HUZURSUZLUĞUN FAY HATLARI (2)

Sezai ŞENGÖNÜL
Tüm Yazıları
Sonra negatif içerikli, şahsi bazı kişisel olayların yaşandığı her yerde herkes de bilir ki devletin tüm organları, kolluk kuvvetleri, sivil toplum kuruluşları, yerel gazeteleri, haber bültenleri, eşi, dostu, komşusu, akrabası bulunur.

Dünkü yazımızın devamı... Kaldığımız yerden devam edelim.

Sonra negatif içerikli, şahsi bazı kişisel olayların yaşandığı her yerde herkes de bilir ki devletin tüm organları, kolluk kuvvetleri, sivil toplum kuruluşları, yerel gazeteleri, haber bültenleri, eşi, dostu, komşusu, akrabası bulunur. Onlar zaten yapılması gerekeni 'lokal' olarak olayın olduğu, yaşandığı yerde doğal olarak yaparlar. Duyması gerekenlere duyururlar, araştırır, soruşturur, kovuşturur, koşturur, neticeye bağlarlar hasılı. Acıları da yine paylaşılır. 

Hal böyleyken, o acıyı yaşayan insanların psikolojisini de olumsuz yönde etkileyecek, küçük bir yerde yaşanan bir ailevi olayı, ya da şahsi bir olayı koskoca Türkiye kamuoyunun gündemine taşımak, servis etmek neyin nesi? O insanlar ki, kendi hallerinde ve yüzyıllardır var olan, bir örf adet gelenek çerçevesinde sevinçlerini, acılarını, yaslarını kendi hallerinde zaten yaşayıp giderler.

Bu kadar alt yapı olayın yaşandığı yerlerde varken, onları huzursuz edecek tarzda işlerine neden başka türlü bir 'çomak' sokulur ki. Acılı ailenin acısı daha da katmerlenir. Bunun adına siz "Aa, acıyı böylece kamuoyu da paylaşıyor yahu, acıyı paylaşıyoruz" diyemezsiniz. Bu tür şahsi olaylar o türden bir acı paylaşması değildir. Bu insanımızın duygularını 'reyting' uğruna bozuk para gibi harcamak, ona yem etmektir!

Ha, ortak milli bir acımız olur şehitlerimiz mesela, tanındık sanatçılarımız, düşünce adamlarımız vesaire... Bu türden olanlara 'eyvallah' der, hep beraber ağlar, üzülürüz. Ya da milli manevi başka bir değerimiz olur, ona da eyvallah. Bana göre bazı acılar utangaç ve çekingendir. Bir adaba göre yaşanır, çekilir. Sahnelere, vitrinlere, deklanşörlere sıcak bakmaz! Kendi köşelerine kıvrılıp acılarını öyle çekerler. İçlerini de. Çok fazla görücüye çıkmaya gelmezler.

Ha, sonra bu mesele sadece bir 'reyting' meselesiyle mi sınırlı? Ötesi yok mu? Dünkü köşe yazımda ucundan biraz değindim. İşin bam teline asıl şimdi dokunacağım. Gizli özne kısmına, biraz perde arkasına? Görünenden daha ötede, arkada saklanmış olan, keşif edilecek başka görüntülere, izlere, işaretlere, suretlere daha doğrusu. Bu tür negatif haberler sık sık insanların, kamuoyunun gözüne sokarcasına sere serpe seyrettirilirse, aslında bu başka nelere delalet, işaret eder?

Bu tür negatif, olumsuz haberleri televizyon kanallarında veya diğer medya organlarında çarşaf çarşaf servis edenler 'iğneyi' kamuoyunun, toplumun vicdanına batırırken asıl 'çuvaldız' bu türden işler dolayısıyla kime batar veyahut batacak, işin bu yönünü dair ne denli bir bilgiye sahipler, bilen var mı? İşte, işin 'bam teli' tam da burası.

