​JEOSTRATEJİDEN JEOPOLİTİĞE, TEOLOJİK BİR ANALİZ

Abdullah AĞAR 13 Kas 2017

Abdullah AĞAR
Tüm Yazıları
Hristiyan ruhbanların ihtirasları nedeniyle 100 yıl ve 30 yıl savaşlarında birbirini yiyen Avrupa; o dönemde kavramsal kaosun, kanın ve karmaşanın etkisinden kendini bir türlü kurtaramadı.

Hristiyan ruhbanların ihtirasları nedeniyle 100 yıl ve 30 yıl savaşlarında birbirini yiyen Avrupa; o dönemde kavramsal kaosun, kanın ve karmaşanın etkisinden kendini bir türlü kurtaramadı. Öğreti, doğma ve ritüellerden beslenen ruhbanlar, tanrısal özellikler ve yetkiler taşıdıkları iddiasıyla ‘Hristiyanlığı’, ‘Hristiyanları’, ‘sistem ve güçleri-devlet ve orduları’ hedef, menfaat ve ihtirasları doğrultusunda yönetip yönlendirdi. Temel bu nedenle, yaşanmakta olan kan, yıkım ve kıyım bir türlü son bulmadı.

Aynı bugün İslam Dünyasında olduğu gibi!

Sonunda Avrupalı ‘bizim hala çözmeyi başaramadığımız’ kavramsal tehdidi deşifre ederek çözüm aradı. Ve çok ilginç bir şekilde “KURAN” kavramsallığı ve bütüncüllüğüyle çözüme kavuştu. 

Evet evet, şaşırmayın. Bu bir iddia değil, bir muhakemenin doğal sonucu. Hristiyanlık, kendi dini terminolojisi ve literatürü ile yaşamak zorunda kaldığı ve çözüm üretemediği kavramsal tehdit ve soruna, yakın temasta oldukları Endülüs Emevileri ve onların Kuran temelli yaklaşımıyla çözüm üretmeyi başardı. Yaşanan kıyım, yıkım ve bozgunun nedeni: Tanrısal karakter ve yetki taşıdığını iddia eden ruhbanlardı. Bunun çözümü Hristiyanlığa dair literatür, terminoloji ve pratikte yoktu, ama Kuran’da vardı. Ruhbanların tanrısallık taşıyan iddia ve ihtirasları sistem ve devletlere, güç ve ordulara, Hristiyan ve Hristiyanlığa musallat olmuş, akıl, muhakeme ve iradeyi zincirlemiş, kitleleri kara bir cehalet içinde bırakarak yönetip yönlendirmişti. Diğer bir tarafıyla karar vericileri etkilemiş, kimini ele geçirmiş, öte tarafıyla olası çözümleri kilitlemişti.

Aynı bugün İslam Dünyasında olduğu gibi!

Sonra çözüm devreye girdi: Adına sert yaklaşımıyla; “Sekülerizm”, daha yumuşak haliyle; “Laiklik” denilen çözüm, Avrupa’nın yaşadığı kaos ve karmaşanın sonunu getirdi. Laiklik; ‘kendi koşullarında’  Hristiyanlığı, Hristiyanları, sistem ve güçleri (devlet ve orduları) istismar eden ruhbanı ve ruhbanlığı dar alana öteledi, böylece varoluşsal dinamiklerin ‘din adı altında’ ruhban tarafından istismar edilmesinin önüne geçerek atılım, inisiyatif ve caydırıcılığın önünü açtı.

Bu arada çok önemli başka bir şey daha yaptı.

Ruhbanların enerjisiyle çalışan bu saatli bombayı Müslüman dünyasının içine attı. 

