KALBİ İLETİŞİM

Cemalnur SARGUT 10 Oca 2020

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
İletişim denince sadece teknoloji akla gelmemeli. Birbirimizle kalbi iletişim kurabilmeliyiz.

Günümüzde bütün iletişim teknolojileri emrimizde. Fakat en büyük eksikliğimiz; hoşgörü. Çünkü biz, İslam’ın ‘hoşgörü’ anlayışını kaybettik. Yâni yaratılmıştan tecellî edenin Allah olduğunu düşünsek, herkesten bize konuşanın ‘Allah’ olduğunu idrak ederiz. Çünkü her yerde eser hâlinde Allah’ın diriliği vardır, maddede bile vardır, çünkü bütün atomlar ‘Allah’ diye dönerler.

Bir anlamda her yerden konuşan Allah ise, o eğer fikrimize uymuyorsa, reddetmeden onun içindeki güzel tarafları almak yoluna gideriz yâhut o kişinin seviyesini görmemiz için, bize Allah’ın bir fırsat tanıdığını idrak ederiz. Çünkü insanın ezelinde çok yüksek seviyelere çıkma kābiliyeti olsa bile, insan bu nefis dünyâsında çeşitli mertebelerde yaşar ve eğer nasîbinde varsa, kendi hakikatine doğru yükselir.

Dolayısıyla her nefis derecesinden insanı kabul etmek, ‘daha bilmiyor, ne yapsın’ diyebilmek, ‘ben böyle olsaydım, ne kadar kötü olurdum’ diyebilmek bizim vazîfemiz olmalı. Böylece, insanlara hoşgörü ve sevgiyle bakıp, reddetmeden, tam da kabul etmeden, sırat-ı müstakîm olarak onlara yaklaşmamız gerektiğini bize öğretiyor bu iletişim çağı.

Teknolojik açıdan bu iletişim çağına bakarsak; iletişimi kullanmak mecbûriyetindeyiz. Ama negatif etkisinden kurtulmak için de ‘nasıl doğru kullanabiliriz?’ ona bakmalıyız. Yâni bir mânevî insan, sinemayı, tiyatroyu, sahneyi, her türlü Allah’ın bugün bize lütfettiği interneti kullanmak zorunda; yalnız bunların negatif etkisinden kurtulmak için, bunların hayra yönelik kısımlarını almak ve bilgi kargaşasından kurtulmak için de, mutlaka bir bilen vâsıtasıyla bunlara danışmak lâzım olduğuna inanıyorum. Düne kadar dünya ile ilişkimiz mümkün bile değilken, ayda yılda bir telefonla çok zar zor konuşurken, bugün görüntülü olarak beş dakikada dünyânın her yeriyle iletişim kurabiliyoruz. İletişim hizmetleri ancak iyi bir amaca yönelikse o zaman doğru bir iş görülmüş olur. Amaç insanlık hizmeti olmalı; ifsada meydan vermemeli.

İletişim denince sadece teknoloji akla gelmemeli. Birbirimizle kalbi iletişim kurabilmeliyiz. Birbirimizi anlamalıyız. Bunun için de mânevî olarak iletişimi çok iyi bilmemiz gerekir. İnsan, dünyâda her seviyede insan olabileceğini öğreniyor ve bu öğrendiği şeyler için de, kendisinin de hakîkatini görme fırsatını elde ediyor. Yâni başkasında gördüğümüz hatâ ve yanlışlar bize aitse, o zaman insan ‘ben ondan üstünüm’ diyemiyor ve ancak, ‘ben yaparsam, bin beter olurum’ diyebiliyor; o bakımdan başkasından yararlanıyor, ama başkasını küçük görmüyor. Bu hâle gelmeden de asla kalbi iletişim kurulamaz…

Karşılıklı konuşabilmek çok önemli ve hayati bir meseledir. Nedense konuşmuyoruz, kavga ediyoruz genelde, çünkü herkes kendi fikrini savunuyor. Hâlbuki meselâ eskiden ‘dâhî’ liderleri araştırdığımız zaman; kendisine gelen 3-4 fikir içinde doğru olanı kabul eder ve   doğruyu kullanmaktan imtina etmezdi. Dahilik buydu. Şimdi dâhî liderin anlayışı değişti; kendisine gelen bütün fikirleri kabul edip, onların doğrularını kullanmak anlamında dehâ deniliyor. Demek ki reddetmek değil, önce kabul etmek lâzım, her şey kabulle başlıyor. İletişimin ilk şartı; başkalarının fikirlerine hürmet edip kabul etmek. Onun için, her seviyedeki insanın fikrinin önemli olduğunu ve onların da bize bizi anlattığını çok iyi bilmek lâzım. Böyle baktığımızda; ‘ret’ kalkınca iletişim olur, ‘ret’ başlayınca iletişim olmaz.

 ‘Kalbî iletişim’ ise genelde mürit ile mürşit arasında olan iletişimdir. İnsan kendisinin bilmediği bir şeyleri, hocasının bildiğini bildiği için ona mânen raptolur. Bu şekilde de onun bilgilerinin kalbine yerleşmesini sağlar ve onu her an görmese bile; ‘hocam şimdi burada nasıl davranırdı? Nasıl yapmalıyım? Nasıl yaparsam Peygamberimi memnûn ederim? Nasıl yaparsam Allah’ımı memnûn ederim?’ gibi, kendisini kendisinden daha iyi bilenin bilgisine rapteder. Bu da kalbî iletişimi sağlar.

Aynı mefkûreye baş koymuş Hoca ve talebe arasında da kalbi iletişim kurulmalı. Aynı Allah, aynı Peygamber ve aynı Kitap sevgisi, aynı îman olursa, hoca öğrencisine, insanları kabul etme, insanlara hürmet etme, fikirlere hürmet ve saygı gösterme, farklılıkları kabul edebilme yeteneği kazandırır. Bu yeteneği kazanınca da insan, ömrünün sonuna kadar mutsuz olamaz çünkü her yerde Allah’ın kudretini lütfunu ve nimetlerini görme zevkini yaşar. Ne mutlu kalbini muhabbet ve hörmete açanlara!.. Ne mutlu şefkat ve merhamet gösterenlere!.. Ne mutlu birbirini anlayan ve birbirinin kanadından tutan insanlara vesselam.