İÇ HUZURUN OLSUN

Ümit G. CEYLAN 14 Eki 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
İç huzur sağlam bir inanç ve irade gerektirir.

İç huzur sağlam bir inanç ve irade gerektirir. Gerisi korku, endişe ve vesvesedir. Aynaya bakarak saçlarımızı düzeltip, kaşımıza, gözümüze çeki düzen veririz. Bu dış görünüşümüzdür. Bu da gereklidir. Ama sadece dış görünüşle iç huzur yakalanamaz. Asıl o aynaya her bakışta vicdanı ötelemeden gerçeklerle yüzleşebiliyorsak iç huzura bir adım daha yaklaşırız. Kendimizle baş başa kaldığımızda etrafta, gaipten duyduğumuz sesler kulağımızı tırmalıyor ve aynaya bakmakta sürekli kaçınıyorsak bir süre sonra yüzümüz bile kızarmaz hale gelir. İnsan kendini bile dinlemez, etrafına aldırış etmez, beni kimler alkışlıyor diye sadece o sahte sesleri arar.

Acı ot yemedim ki karnım ağrısın

Bizim kültürümüzde acı ot yemedim ki karnım ağrısın derler. O halde, bizi rencide edecek hal ve hareketlerden sakınacağız ki, kalbimiz mutmain olsun. Bize şüphe uyandıracak şeylerden bile uzak dururuz. Böylelikle arafta kalmaktan kurtuluruz. İkilem içinde olmayız. Çelişki ve paradoks hayat yolculuğunda zikzak çizmektir. Kamyonun freni boşalmış yokuş aşağıya son sürat gidiyorsa insan ya duvara toslar ölür ya da sakat kalır. Her iki durumda da bir acı son olacaktır. Ama kamyonun freni boşaldığını fark edip son anda dahi olsa direksiyonu kırabilir hem kendi hem de içindekiler kurtulabilir.

İnsan sadece kendini kandırır

Aslında insan önce kendini aldatır. Kendi kendini kandırır. Öyle olur ki bir müddet sonra kendi yalanına inanır. Ne yazık ki insan böylelikle bir iç kanama ve travma yaşar. Oysa yol yordam bellidir. İnsan iyi ve güzel, doğru şeyler yaptıkça gönlü ferahlar. Kutsal bir buyruğu yerine getirmiş gibi huzur bulur. Her zerre onun için bir mutluluk ve huzur vesilesidir. Bilir ki kalp kıranın kalbi kırılır. Başkalarının yargılarına kulak asmak gerçekleşmeyen isteklere takılmak bunlar aslında hepsi kendini kandırmaya devam etmek için oluşturulan zihinsel illüzyonlardır. İnsan hüsranı yaşamak isterse bu kolaydır. Kendini kandırmaya devam edebilir. Kendiyle barış sağlayamayan insanın başarısı sabun köpüğü gibidir. Köpük sönünce yine hüsran yine acımak ve daha fazla öfke demektir. Bu zincirleme kandırmacalar oyunundan kurtulmalı insan.

Doğaya bak nasıl hareket halinde

Doğa en büyük öğretmendir. Allah’ın insanları uyandırma vesilesidir. Her mevsim doğa Allah’ın buyruğundan kopmadan yaprak veriyor sonra döküyor ve bu döngü hep böyle devam ediyor. Doğanın yasaları belli. Bu yasaları bozmak için didinen insan doğanın tahrip olmasını, mahsulün bereketinin kaçmasına sebep oluyor. Oysa yasalar değişmez ki. İnsan kendi iç huzurunu da kendi kaçırır. Kendisinden kaçınan insan başkalarıyla uğraşır. İnsan kendini sevmeli elindekilere şükretmeli. Paylaşımcı olmalı. İnsanların içindeki potansiyeli ortaya çıkarabilmeli. İnsanları yargılamayı bırakmalı. Kendi yanlışlarının üzerine gitmeli. Hayatla boğuşmadan kendini olumsuzluklara teslim etmeden güzellikleri kucaklamayı bilmeli. Kendi iç huzuru olan insan etrafına da huzur ve neşe saçar vesselam.

HER KIZ ÇOCUĞU GÜNEŞTİR

Her kız çocuğu doğduğunda hem çok sevinirim hem de hüzünlenirim. Bir kız çocuğu büyürken annesi tarafından anlaşılmazsa, kucaklanmazsa, başı okşanmazsa o çocuk annesi hayattayken öksüz gibidir. Hüznüm bundandır. Sevincim ise her kız çocuğu dünyayı aydınlatabilecek bir ışık taşır. Bu ışık dertlere derman olacak kadar umut dolu bir yürektir. O yüzden kız çocuklarının umudu hiç kırılmamalı, aşağılanmamalı, küçük görülmemeli. Kız çocukları anlaşılmalı ve sevgiyle kucaklanmalıdır. Bir gün eşini bulduğunda onunla el ele ufka gözlerini diktiklerinde, yürekleri ile karanlığa güneşi doğurtabileceklerine inanmalılar. Kız çocukları mutlu olmadan dünyaya güneş doğmaz. O yüzden kız çocuklarına sahip çıkalım.