Ve o günden beri Müslüman dünyası, ‘Müslüman görüntülü” Ruhbanların, yani ‘sözde’ İslami ideoloji-örgüt-kişi bazlı, ama ilginç (!) bir şekilde menfaat odaklı CANLI PUTLARIN neden olduğu savaş, yıkım ve bozgunların içinden bir türlü çıkamadı. Kuran-i bir çözümle aklını-bilgi-bilinç ve iradesini özgürleştiren Batı ise büyük bir hızla bilimsel ve teknolojik inisiyatifi ele geçirdi, kısa sürede dünya hakimiyeti ilan etti ve o dönemden beri de elinden bırakmadı. Üstüne üstlük Kuran-i bilgi, bilinç ve muhakeme üretemeyen İslam coğrafyasını, içinden yeşeren ve yeşerttiği; dini-dindarı-sistem ve güçleri istismar eden ve edecek ‘İslami görüntülü’ canlı putlar üzerinden büyük bir iç çekişmeye, karmaşaya ve bozguna sürükledi. Sonra da istediği gibi maniple etmeye başladı.  

Kavramsal bozgunun ve savaşın tam ortasından doğmayı becerebilen genç Türkiye Cumhuriyeti ise Osmanlının çöküşü ve varoluş mücadelesinden ürettiği bilgi, tecrübe, pratik ve dersle, LAİKLİĞİ yeni kurulan devletin kimyasına yerleştirdi. Böylece laiklik, genç cumhuriyetin erken evrelerinde yaşanan atılımın ve birlikteliğin kavramsal dinamiklerinden biri, hatta en önemlisi oldu. Sonuçta din istismarı üzerinden toplumun, rejimin, devletin ve silahlı gücün baskılanmasının engellenmesi gerekiyordu. Bu başarıldı, ama sonrası gelmedi. Kavramsal çözümün (laikliğin) tanımlaması zaman içinde değişti ve çözümün temel dinamiği sorunun bir parçasına dönüştü. İthal edilen, ama aslında Kuran-i ve akli bir  çözüm ve zorunluluk olarak ortaya çıkan laiklik; “Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması” gibi ortak akıl ve etki üretmeyen bir sarmalla karşılık bulur oldu. Oysa laikliğin gerçek tanımlamasında; ‘ortaya çıkmasına neden olan pratiğin kimyasına bağlı olarak, 100 yıl ve 30 yıl savaşlarının sorununu (öznesini) bloke etmesi nedeniyle’ DİNİN-DİNDARIN-SİSTEM VE GÜÇLERİN DİN İSTİSMARCISI (konuşan putlar) tarafından istismar edilmesine engel olmak vardı.

Ve çok ilginç bir şekilde LAİKLİK, KURAN’A DAİR ÇÖZÜMLE ÖRTÜŞÜYORDU. Gerçek İslam, Yaratıcı ile Yaratılan arasına bir aracı (ruhban-konuşan put) konulmasına Allah’a eş koşmak (şirk) sayıyor, tamamen reddederken, neden olacağı bozgunu da tanımlıyordu.

Konunun daha iyi anlaşılması için; Bakara-256, Gaşiye-22, Fatır-8, Nahl-116, Hud-18 gibi ayetleri anlamakta büyük fayda var.

Yine de daha iyi anlaşılması adına birkaç ayetle konuyu açmakta büyük fayda var:

“Dinde zorlama yoktur. Çünkü doğruluk sapıklıktan iyice ayrılmıştır.” Bakara-256.

“Sen onlara inanç dayatan bir zorba değilsin.” Gaşiye-22.

“Hiç şüphe yok ki Allah sapmak isteyenin sapmasına, hidayet isteyenin de hidayetine izin verir.” Fatır-8.

Konu ile ilgili pek çok ayet olduğundan hareketle kısaca şu muhakemeyi yapabiliriz: Allah vahyeder, kul kendi özgür iradesiyle tercih yapar. Devlet ise bu tercihi güvence altına alır. Bu noktada laiklik kavramsal zemini ve güvenceyi oluşturur. Sonuçta dinde zorlama yoktur ve olası zorlamayı ilk önce Kuran reddeder. Sonuçta inançta zorlama yaradılışın ve imtihanın doğasına aykırıdır. Laiklik de bu özgürlüğü, şimdiyi ve gelecek nesilleri ruhban, konuşan put, büyük kurtarıcı, zamanın sahibi, kutbu azam, kainat imamı gibi pek çok farklı unvan kullanan, konuşan putların tasallutundan korur. Aksi halde “Allah adına hüküm veren” yalancılar, yani canlı putlar insanları istismar eder. 

