İKİLİ EKONOMİK YAPI VE KASABA TUTUCULUĞU - I

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Türkiye'nin tarihine baktığımızda toplumsal çatışma ve değişimi belirleyen sınıf mücadelesinden çok farklı üretim tarzlarının mücadelesidir.

Biz iktisatçılar sosyal bilimciler içinde bir açıdan en şanslı grup olarak tanımlanabiliriz: Elimizde ölçüm yapabilmemiz için çok sayıda sayısal veri bulunmaktadır. Ancak bu başka bir açıdan büyük bir zafiyet de doğurmakta: Her şeyi sayılara ve verilere indirgeyerek esas gayeden uzaklaşmak. Bir sosyal bilimci için esas gaye insan birey ve toplumlarının davranışlarını neden ve sonuç ilişkisi ile açıklamaktır. Her şeyi faiz oranları, enflasyon ve büyüme oranları, borsa endeksi ve kurlar gibi ölçülebilecek sayısal değerler ile açıklamaya başlayınca ve bu sayısal değerleri de olabilecek en basit ve en kaba denklemlerle izah etmeye çalışınca, gerçek toplumsal ilişkiler ağının çok küçük bir parçasını – o da belki – görebilirsiniz. Bu yüzden iyi bir iktisatçının sayısal analiz, matematik ve istatistik gibi bilimler yanında sosyoloji, tarih, ilâhiyat / teoloji, antropoloji gibi sosyal bilimlerle de sürekli iletişim halinde olması gerekir. Sürekli verilerle ilgilenmenin getirdiği bir sorun da, bu verilerin zaman sıralamasına göre açıklanmasından kaynaklanan nedenlerle iktisadi ilişkileri zaman boyutu içinde analiz etmek olmuştur. Halbuki iktisadi olgular arasındaki ilişki ve süreçler sadece zaman boyutuyla bağlı değildir, aynı zamanda mekâna bağlı olarak da bu ilişkiler değişim gösterir.

Türkiye’nin tarihine baktığımızda toplumsal çatışma ve değişimi belirleyen sınıf mücadelesinden çok farklı üretim tarzlarının mücadelesidir. Biliyorum çok kapalı ve teknik bir ifade oldu. Bunu açıklayacağım, merak etmeyin. Bugün Türkiye’nin her daim gündeminde olan merdiven altı cemaatlerin doğduğu iklimi anlatmaya çalışacağım. Bu iklime “kasaba tutuculuğu” adı verdim. Burada kasabalarda yaşayan insanlarımızı töhmet altında bırakmak istemem, bu daha çok sosyolojik be tanımlamadır.

SINIF ÇATIŞMASI NEDİR, NE DEĞİLDİR?

Toplumlarda ekonomik roller belli bir iş bölümü ve uzmanlaşma ile dağıtılır. Bu toplumsal üretimin ve sonuçta ortaya çıkan refahın daha yüksek olmasına neden olur. Ancak her üretim tarzında farklı iktisadi sınıflar ortaya çıkar. Her bir sınıf kabaca üretimin yapılmasında gerekli olan üretim faktörlerinin sahiplerinden oluşur. Üretim ve refahın artması yanında bunun sınıflar arası paylaşımı da önemli bir mesele haline gelir. İşte belli bir üretim tarzında farklı iktisadi sınıflar arasında çıkan çıkar çatışması (işçiler, sermayedarlar, çiftçiler, toprak- gayrımenkul sahipleri gibi) sınıf çatışması olarak adlandırılır. Gerek Marksist sosyologlar gerekse Çatışma Teorisyeni sosyologlar için sınıf çatışması toplumsal değişim ve toplumsal gelişim için önemli bir motor gücünü oluşturur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir şey vardır: Toplumun içinde bulunduğu tek bir üretim tarzının bulunması… Eğer bir toplumda eş anlı olarak birden fazla üretim tarzı varsa, örneğin sanayi ekonomisinin hakim olduğu bir kesim ile feodal ekonomik ilişkilerin hakim olduğu bir başka kesim gibi, bu takdirde toplumsal ve iktisadi olayların değişim ve gelişim süreci bu iki farklı üretim tarzı ve bu üretim tarzlarının yol açtığı yaşam tarzları arasındaki çatışmaya bağlı hale gelir.

DUAL / İKİLİ EKONOMİK YAPI

Bir dual / ikili ekonomi bir ülkede farklı düzeylerde gelişim, teknoloji ve farklı talep yapılarıyla birbirinden ayrılan iki farklı ekonomik sektörün varlığını tanımlamak için kullanılır. Kavram orijinal olarak Julius Herman Boeke tarafından geliştirilmiş ve genel olarak sömürgeleşmiş ekonomilerdeki modern ve geleneksel ekonomik sektörlerin birlikte var olmasını açıklamak için kullanılmıştır. 