SÖZÜN DEĞERİ

Şu toz duman kaplı dünyada bir sevdiceğin olsun. Sisli bulutlu günlerde gözüne göz olsun, yoldaşın olsun. Derdini kim bilir ki? Hep elinden tutanın olsun. İçin cızzzz ettiğinde, yüreğine su serpen yağmurların olsun. Her yaşında adımını senden esirgemeyen, dostun olsun. En büyük değer sözünün eri olanla aynı sofrada bulunmaktır. İşte bizim nasihatlerimiz de hep söz üzerinedir. Allah bilir; sözün büyüğü O’nundur. Bizim vazifemiz o sözü sonuna kadar taşımaktır. Ey oğul! Bizim yolumuz, azığımız buraya kadar. Unutma, zaman geçtikçe söze kıymet biner. Hazine değerinde o sözün peşine düşen nice sarraflar çıkar. Ancak akılsızlar sözü altın terazisinde tartarlar, değerine paralar biçerler. Oysa sözün yeri akıl ile kalbin tam ortasındadır. Söz dengeyi sağlayacak ki akılla verilen kararları kalp tasdik etsin ve kalpler huzur bulsun. Söz mirastır evlatlar. Hayırda söylenirse şifa, belada söylenirse dert olur. Söz birbirinize yoldaş olmalı ki içiniz hep ferahlık bulsun. Sözün özü evlatlar, hep doğruyu söyleyin. İnsan olmak kolay değil. Kişinin değeri, sözünden belli olurmuş. Sözü bazen yutmak gerekir. Bazen sözü acı yerine söylemek lazım gelir. En zoru da son sözü söylemek için nefeslenip, kelime-i şehadet getirmektir. Allah nasip etsin, bizim sözümüz bilgelerin sözü olsun. Yel almasın, dinlensin. Sözümüz arşta kıymete binsin, kut kazansın. Ölümden sonrasına bir sözümüz kalsın. O da evlatların dualarında, sözlerimizden hisseler olsun.

GÖKÇE KURT ELİTEZ

BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ MİSALİ

“Masal bir anda, biz istiyoruz diye teşekkül etmez. O hayatın içinden fışkırır.” demiş Ahmet Hamdi Tanpınar. Masal yaşamın aynasıdır. O; kelimelerin gücüyle, sözün sihrini, sembollerle harmanlayıp bize armağan edilmiş en kadim bilgidir. Onun sesini ancak kalbi ile işitenler duyabilir. Duyanlar yaşamı uyudukları bir rüya olarak görenler ve sürekli uyanık kalmak için masalların, sembollerin dünyasına ihtiyaç vardır.

İlkel çağlardan bu yana insanın ihtiyaçları yeme, içme, barınma, üreme olarak belirlenmiştir. Lakin bu ihtiyaçlar insanın madde alemindeki bedenini doyuran ihtiyaçlardır. İnsan; beden- ruh, akıl-kalp ile var olan bir canlıdır. Sadece beden ve akıl doyumuyla yaşayan insan eksik kalır. Ve bu eksiklik onu yavaş yavaş kemirir. Böyle yaşayan insan, sık bir ormanda dolaşan kelebekler misali ne tarafa uçarsa uçsun hep ağaçlara çarpar. Çoğu zaman bunun farkına ya hiç varamaz ya da çok geç kalır. Ruhu ve kalbi mutmain olmadan yaşayan insan yaşamın içinde uyuyan ama bunun farkında bile olmayan biri olur. Nasıl kurtulmalı bu darlıktan.

Schopenhauer’in dediği gibi, belki de dünyamız mümkün dünyaların en fenasıdır. Her ağırlığı çeken küre, kalbi çekemiyor. Kalpsizlerin cenneti olan bu dünyada yaşam denilen handikap bizi birbirimize görünmez hikayelerle her defasında bağlıyor. Hepimiz kendi yaşamımız birer kahramanı olarak belki de kendimize bu dünyayı zindan yapıyoruz. Ne garip bir cilve! Kalpler kirlendikçe, ruhlar zincire vuruldukça en çok bizim kalplerimiz kırılıyor. Kalbi akıl himayesinde anlamak boşunadır. Kalp dilinden anlamak onu muradına ermiş kalbe sorarak olur. Zira kalpler kırılmak için yaratılmıştır. Ve kırıldıkça kendine yol bulan her kalp sonunda sonsuzluğun parçası olduğunun farkında hatırlamaya ve uyanık kalmaya başlar. Ruhu ve kalbi beslemek sonsuzluğun en gizli anahtarıdır.

