Vakıf Katılım web

KAYBEDİLEN BİR HASLET; SAHİPLENMEK.

Ümit G. CEYLAN 23 Eyl 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Her geçen gün değerlerimizin yitiminden daha fazla söz ediyoruz.

Her geçen gün değerlerimizin yitiminden daha fazla söz ediyoruz. Nerede o eski günler edebiyatındaki gibi gençlerde saygı kalmadı, ahlak kalmadı diye diye hayıflanıyoruz. Oysa geçenler geçer ve yeni şeylere bakmamız gerektiğini de hep unuturuz. Sanırım eskilerle avunmak ve eskilere ağlamak işimize ve kolayımıza geliyor. Her devrin, çağın adına ne derseniz deyin bir eskileri ve yenileri olacaktır. Ama kabul edelim ki günümüzdeki bu eskiyle yeni arasındaki uçurum hız ile birlikte bir hayli fazla. Daha ne oluyor ne bitti diyemeden çağ atlamış gibiyiz.

Teknoloji büyük etken

Teknoloji bizi dönüştürüyor, değiştiriyor ve uyumluyor. Hızın verdiği potansiyel ile birlikte sanki aynı anda dünyanın her yerinde gibiyiz. Belki de eskilerin tayyî mekân dedikleri günümüzde böyle gerçekleşiyor; sanal olarak. Eskiden meşhur Bağdat Kütüphanelerindeki el yazmalarına ulaşmak için bir insan binek hayvanın üzerinde hatta bazen yürüyerek haftalarca, aylarca yol kat ederken, bugün parmağımızın ucunda o bilgiler. Hem de anında ve aynı anda birçok insanla birlikte o bilgiyi edinebiliyoruz. İşte tam da burada soracağımız soru bu;

Teknoloji bilgiyi değersizleştirdi mi?

Algoritmalar sayesinde her türlü veriye ulaşabiliyorken bilgi değerini mi yitirdi? Ulaşılan şey kolaylaştıkça değerini de yitiriyor. Çünkü emeksiz, zahmetsiz ve kolayca para ile edilebilen her şey kolayca etkisini kaybediyor. Çünkü amaç sadece elde etmek ise onda aidiyet aramak yanlış olur. Aidiyet kuramadığımız herhangi bir şeyle temasımız yüzeysel olacaktır. Sadece ona erişmek ve tatmin olmakla programlanırız. Erişim bu kadarla kalıyor ve o elde edilen şey her neyse çöpe atılıyor. Tıpkı bilgisayardaki bilgileri zamanla çöpe attığımız gibi. Ama bir el yazmasını çöpe atmak asla kimsenin yapmayacağı bir şeydir, eğer deli değilse tabi.

Sahiplenmek elde etmek değildir

İki uç arasında yaşadığımız zamanlardayız. Ya tamamen aidiyet kurmadan bir şeyi fetişist duygularla elde etmeye hırslanıyoruz. Ya da; ya benimsin ya da toprağın diyen bir başka hastalıklı ruh haliyle değerleri paramparça ediyoruz. Hatta sırf çocuğunun istemsiz isteklerini tatmin etmek için alınan kedi, köpek gibi hayvanları canımız sıkıldığında dışarı atabiliyoruz. Hiçbir hakikatin içinden geçmediği bu yalancı sahiplenmenin bireyleri ve dolayısıyla da toplumu hasta ettiğinin farkında mıyız? Üniversite sınavını kazandıktan sonra seren öğrenci misali veya uzun süre işsiz kalan birinin işe girdikten sonraki motivasyonsuzluğu ve isteksizliği hep bir aidiyet duygusunun olmamasından kaynaklanıyor. Türlü şeylere bahane bulmak şikâyet etmek, hayıflanmak ve sorun yaratmak aidiyet duygusunun olmamasından veya yitiminden ileri gelmektedir.

Sahiplenmek sorumluluktur

Kendisine saygısı olan insan, kendisiyle alakalı olan her şeye istisnasız saygılıdır. Canlı, cansız tüm varlıklara karşı bir sorumluluğumuz var. Varlığından dolayı ailemize, sevdiklerimize hatta oturduğumuz apartmandaki komşularımıza, arkadaşlarımıza, bahçedeki ağaca saygımız ve dolayısı ile sorumluluğumuz, sahiplenmek duygumuz vardır. Ancak sadece ağaçlara düşkünlük gösterip ailesini, sevdiklerini görmezden gelen biri gibi olmamalıyız. Hayatı dengede yürütmeyi ve aidiyet teşekkülünü bu denge üzerine kurmasını öğrenmeliyiz. Aidiyet bir şeye olan bağlılığımızdır. Bağlılığımız ise orada hoş bir seda bırakmak için vardır. Başarı, para, mal, mülk gibi şeyler hakkıyla sahiplenenler için çok bir şey değildir. Çünkü maddi varlıklar geçicidir. Gerçeği sahiplenenler için bu sadece bir araçtır. Önemli olan gönüle girerek sahiplenmektir. Gönülleri kucaklayarak, iyileştirerek sahiplenmek hakikatin ta kendisidir.

