Vakıf Katılım web

İSVEÇ'İN "U" DÖNÜŞÜ VE BATININ TÜRKİYE SEÇİMLERİNE İLGİSİ

Faruk AKTAŞ 12 Oca 2023

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
Eylül ayında yapılan seçimlerden sonra sağ bir koalisyon hükümeti kuruldu.

İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, iki ay önce Ankara ziyaretinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesi sonrasında düzenlenen ortak basın toplantısında şu ifadeleri kullanmıştı:

"İsveç, Türkiye'ye yapmış olduğu tüm taahhütlere riayet edecektir. Yani hem NATO üyesi olmadan önce vermiş olduğu taahhütleri yerine getirecektir ve ileride de bir müttefik olarak vereceği taahhütleri yerine getirecektir ve üçlü muhtırayı da tam olarak uygulayacağız."

Kristersson’un sözünü ettiği muhtıra, Haziran 2022’de Madrid’teki NATO Zirvesi’nde NATO’ya üye olmak isteyen İsveç ve Finlandiya ile Türkiye arasında imzalanan ve her iki ülkenin üyeliklerinin onaylanmasını çeşitli koşullara bağlayan mutabakat metni.

Söz konusu muhtıra, İsveç ve Finlandiya’nın PKK/YPG ve FETÖ terör örgütleriyle mücadele konusunda birtakım adımlar atmalarını, bu terör örgütleriyle bağlantılı bazı isimlerin Türkiye’ye iade edilmelerini ve Türkiye’ye karşı uyguladıkları silah ambargolarını kaldırmalarını da içeren bir dizi yükümlülükler içeriyordu.

Bu muhtıra imzalandığında İsveç’te sol bir koalisyon hükümeti vardı.

Eylül ayında yapılan seçimlerden sonra sağ bir koalisyon hükümeti kuruldu.

Yeni hükümetin Başbakanı Kristersson, önceki hükümet döneminde imzalanan muhtıraya bağlı olduklarını hatta bunu çok daha kararlı bir şekilde hayata geçireceklerini söyledi.

Türkiye’nin iadesini talep ettiği isimlerden birisi olan FETÖ üyesi Bülent Keneş’in iadesinin İsveç Yüksek Mahkemesi tarafından reddedilmesine karşın yeni hükümet, NATO’ya üyelik süreci çerçevesinde olumlu mesajlar vermeye devam etti.

Bu kapsamda çıkarılan yeni terörle mücadele yasası da 1 Ocak tarihi itibariyle yürürlüğe kondu.

Süreç, Ankara’nın arzuladığı ölçüde değilse bile genel anlamda olumlu seyrederken, yazının girişinde aktardığımız sözlerin sahibi İsveç Başbakanı Kristersson, bu hafta sonu yaptığı bir açıklamada tam anlamıyla bir “U” dönüşüne imza attı.

Kristersson, NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ile İsveç'le birlikte NATO'ya üyelik başvurusunda bulunan Finlandiya'nın Dışişleri Bakanı Pekka Haavisto’nun da hazır bulundu toplantıda, "Türkiye yapacağımızı söylediğimiz şeyleri yaptığımızı teyit ediyor ama aynı zamanda yapamayacağımız ya da vermek istemediğimiz şeyleri istediklerini de söylüyorlar" diyerek Türkiye’nin taleplerini yerine getirmek istemediklerini, getirmeyeceklerini söyledi.

Kimi yorumcular, Kristersson’un bu “U” dönüşünü, PKK yandaşlarının geçtiğimiz günlerde Paris’te estirdiği terörün benzerinin kendi ülkesinde yaşanmasından duyduğu endişeye bağlıyor.

Söz konusu mutabakatın imzalandığı ilk günden itibaren PKK ve yandaşlarının bu yönde yönelik tehditleri söz konusuydu ancak İsveç hükümetindeki bu tavır değişikliğinin bir başka nedeni olduğunu düşünüyorum.

