HEM ESER HEM SANATÇI

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Sanat ve sanatçı kavramları da hızla dijitalleşen dünyadan nasibini alıyor.

Hem sanat eseri hem de sanatçı olan bir varlık var mıdır acaba? Bin yıllardır sorulan bu sorunun cevabı değişmedi: İnsan. Evet, insan hem âlemin en harikulade sanat eseridir hem de eser üreten bir sanatçıdır.  

Sanat ve sanatçı kavramları da hızla dijitalleşen dünyadan nasibini alıyor. Yapay zekâ ile üretilen eserler, dijital sanat, NFT formatındaki eserler, dijital sergiler, sanal resimler hızla yayılıyor ve sanatın doğası da hızla değişiyor, değişen her şey gibi.

Tarihin ilk yıllarından itibaren insanlığın ürettiği her şey gibi üretilen sanat eserlerinin de temel amacı; yaşamı sürdürmek, hayatı kolaylaştırmak, hayal gücünü geliştirmek, duyguları harekete geçirmek, kendini bilme yolunda mesafe almak, hayata anlam katmak, gelişmek, geliştirmek ve mutlu olmaktır.

Bugün geldiğimiz noktada insan eseri olan teknoloji, insanın hayatını kolaylaştırma ve mutlu etme amacından sapmaya başlamakla kalmamış aynı zamanda insanın yaşam alanını ve gerçek anlamdaki mutluğunu da tehdit aşamasına gelmiştir. Sanatın doğasındaki derinleşme insanı, doğanın sanatından uzaklaştırmaya başlamıştır. İnsan, bir sanatçının eseri olduğunu unutmaya başlamış, sadece eser üreten bir sanatçı olma sevdasına düşmüştür.

Oysaki insanın içine doğduğu âlem; müthiş bir tasarım, sınırsız formları barındıran bir eser, zihni geliştiren kavramlarla dolu, kelimelere sığamayacak kadar mükemmel bir sanat eseridir. Üstelik bu, her an oluşum halinde, her an değişen, yenilenen ve canlı bir sanat. Zihinsel kapasitemizin tarifinde zorlandığı, denizin yüzlerce metre derinliğindeki inci taneleri, yeryüzüne hayat veren envaiçeşitteki, biçimdeki, boyuttaki ve renkteki bitkiler, binlerce çeşitteki canlılar, gökyüzünde belirli bir sistematikle hareket eden gezegenler, gök cisimleri, çeşit çeşit yıldızlar… Kendi yapıp ettiklerimize odaklanmaktan bilinçli bir tasarımın eseri olan bu sürekli ve canlı sanata köreliyoruz.

Büyük âlemin küçük bir numunesi ve şaheseri olarak insanı tarif etmeye hem zamanımız hem gücümüz yetmez. Düşünün ki dünyadaki bütün teknolojileri bir araya getirsek dahi insanın bir gözünü, bir kulağını yahut herhangi bir organını ilk yaratım gibi yapamıyoruz. İnsanın ruhunu, aklını, duygularını, yeteneklerini, davranışlarını kısacası meçhul bir sanat eseri olarak kendi hakikatimizi anlamanın başındayız henüz.

MODERN DÜNYANIN BUNALIMI

Daha kendi gerçeğine aşina olamayan insanın, bu bilinçli tasarımın en önemli eseri olduğunu unutarak eser üreten yegâne sanatçı tahtına oturma eğilimi vahim bir gerçeğimizdir. Ve nihayet insan, hayatın ve ölümün sahibinden ve O’nun sanatından uzaklaştıkça üretmekten, kendini bilmekten ve anlamaktan da uzaklaşıyor. Bunun içindir ki ruh sağlığımız hızla zedeleniyor.

Zira birbirinin içine adeta saklanmış olan doğa ve sanat birbirini tamamlarken insan, ürettikleriyle doğanın dışına hatta üstüne çıkmaya heves etmeye başlamıştır. Doğanın sunduğu engin derinliklerden kopup sadece aklımızın ürettiklerine hapsolmaya başladıkça psikolojik dengemiz bozuluyor, ruhumuz alarm vermeye başlıyor. Âlemin sonsuz çeşitlilikteki sanatından uzaklaşmaya başlayan insan, tabiattan sağlaması gereken öğrenmelerden uzaklaşarak yabancılaşmıştır. Barış içinde olması gereken doğayı katletmeye yönelmiştir.

Ürettiğimiz teknolojinin, gelenekle savaşı kızıştıkça eşsiz âlemin bir parçası olduğumuz gerçeğinden uzaklaşıyoruz. Modernitenin zorladığı sözde özgürlük alanlarımız genişledikçe René Guénon’ın ifadesiyle ‘Modern dünyanın bunalımı’(1) da derinleşiyor. Bu bunalım, sonsuz olan âlemin içindeki sonsuz şeylerden uzaklaşmamıza ve kendi başımıza kalmamıza neden oluyor. Bu yabancılaşmanın yansıdığı alanlardan biri de ürettiklerimizdir. Eser olduğunu unutan insanın ürettiği eserler de doğanın öğreticiliğinden, âlemin renginden, saf bilgiden ve külli bütünden uzaklaştığı için insan, arzu edilen ruh dinginliğini sağlamada zorlanıyor.

HAYATI BİR SANAT GİBİ YAŞAMAK

Sonuçta insanın; bir sanat eseri olduğunu unutmaması, ürettikleri ve yaşam tarzıyla parçası olduğu âlemle yarışmaması, onun üzerine çıkmaya yönelmemesi, dingin bir psikolojik yaşam için elzemdir. Ürettiğimiz eserin bizimle yarışmasındaki anlamsız çaba gibi bir eser olarak bizim bu yarışa girmemizin de anlamı yoktur. Aksi halde akıl, kalp ve vicdan saç ayağını güçlü tutarak ruh sağlığımızı dengede tutmada zorlanırız.

İçinde yer aldığımız sonsuz âlemin müstesna bir bileşeni ve tamamlayanı olarak onunla uyum içinde olmak için ürettiğimiz sanat eserleri yanında hayatımızı, bir kilimin nakışları, bir türkünün nameleri, bir resmin renkleri gibi kısacası hayatı bir sanat gibi yaşamak elbette bize iyi gelecektir. Modern dünyanın bunalımından kurtulmak için muazzam âlemin rahmetini, estetiğini, rengini, melodisini, derinliğini ve değerlerini yakalamak zorundayız evvela.

Bir insan olarak inşa etmeye giriştiğimiz her çeşitten sanat eserleri, bizi sonsuz evrende kaybolmaktan kurtarmalı, doğa ile uyumumuza yardımcı olmalı, estetiğin güzelliğiyle buluşturmalı, bizi kendimize ve asıl eser sahibine yaklaştırmalıdır. Ve unutulmamalıdır ki bizden âleme yayılan sözler, tutumlar ve davranışlar da ürettiğimiz sanat eserleri kadar bizi baki kılar.

Dolayısıyla hem eser hem de eser sahibi olmanın hakkını vermek için hayatın, güzele yolculuğumuzun bir parçası olduğunu göz ardı etmememiz, günlük yaşamımızın her karesini, bir sanat eseri üretmenin disipliniyle nakşetmemiz önemlidir. Bu ise bir sanat eseri olarak gönlümüzü ve bir sanatçı olarak aklımızı bir elmanın iki yarısı gibi bütünleştirmeyi gerektirir.

(1) René Guénon (2020). Modern Dünyanın Bunalımı (Çev.: M. Kanık), İstanbul, İnsan Yayınları.