Bir masal misali hayat; bir var bir yok… Kalp yoluna çağırır kahramanı… Kendi yaşamının kahramanı olan, cesur bir adım atar ve bilinmeyen dünyanın, iç alemin dehlizlerinde masalın hakikatle buluştuğu o yerde tamamlanır. Bir var ve bir yok arasında geçer tüm serüven… Hakikat, masalın özünde sırlanıp, perdelenmiştir. Bilinmeyi bekler. Hatırlatan bir ses gibi hayatın içinde her an yeniden ve yeniden anlatır görünenin ötesinde olanı… Masal hayattır. Ve hayat masaldır. Masal; DOĞUM, YAŞAM VE YENİDEN YAŞAM tüm döngüsüyle hayatın içinden fışkırır. Sırlanıp, perdelenmiş hakikati kalp sahiplerine anlatır.  Yaşamın içinde her an yeniden doğum mevcuttur. Bir annenin bebeği doğurması gibi hayat her an binbir doğuma gebedir. Zamanları birler, anın içinde yeniden ve yeniden bir doğum gerçekleşir.

Nefes, insanın hayatıdır. Su insanın kaynağı. İşte insan ilk nefesi aldığı ana rahminde bir kahramanın yolculuğuna başlar. Bu insanın mağarasıdır. İç alemidir. İnsanın ana rahminden toprağın rahmine doğru yürüdüğü yol; bir var bir yok misalidir. İnsan doğar, büyür kendine bu dünyada yer bulmaya çalışır, yaşlanır ve ölür. İçinden geçtiği, duraklar, yollar, eşikler hep aynıdır ama hep bambaşkadır. İşte bu yüzden aslında Tek Bir Masal Var. Ve Tek Bir İnsan Var. Masallar, Hikayeler Evrenseldir. Kollektiftir. Ve Bizleri Birbirimize Büyük Bir Hakikat İpi İle Bağlamıştır.

YAŞAMDA DENGE

Hakikat ipi her an hareket halindedir, bilimin ötesinde, zihnin ötesinde, bilginin ötesinde zuhur eder. Akıl kavrayamaz. Masal yoluna akılla çıkılmaz. Bu yolculuktur ve kalp sahiplerinin, kalplerine yaklaşanların, derinlerden gelen çağrının kaynağını arayanlar, korkusuna rağmen, kendine rağmen, her şeye rağmen cesurca adım atan, yürümeye devam eden kahramanların yoludur.

İnsan kendine yaklaşmak, iç alemi anlamak, bilinçdışında olanı fark etmek, bırakmak için kendini masalların sonsuz hayal alemine ihtiyaç duyar. Orası kolektif insan bilinçdışının yansımalarıdır, temel korkuları, ihtiyaçları ve arzuları masalların sembol dilinde var olarak insana onları duyumsatarak iç alemi ile de bağ kurma olanağı sağlar. İnsan sadece dışta değil, sadece içte değil, hem içte hem dışta her an yaşamın içinde hareket ve dönüşüm halindedir. Bunu dengeleyen birey kendi yolculuğunda özgün ve özgürce nefes alan bir kalp ile yaşamaya başlar.

Bu masal yolculuğu hayatın içindedir. Çocuklarla bu ilişkileri bu bağları, bu kaos ve kozmosun uyumunu bilinçli taraftan konuşmak, yaşamak ve fark etmek bir çocuğun hayatında ona sunulacak en önemli pusuladır. Anlatıp, paylaşmalıyız bu süreci… Kalp sesiyle dengelemek iç ve dış alemi… Kahraman gibi her eşiğin olanaklarına kendini açabilmek. Korkusuna rağmen yürümek. Cesurca kendine adım atmak; yaşamın ve masalın kaynağına yürümek asıl amaçları için nefes almak.

“İnsanın kalbi, onu kendini aşmaya zorlayan hayal gücünü kanında dolaştırır.” Demiş Goethe. Seçim bizim elimizde. Çocuklara ve kendimize sanırım seçim yapmayı seçebilmeyi hatırlatmamız, kendimize ve onlara her an hatırlatmamız ve yeniden öğrenmemiz gerekiyor. Masalda kahraman her an seçim yapar, hayatta insan her an seçim yapar. Peki ya asıl seçim hareket halinde dönüşen hayatın içinde her an dengeye yürümeyi seçmek ve bu seçimle yürürken yavaşlamaya, durabilmeye de alan açmak, deneyimlemek durmayı, telaşsız ve olanı fark etmek için yavaşlamak. Yaklaşmak kalbe… İşitmek için yavaşlamak… Sanırım en çok hatırlamamız gereken bu… İşitmek için yavaşla, yaklaş kalbine.

