​İŞİD SONRASI ARAYIŞLAR VE MUSUL VİLAYETİ

Tarık ÇELENK 23 Haz 2017

Tarık ÇELENK
Tüm Yazıları
Cumhuriyetimizin kuruluşundan Sovyetlerin çöküşüne kadar kamuoyu Orta Doğu hakkındaki gelişmeleri Dışişleri süzgecinden geçen, geleneksel politikalar ışığında TRT radyosundan öğrenirdi.

Cumhuriyetimizin kuruluşundan Sovyetlerin çöküşüne kadar kamuoyu Orta Doğu hakkındaki gelişmeleri Dışişleri süzgecinden geçen, geleneksel politikalar ışığında TRT radyosundan öğrenirdi. Bizler bu sınırlarımızın ötesinde sadece Arapların, Farisilerin ve Yahudilerin yaşadığını zannederdik. Halepçe katliamıyla Kürtlerin, Kerkük sorunuyla da Türkmenlerin ve diğer Yezidi, Asuri gibi etnik unsurların  varlığını öğrenmemiz epey zaman aldı.

Merhum Özal ve takiben AK parti döneminin öncelikli politikaları sonunda Orta Doğu’daki gelişmeler, günlük yaşamımıza kadar nüfuz edebildi. Ardından Osmanlı’dan kalan açık hesaplar da tartışılmaya başlandı.

Bazı kurumlarımız soğuk savaş kodlarını önceliğe almayı tercih etse de, siyasi iktidarların artık soğuk savaş dönemi güvenlik politikalarını uygulama lüksü de kalmamıştı. Zira artık Orta Doğu’daki gelişmeler yeni siyasi haritalara gebeydi. Bu da ülkemiz açısından yeni tehditler ve fırsatlar doğurabilirdi.

Gerek Özal ve gerekse Cumhurbaşkanımız Erdoğan döneminde Irak öncelikli gelişmeler için doğru hamleler yapıldı. Sahanın gerçek aktörleri ile öncelikli temaslar kuruldu. Talabani, Barzani ve Suriye’de kurulan ilk temaslar gibi.

Bugün gelinen noktada, Türkiye’nin 90’lardan bu yana kurduğu ilişkiler, karşılıklı güven ve ekonomik performans açısından tatmin edici olsa bile uzun vadeli ortak bir vizyon eksikliğini de hissettirmektedir. Özellikle Talabani’nin sağlık sorunları nedeniyle çekilmesinden sonra Türkiye’nin Kürt bölgesel yönetiminin  Süleymaniye bölümü ile iletişimi adeta kesildi. Alanda Iran, İslami, sol gruplar ve PKK’nın siyasi etkisi belirginleşti. Temsil düzeyinde İran ve batı ülkelerinin Süleymaniye’de konsoloslukları varken, Türkiye bu yapılanmayı henüz kuramamış durumda. 

İdari olarak Bağdat’a bağlı olan Kerkük’te ise Türkmen kardeşlerimizin Sünni-Şii ayırımı yapmadan güvenlik desteği kadar, esnek politikalar üretebilecek yapılara ihtiyacı gözükmektedir.

Bu eksiklikler kırmızı çizgilerimizin dışında uzun vadeli bir devlet politikamızın olmayışı kadar devletimizin sivil alanı yeteri kadar açamayışından da kaynaklanmaktadır. Sahadaki siyasi gelişmeler artık bu siyasi haritaların bölgenin mevcut durumunu taşıyamayacağını göstermektedir. 

Bugünlerde Orta Doğu’daki,  Suriye ve Irak özelinde gelişmeler, sonbahara doğru hızla ivme kazanmakta. Suriye’de  PYD’nin statü kazanması ve K. Irak Kürt bölgesel yönetiminin bağımsızlık referandum kararına bağlı olarak da bağımsızlık ilanı bunların en somut örneklerden.

Her iki gelişmenin de, IŞİD sonrası (post IŞİD) dönemine ilişkin hazırlıkların ana parçası olduğunu görebilmekteyiz. Bu gelişmelerin bölgemizde, bugünleri dahi aratacak kaos ve çatışmalara yol açabileceği endişesini birlikte taşımaktayız. Nitekim bu kaygımızı M. Barzani’nin Irak’ta bir iç savaş ihtimalinin olduğunu belirtmesi de teyit etmekte.

Gözüken o ki, IŞİD sonrası bölgede mevcut Sünni Arap asabiyesini Batı sistemi, Suriye’de PYD kantonal sistemi içinde Arap aşiretlerini yönetime entegre etme şeklinde dengelemek istemektedir. Bunun en somut örneğini, Rakka’da PYD ve (IŞİD’i desteklediği iddia edilen) Arap aşiretler arasındaki görüşmelerde şahit olmaktayız.

Henüz tartışılmamakla beraber, bağımsızlığını ilan etmiş bir Kürt yönetiminin işi oldukça zor gözüküyor. Bağımsızlık ilanı Kerkük ve Musul bölgesini de kapsamakta. Bu işe yerelde Sünni Arap aşiretlerinin asabiyesi, bölge de ise Türkiye ve İran veya küresel batılı güçlerin rızası pek mümkün gözükmüyor.

Bu aşamada Musul Vilayeti gibi söz konusu tüm bölgeyi ve etnik unsurları içselleştiren tarihsel bir tez herkesin ilgi odağı olabilir. Bu çözüm, etnik değil, coğrafi nitelikte bir çözüm. Özellikle Araplar, Türkmenler, Ezidiler ve Asuriler gibi farklı unsurlarda bu çözümde kendileri yönetime dahil olabiliyor. Bunu başta Türkiye ve Bölgesel Kürt yönetimi olmak üzere, küresel güçlerin de sıcak bakabileceği demokratik bir model olarak  değerlendirebiliriz. İfade ettiğimiz gibi Türkmenlerin ve diğer farklı grupların da içinde yer alacağı Musul Vilayeti parlamentosunun konfedere bir yapıda Bağdat’a bağlı olması (İran dengesi), garantörünün Türkiye ve BM olması da ayrı tartışma konuları içinde.

Ayrıca, K. Suriye içinde  tartışılabilecek etnik temelli değil, coğrafi temelli yapılar, uluslararası Bosna modeli doğrultusunda da Musul Vilayeti benzer yapıları örnek alabilir.

Musul Vilayeti modeli etnik bir kaos eşiğinde olan bölge ve düzen öneren küresel güçler açısından bir tez olabilir. Bu model, kısmen sorunlu olsa da Bosna-Dayton çözümü gibi farklı etnik yapıların kantonal şekilde iç içe, demokratik bir parlamento çatısı altında yaşadığı, garantörleri olan referansını tarihten alan bir model. Bu yaklaşımda herkes kazanabilir. 

Bu yapıda bölgesel Kürt yönetimi etki alanını genişletiyor, Türkmenler ve Arap aşiretleri de kendilerini yönetebiliyorlar. Ayrıca bu uygulama Orta Doğu, sekülerlik ve demokrasi tartışmalarına da farklı bir anlam kazandırıyor.

Musul Vilayeti modeli, neden Orta Doğu ve özellikle Suriye’de aranan çözüm, olmasın?