Kuran’da da bu büyük tehlikeye işaret edilmiştir.

“Dillerinizin yalan yere nitelendirmesinden ötürü ‘Şu helaldir, şu haramdır’ demeyin. Sonra Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Şüphesiz Allah’a karşı yalan uyduranlar ise iflah olmazlar.” Nahl-116.

“Yalan söyleyerek Allah’a iftira edenlerden daha zalim kim vardır. İşte bunlar Rablerine götürülürler ve şahitler de ‘Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır’ diyeceklerdir. Biliniz ki, Allah’ın laneti zalimler üzerinedir.” Hud-18.

İslam Dünyasının ve Türkiye’nin yaşamak zorunda kaldığı Ilımlı-Radikal-İdeolojik-Konuşan Put (Ruhban) kökenli terörde ve başlı başına büyük bir yıkım üretme potansiyeli barındıran mezhep fitnesinde çözüm nerededir?

İlginç bir örtüşmeyle, bugün yaşadığımız mücadele ve bozgunun bir benzeri çok daha güç koşullarda Osmanlının çöküşü-Cumhuriyetin kuruluşu döneminde de yaşanmıştır. Müslüman görüntülü Ruhbanların, İslam’a-Müslümanlara-devlet ve güce musallat olduğu görülünce, yeni kurulan devletin kimyasına dinin, dindarın, sistem ve gücün istismar edilmesini engelleyecek, vahyin doğru bilgi-bilinç ve muhakeme üzerinden yaşanmasını, akıl-irade ve vicdanın yaradılışa ve imtihana uygun özgür bir şekilde devreye girmesini sağlayacak “Kuran-i bir çözüm olan” Laiklik, devletin ve sistemin kimyasına yerleştirilmiştir.

Eğer bugün Türk toplumu ve İslam dünyası laikliği gerçekten anlayabilmiş ve yaşayabilmiş olsaydı, İslam coğrafyası bugün bu büyük bozgunu yaşamak zorunda kalmazdı. Müslümanlık iddiasındaki kitleler birbirlerine cihat ilan edip, birbirlerini boğazladıkça şehit olduklarını iddia etmezdi. Daha da ötesi FETÖ, PKK ve DEAŞ bizim evlatlarımızı bizden çalıp, bize ateş ettiremez, bu ülkede FETÖ darbesi, PKK ve DEAŞ terörü yaşanmazdı.

Gariplikler ülkesiyiz vesselam… Kuran-i bir çözüm olan, en azından Kuran’ın kavramsallığı ve bütüncüllüğüyle örtüşen laikliğe, yıllardır muhafazakar kesimlerden büyük tepkiler gelmiş. Muhafazakar olmayanlar da sahiplenmişler öylesine... Ne sahip çıkan neye sahip çıktığını bilmiş gerçek anlamıyla, ne karşı duran neye karşı durduğuna… Aynı inançta olduğu gibi… Yanında olan neyin yanında olduğunu bilmemiş, karşısında olan neyin karşısında olduğunu! 

Yaşadığımız bütün bu maniplasyonun arkasında İslami gözüken ruhbanların-canlı/konuşan putların-dini ve dindarı istismar edenlerin olduğunu unutmayın derim.

Monarşi ve Cumhuriyet arasındaki kavgayı, ‘Atatürk ve devlet’ ile ‘din ve dindar’ arasındaki kavga olarak göstermeyi başarmışlardır.

Oysa Atatürk bir bilgi-bilinç ve muhakeme Müslümanıdır.

Cehalet Müslümanı değil.

Zaten o yüzden putperestler, Allah’a samimi ‘ve ilmine bilge’ gazi ve şehitlerin kurduğu devleti bir türlü yıkamamışlardır.