İkili ekonomiler daha çok az gelişmiş ülkelerde ve kısmen de gelişmekte olan ülkelerde yaygındır ki, bu ekonomilerde sektörlerden biri yerel ihtiyaçları karşılarken diğeri küresel ihracata yönelik olarak çalışır. Bir ikili ekonomi aynı sektör içinde de oluşabilir: örneğin modern bir tarım işletmesi ve bu işlemede kullanan yüksek teknikli tarım üretiminin hemen yanında geleneksel tarım da yapılabilir. Britanyalı İktisatçı Sir Arthur Lewis ikili ekonomi kavramını kırdan kente göçü açıklayan kendi emek arzı teorisi için kullanmıştır. Lewis kırsal düşük gelirli ve nüfus fazlası olan geçimlik üretim sektörü ile genişleyen ve yeni nüfusa ihtiyaç duyan kentsel sanayi ekonomisini ayırmıştır. Kentsel sanayi ekonomisi kırsal ekonomideki nüfus fazlası ortadan kalkana kadar buradan işgücü çeker, bu da kentsel alanda emek ücretlerini aşağı çeker. Birçok iktisatçı, bu yüzden, istikrarlı büyüme için sadece sanayinin değil, aynı zamanda, tarımın da geliştirilmesi gereğini belirtirler. 

TÜRK TARİHİNDE İKİLİ EKONOMİK YAPI

Erken dönem Osmanlı tarihini aslında yerleşik tarım toplumu, onun üretim ve yaşam tarzı ile göçebe toplumun üretim ve yaşam tarzı arasındaki çatışmadan kaynaklandığı şeklinde özetleyebiliriz. Son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet Dönemleri iktisadi ve siyasi gelişmelerini ise, geleneksel tarım toplumu ve onun üretim ve yaşam tarzı ile şehirli sanayi toplumunun üretim ve yaşam tarzı arasındaki çatışma ile açıklayabiliriz. Elbette ki bu şablon bütün hakikati açıklayabilmek için yeterli değildir. Muhakkak kentsel bölgelerde aynı üretim tarzı içindeki farklı sınıflar arasında da çatışmalar olabileceği gibi, aynı zamanda, geleneksel üretim tarzı içinde de farklı sınıflar arasında çatışmalar olacaktır. Bunlara bir üçüncü güç olarak, Batı Avrupa toplumlarında rastlanmayan ölçüde devletin ve devlet mekanizmasını idare siyasetin değiştirici ve dönüştürücü gücünü de dahil etmek gerekir. Ancak, bütün bunlara rağmen benim kanaatimce, Anadolu Selçuklu Devletinden bu yana, Türk tarihindeki ana siyasi ve iktisadi kamplaşmalar bu ikili ekonomik yapıdan kaynaklanmaktaydı.

İKİLİ EKONOMİK YAPI VE DİNİN YORUMLANMASI

İktisadi altyapıdaki gelişmeler, kırılmalar veya çarpıklıklar sosyal üst yapıda da gelişmeler, kırılmalar veya çarpıklıklara yol açar. Çok bilinen bir mottodur: “Alt yapı üst yapıyı belirler.” Üst yapı kurumları içinde en önemlilerinden biri de dini kurumlar ve dinin yorumlanmasıdır. Her dinin temel ilkeleri değişmez ve tartışılmazdır. Bunlara dogma veya İslami terimle “nass” adı verilir. Ancak dinin nasslarının dışında yorumlanması tamamen o insanların içinde bulunduğu üretim ve yaşam tarzının zorunlu kıldığı şartlarla belirlenir. Buna birkaç örnek verelim: Örneğin, İspanya / Endülüs’teki İslam uygarlığı tarihin gördüğü en büyük şehirli uygarlıklardan biriydi. Elde edilen büyük ticaret gelirlerinin sebep olduğu yüksek refah, çok gelişmiş ve çok kültürlü bir şehir toplumuna sebep olmuştu. Bunun sonucunda ince ve zarif bir İslam anlayışı bu şartlarda neş’et etmişti. Öyle ki, bu toplum İbn-i Rüşt gibi bir filozof, Muhyiddin İbn-i Arabi gibi büyük bir mutasavvıf çıkarabilmişti. Bir başka örnek klasik dönem Osmanlı Kültürü’dür. İstanbul merkezinde oluşan, tasavvufu, müziği, mutfağı, mimarisi ve kozmopolit şehir hayatıyla ortaya çıkan Osmanlı İmparatorluk kültürünün dine bakışı, bu hayatın şartlarının dayattığı ölçüde ılımlı, ince ve kapsayıcı bir din anlayışına yol açmıştı. Zaman içinde İmparatorluk’ta iktisadi şartlar bozuldukça şehirler fakirleşmiş ve yaşam tarzını belirleyen atmosfer şehrin kozmopolit ortamından kasaba tutuculuğuna dönüşmüştür. Gelir ve refah düştükçe insanlar kozmopolit / çoğulcu toplum yerine daha ilkel soy ve aşiret bağlarına dayalı, daha kapalı ve dışlayıcı bir yaşam tarzını, buna bağlı olarak da daha dışlayıcı ve zahiri bir din anlayışını yaşatmaya başlarlar. Kasaba tutuculuğu ile kastettiğim bu tutum değişikliğidir. İşin ilginç olan tarafı, Türk ekonomisi görünürde sermaye birikimini arttırsa da, kentte yaşayan nüfus artsa da, kasabada elde edilen aidiyet büyük şehirde de kendini koruyabilmiştir. Ancak kuşaklar geçtikçe ve insanlar kapitalist ilişkiler ağına sarmalandıkça, bu kapalı ve dışlayıcı din anlayışı kapitalizmin sermaye birikimi süreci ile de eklemlendi. Netice de, karşımıza, kasabada üretilmiş dışlayıcı ve kapalı bir din anlayışının kavramları çevresinde örgütlenmiş ve bundan servet ve güç biriktiren şirket benzeri yapılar çıktı: Merdiven altı cemaatler.

Devam etmek üzere…