O türlü negatif olayları 'seyrettirmelere' sorumluları olarak müsaade edenler veya kurumsal denetim mekanizmaları, kanımca işin bu tarafına dair fazla bir şey bilmiyorlar. Bilerek yapıyorlarsa vebali boyunlarına. O ihtimal de kısmen yok değil! İsterseniz şimdi o 'bumerang' daha iyi anlaşılsın diye bazı sorularla beyin jimnastiği yapalım biraz. Lakin sorduğum bazı soruların cevabını tam olarak vermeyeceğim, cevabı sizlere bırakacağım. Ama cevap niteliğinde bazı ipuçları olacak. Bazı sorular cevabı da kendi içinde barındırıyor olacak gizli özne olarak!

Misal; O tür negatiflikleri, haberleri, görselleri görenler açısından günün sonunda kimler sorumlu tutulur, muhatapları kimler olur? Sadece o tür haberciliği yapanlar mı? Yoksa bu işlere müsaade eden, oradaki yöneticiler, siyasiler, resmi denetim mekanizmalarının da önlem almada ihmalkar davrandıkları için aslında bu işlerin öyle olabileceği ihtimali insanların ve kamuoyunun aklına gelir mi, muhatap olarak görülürler mi? Veya, insanlar ve kamuoyu nezdinde, "ortada ne boşluğu var ki, böyle şeyler yaşanıyor, bize reva görülüyor algısı oluşur, sonra da bu böyle neyin zayıflığıdır" düşüncesi hasıl olur mu?  Bir irsaliyesi, faturası olur mu bu işlerin, olursa nasıl, hangi vakit ve kimlere bir zarf içinde postalanır? 'Bumerang!' sözcüğü işte tam da buraya tekabül ediyor gibi...

Gibi diyorum... Çünkü öngörü ha bunların bir kısmı. 

Hasılı bence, yukarı satırlarda bahsimize konu olan o 'negatifliklerin' gelinen noktada çok ciddi zararı var hepimiz için. Maliyeti de, faturası da. Ben dilimin döndüğünce işaret ettim. Olan bitene bakarak bu tür işlere kulak tıkamak artık ne denli doğru olur, işin o yanını da muhataplarına bırakıyorum. Zaten, "bazı kulaklar, bazı konulara tıkansa bile kulak çınlamasıyla kendini hatırlatır!" Bunu hep derim. Öyle ya, bir yerde göze çok batan negatiflikler olursa, muhatap adresler de o kadar çok hatırlanır.  Adreste olanların birçoğunu 'kulak çınlaması' tutar. Bu kaçınılmaz. İyi yapılan işler de de 'çınlama' işi olur! Farkı şu; biri huzur verir, biri kaçırır!

Bahse konu işlerin medya kısmında uğraş veren birisi olarak gönül isterdi ki, bu tür bir yazıyı kaleme hiç almayayım. Ne yazık ki aldım. Nedenlerini izah ettim. Bahsi geçen ve kamuoyu önüne bu kadar çok sürülen 'negatiflikler' artık toplumsal huzursuzluğa dair bir 'göze' olmuş durumda. O gözeden akana ise hepimiz 'tas' uzatıyoruz. Lakin taslara dolanlar 'huzursuzluk' tadında! Bir vatandaş olarak beni de etkiliyor. Haliyle daha fazla içmemek, içirilmesini engelleme noktasında gözeyi ve çeşmeyi yada onlardan birini işaret etmekte belki çözüme dair bir adım olur.

Bu hal, aynı zamanda huzursuzluğun içinde kuvvetli bir 'fay damarı, hattı'' haline gelmiş gibi. Üstelik içten içe hareketli gözüküyor. Aklı başında olanlar umarım bu işin ciddiyetini anlar ve çözümü noktasında da bir an önce gözle görülür kimi adımları atarlar.

Önümüzdeki Salı, yani 8 Mart 2022 tarihi "Dünya Kadınlar Günü" olarak kutlanacak. Şimdiden tüm hanımlara kutlu olsun...