HABERLER.. HABERLER.. HABERLER

Sevgili okurlar, geçen hafta grip gibi bir şey geçirdiğim için Buluşma Noktası’nı çıkaramadım. Grip olduğunu umuyorum çünkü üçüncü doz aşının ardından başıma geldi böyle bir şey. Sanırım bağışıklığım düştü ve gribe yakalandım. Ama şu an gayet iyiyim. Bu vesileyle gribin de yaygın olduğunu hemen söyleyelim. Karantina sonrası olsa gerek bazı kuralların devam etmesine rağmen insanlar rahat davranabiliyorlar. Azami dikkat gerekiyor ki bu kışı da kazasız belasız atlatalım.

…….

İstanbul başta olmak üzere neredeyse tüm şehirlerimizde büyük bir kira problemi yaşanıyor. Bu sene sonbahar yaklaşırken bir anda kira fiyatlarının artmasını ben hiçbir şekilde açıklayamıyorum. Ne oldu da kiralar neredeyse bin, iki bin lira birden arttı. Ne değişti geçen seneden beri? Akıl, mantık alacak gibi değil. Ev sahipleri bunu fırsat bilip kırık dökük evlerine toz kondurmadıkları gibi şikâyetleri bildiren kiracıyı da mahkemeye verip kontrat üzerinden zam yapmadıkları takdirde çıkarmakla tehdit ediyor. Nasılsa kiralık ev arayan çok evim boş kalmaz fırsatçılığıyla hareket ediliyor. Bunu piyasa kendi mi dengeleyecek? Piyasa dengeleyene kadar vatandaş ne yapacak? Onca öğrenci nasıl yapacak? Allah cümlemize yardım etsin. Anlaşılan bu salgın da ders olmamış.

………

Bu hafta dikkat ettiyseniz, sayfamızda aramıza yeni katılan Sevgili Dilara Hoca’mızı ağırlıyoruz. Kendisi tarih alanında akademisyendir. Mümkün olduğunca bize yazılarıyla katkıda bulunacaktır. Şimdiden kendisine sizlerin huzurunda teşekkür ediyorum.

ADALETİN BU DÜNYA

Kime güvendiysem elimde kaldı sözleri. Halk içinde itibarı var dediler; menkıbelerle uyuttular. Gerçeğin üzerini örttüler. Adaleti kime göre aradığımızı bile sordular. Adaletin kılıcı herkesin boynuna göredir. İncedir, hassastır terazi. Yüreğinde hissetmezsen o sızıyı, sana adaletten bahsetmeyeceğim bile. Adamına göre, parasına göre, menfaate göre tartmaz bu terazi. İnsanlığına göre, ahlakına göre tartar bu terazi. Ortalığı idare etmek için; ne şiş yansın ne kebap usulüyle işlemez adaletin yasaları. Kendine güvenen adaletin kılıcını taşır. Ayakta tek başına sapasağlam ancak yalnız kalır terazinin başında. Bu dünyanın adaleti böyledir. Kara gecede gündüzü aramak gibidir adalet bu dünyada. Bu candan vazgeçmektir halk içinde adaleti yaşamak. Şerbet diye zehir içirirler adaletle kandırırlar. Uyanık olan gönüller için her an her yer aydınlıktır. Terazinin kefesinde nefislerini her an koyacak kadar canlarından geçenler adaletten vazgeçmezler. Hak için Halka rağmen çiğnerler acı lokmaları. Bir gün hesaba çekilecekleri o büyük mizan gününe hazır olmak; ağır yükleri taşımak demektir. Yiğid hoş lakırtılara kanmaz. Onun derdi Hak’ka verdiği sözü mizan gününe kadar tutacak kılıcı elinden bırakmamaktır.  Adaletin bu ya dünya! Sen anlayamazsın terazinin dilinden. 

OSMANLI DEVLETİ’NDE II. MEŞRUTİYET DÖNEMİNDE KADINLARIN EĞİTİMİNE YÖNELİK DÜŞÜNCELER VE İLK KADIN ÜNİVERSİTESİ

Osmanlı Devleti 1876 yılında çok kısa süre tecrübe ettiği Meşrutiyet sistemi ile 32 yıl sonra tekrar buluşmuştur. İkinci Meşrutiyet dönemi siyasî manada oldukça yoğun bir dönem olarak dikkat çekicidir. Bu süreçte İslam dininin kadınların ilerlemesinin önünde bir engel olduğunu söyleyenlere karşı Ahmet Mithat Efendi ve dönemin önemli kadın yazarlarından Fatma Aliye fikirlerini şöyle ortaya koymuşlardır; İslam dini, kadınların ilerlemesinin önünde bir engel değildir, hatta Hz. Muhammed döneminde yaşayan kadınların durumu buna çok açık bir delildir. Celal Nuri ise; “Kadınlarımız” adlı kitabında, İslam dininin kadınlara geniş haklar verdiğini fakat uygulamada yapılan yanlışlardan dolayı kadınların geri planda kaldığını ifade etmiştir. Ziya Gökalp de bu düşünceleri destekleyen sözlerinde “Kadınların evlere kapatılmasının Türk kültürü ve İslam dini ile bir ilgisi olmadığını” belirtmiştir.

