca, biraz gerçek biraz piyes ABD’nin gerileyişi, ABD’nin kazançlı olduğu düşünülen bir dönemde tartışılır hale geldi. Demek ki bugünün kazancı gelecekteki kazancı garantileyecek kadar sağlam görünmüyor.