O da Türkiye’deki seçimler

1 Ocak itibariyle AB dönem başkanlığını da üstlenmiş olan İsveç’in AB Daimi Temsilcisi Lars Danielsson’un, Başbakan Kristersson’un açıklamalarından bir gün sonra düzenlediği basın toplantısında kullandığı ifadeler bunu açıkça gösteriyor.

“Dün İsveç Başbakanı, Türkiye’nin bazı taleplerini kabul etmediğimizi ve bu ülkeye kimseyi iade etmeyeceğimizi açıkladı” diyen Danielsson, “Türkiye seçimlere gidiyor ve ülkenin iç siyasetini sürekli takip ediyoruz” ifadelerini kullandı.

Yani anlaşılan, İsveç, NATO’ya üyelik süreçleriyle ilgili olarak Türkiye’deki seçimlerin sonuçlarının beklenmesine karar vermiş durumda.

ABD VE AVRUPA’NIN BEKLENTİSİ

Bunun da iki nedeni var.

Birincisi hiç mi hiç hazzetmedikleri Erdoğan liderliğindeki iktidarın elini güçlendirecek malzeme vermemek ve mümkünse bu iktidarı zayıflatmaya çalışmak.

İkincisi ise Erdoğan’ın kaybetmesi halinde iktidara gelecek muhalefetin, NATO üyeliği konusunda söz konusu şartları geri çekme ve yeni hükümete her istediklerini daha kolay yaptırma beklentisi.

Esasen bu yaklaşım ve beklentiler sadece İsveç’e özgü değil.

Avrupa ülkelerinin birçoğunda benzer bir yaklaşım söz konusu.

Ve elbette en çok da ABD’de.

Hatta İsveç’teki bu “U” dönüşünün ABD’nin telkini ve hatta uyarısıyla gerçekleşmiş olma olasılığı da çok yüksek.

Türkiye’de seçim atmosferi hareketlendikçe ABD ve onun güdümündeki Avrupa’da görülmeye başlanan bu yaklaşım, Joe Biden’ın başkan olmadan önce sarf ettiği, “Türkiye’de muhalefeti destekleyerek Erdoğan’ı devireceğiz” şeklindeki sözlerinin anımsanmasına yol açıyor.

Söz konusu ifadeleri kullandığı açıklamalarının üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçmesine karşın Biden, şu ana kadar bu sözlerini tevil etmediği veya bu yönde herhangi bir yaklaşım göstermediği gibi, Türkiye’ye zarar vermeye yönelik sayısız adım atarak bu tutumunu sürdüreceğini gösterdi.

Dolayısıyla içine girmiş bulunduğumuz seçim süreci boyunca ABD ve onun güdümünde hareket eden Avrupa ülkelerinden Türkiye’yi sıkıştırmaya yönelik hamlelerin gelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Kuşkusuz her ülkenin başka ülkelerdeki hükümetleri, yönetimleri beğenip beğenmeme durumu anlaşılır bir durumdur.

Ülkelerin, yönetiminden memnun olmadığı ülkelerle ilişkilerini kısıtlama yoluna gitmeleri, yönetiminden memnun oldukları ülkelerle ilişkilerini daha ileri seviyelere çıkarma yaklaşımları da aynı şekilde anlaşılır durumlardır.

Ancak bir ülkenin içişlerine burnunu sokmaya, muhalefeti destekleyerek yönetimi değiştirmeye çalışmak, daha da ötesi terör örgütlerine arka çıkarak, darbe girişimlerini destekleyerek, hatta bunları organize ederek meşru iktidarları devirmeye çalışmak uluslararası hukuka aykırı olduğu gibi ABD’nin ve Avrupa’nın ağzından düşürmediği, demokrasi ve insan hakları gibi kavramlarla da bağdaşmaz.

Bu açıdan bu seçim sürecinde her partinin kullandığı argüman ne olursa olsun netice, Türkiye’nin “bağımsızlığı” ya da “teslimiyeti” ile ilgili olacaktır.

Birçok uzman, siyasetçi, siyaset bilimci farklı gerekçelerle, farklı argümanlarla bu seçimleri tarihi olarak nitelendirmektedir ancak kanımca bu seçimleri bu denli tarihi kılan en önemli unsur budur.