KALBİ İLETİŞİM

TATLI DİL

Tatlı dil her zaman yılanı deliğinden çıkarır. Hem de koşulsuz bir şekilde, en kibirli en yontulmamış insan dahi tatlı dilden bir şeyler hisseder. Günümüzde melek gibi ortada dolaşmak mümkün değildir. Öyle bir şey de olamaz zaten. Biz insanız neticede. Ama farkındalığımızı geliştirmek elimizdedir. Bir hoca düşünün öğrencilerine sürekli sabırdan bahsedip duruyor ama kendisi en ufak bir gecikmede veya meydana gelen hatada sabırsızlık gösteriyor etrafı kırıp geçiriyor. Böyle bir hocaya hangi öğrenci inanabilir. İşte o yüzden önce insan olarak farkındalığımızı arttırmak zorundayız. Ailemizde, mesleğimizde, komşulukta velhasılı her an iletişim halinde olan insan hatalarını da bilmeli kendini daha iyiye nasıl götüreceğini de hesaplayarak yaşamalı. En öfkeli anında farkına varıp tatlı dille muamele eden kişi her an aynı şekilde mukabele görür.

ARTI EKSİ

Artı

Güvenlik görevlisi

Metroya binmek üzere turnikelerden geçerken ücretsiz kartım her defasında “bibip” diye bir ses çıkarıyor. Ücretsiz kartlar genellikle emeklilerde oluyor veya kolluk kuvvetlerinde. Gözümde siyah gözlükler sivil bir şekilde turnikeden geçerken ücretsiz kartımın ötmesi güvenlik görevlisinin dikkatini çekti. Sanırım son beş yılda ikinci kez güvenlik görevlisi bana ne tür bir kart kullandığımı sordu. Ben de basın kartı olduğunu söyleyince teşekkür etti. Ben de mukabele ettim. Güvenlik görevlileri çoğu zaman bu tarz yerlerde artık kanıksadığımız insanlar oluyorlar. Her gün binlerce insan yüzü gören görevlilerin de insan ilişkileri zamanla zayıflıyor. Bu yüzden görevlinin kartım ile ilgili bilgi istemesi iletişiminin hala diri olduğunu göstermesi bakımından önemliydi.

Eksi

Kına geceleri

Gelinlere kına yakmak Anadolu’dan İstanbul’a taşınmış bir adettir. Yaşı bugün altmışın üzerinde olan İstanbulluların evlenme merasimlerinde kına gecesi yoktur. Bugün yaygın olarak kutlanan kına gecesi netice itibariyle kültürümüzün özüne aykırı değildir. Sadece gelin kızın arkadaşları ve kadınların bulunduğu bir ortamda kızı ağlatmak için Türkülerin yakıldığı eğlenceli bir törendir. Kayınvalide ve büyükler tarafından gelinin kınalı avucuna sıkıştırılan altın ile süren sonrasında oynayarak geçirilen güzel bir eğlencedir. Bugünkü kına organizasyonları ise gelenekselden uzaklaşmış durumdadır. Erkeklerin de bir köşede izlediği kına organizasyonu şirketler tarafından büyük bütçelere düzenleniyor. Eskiden kızın evinde mütevazî bir şekilde yapılan kına gecelerinin yerine, kiralanan mekânda dansözler oynatılıyor, geline taht kuruluyor, masalar süsleniyor ve bütçeye göre dahası da var tabi. Sonuçta kına gecesinin gelinin kız arkadaşları ile birlikte yerde serilerek kâh gülerek kâh kıkırdayarak geçirdikleri o kendine has geceler geride kalmış ve yerini bir takım organize işlere bırakmıştır. İşte kapitalizm buna denir.

PERİSKOP

ZEVKSİZLİK

Şehir mobilyalarına reklam unsurları da dâhildir. Fotoğrafta görünen markanın Üsküdar metro çıkışında yolcuları ilk karşılayan görüntü olması bakımından eleştiriye açıktır. Üsküdar ki bir hanım sultanlar beldesidir. Mihrimah Sultan Camii, Valide Sultan Cami çeşitli yerlerde çeşmeler ve daha birçok tarihi yapı Üsküdar’ı Üsküdar yapar. Ancak tüketim dünyasının en acımasız hali sokaklara, evlerimize, ceplerimize, gırtlağımıza kadar inmişken artık soluğumuzu kesecek kadar ipleri sıkıyor. Nefes aldırmıyor. Onca güzel görüntüyü göstermemek için türlü yollardan damarlarımıza kadar giriyor. Giriyor ki estetik nedir unutalım isteniyor. Varsa yoksa tüketelim ve tükete tükete kendimizi de tüketelim. Üsküdar’a bu ucube şey olmamış, tıpkı diğer ucubeler gibi.