Bu dönemde kadınlarla ilgili en çok üzerinde durulan konu ise eğitim almalarının gerekliliği hususudur. Türk dünyasında İsmail Bey Gaspıralı ve Ağaoğlu Ahmet Bey gibi aydınların, Türk kadınının eğitimi ve modernleşmesine olan katkılarının yanı sıra Osmanlı Devleti’nde de bu konuda ilk çalışmaları ortaya koyanlardan biri de Şemsettin Sami’dir. 1879’da yayınladığı “Kadınlar” adlı kitabında, eğitim gören kadının hem kendisinin hem de ailesinin mutlu olacağını ifade eder. II. Meşrutiyet dönemi daha önceki dönemlere nispeten kadınların sesinin daha gür çıktığı bir dönemdir. Daha önceleri kadın haklarını erkek aydınlar savunurken, bu döneme gelindiğinde kadınlar da kendi gelecekleri hakkında daha çok söz söylemeye başlamışlardır. Fatma Aliye, Nigar Hanım, Halide Edib gibi Türk edebiyatının önemli kadın yazarlarının yetiştiği bu dönemde, kitapların yanı sıra dönemin süreli yayınlarında da kadınlara dair yazılar yayınlanmış, hatta kadın dergileri süreli yayınlar içerisinde yerini almıştır. Ev Hocası, Kadın, Kadınlar Dünyası, Kadınlık, Hanımlar Alemi gibi dergiler bu dönemde yayımlanmış ilk kadın dergileri arasındadır.

Kızların eğitiminde, ilkokul seviyesindeki İbtidailerin, Ortaöğretim derecesinde eğitim veren Rüşdiyelerin sayılarının artışı, II. Abdülhamit döneminde gerçekleşmiştir. Lise seviyesindeki İdadiler ise kızlar için ilk olarak 1880 senesinde İstanbul’da II. Abdülhamit döneminde açılmıştır. İlk olarak 1870’te açılan Darülmuallimat’ın kuruluş amacı ise kız okullarına öğretmen yetiştirmektir. Buradan mezun olan öğretmenler Osmanlı’nın ilk kadın memurları olmuşlardır. Bunların yanı sıra, Kız Sanayi Mektepleri, kadınların el becerilerini geliştirerek bunlardan ekonomik kazanç sağlamayı amaçlayan eğitim kurumlarıdır. Günümüz kız meslek liselerinin öncüleri olarak kabul edilen bu okullar özellikle II. Abdülhamit döneminde hiçbir geliri olmayan kimsesiz kızları üretici pozisyonuna geçirerek, onların kendi ayakları üzerinde durabilmelerine yardımcı olmayı amaçlamıştır.

Kadınların Osmanlı Devleti’nde üniversiteye giriş sürecinin başlaması ise, Darülfünun’da kadınlar için “Serbest Konferanslar” adlı bir dizi dersin açılması ile gerçekleşmiştir. Dönemin Maarif Nazırı Şükrü Bey, amaçlarının “münevver anneler”, “iyi eşler” ve “haklarını bilen kadınlar” yetiştirmek olduğunu ifade ederek İnas Darülfünunun açılacağının da işaretini vermektedir. Maarif Nazırı’na göre; “Kadınlara verilecek eğitim hür ve medeni olacak, terakkiye mani olan itikatlara yer verilmeyecek, kızlar vatan ve millet mefkûreleriyle donatılacaktır.” Bilhassa bu Serbest Konferanslara katılan kadınların yükseköğrenim görmek istemelerinin de etkisiyle Osmanlı Devleti’nde ilk kadın üniversitesi olan İnas Darülfünunu 12 Eylül 1914’te açılmıştır. “Kadınlar Dünyası Dergisi”, bu üniversitenin kuruluşunu kadınların yükseköğrenim görmesine dair kaleme aldığı bir yazı ile halka duyurmuş ve bu yazıda “Osmanlı kadınının uzun süren bir uykudan geri dönülemez bir şekilde uyandığına” vurgu yapılmıştır. 24 Ekim 1914 tarihinde ilk kadın üniversitemiz, kayıt yaptırmaya hak kazanan 22 öğrenciyle eğitim-öğretime başlamıştır. Bu öğrencilerin 4’ü Matematik, 10’u Tabii Bilimler ve 8’i Edebiyat Şubesi’ne kayıt olmuştur.

1 Kasım 1914’te öğretime başlayan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi’nin açılmasında da ilk kadın ressamlardan olan Mihri Müşfik Hanım’ın, Maarif Nazırı Şükrü Bey’e yaptığı müracaat etkili olmuştur. Bütün bu bilgilerden hareketle II. Meşrutiyetle birlikte eğitim hakkını talep eden ve bunun için ısrarcı olan, bir kadın profilinin ön plana çıktığı görülmektedir.

1917 senesinde İnas Darülfünunu’nun ilk mezunlarını vermiştir. Böylece Ziya Gökalp, Köprülüzade Mehmet Fuat ve Rıza Tevfik gibi alanlarında dönemin önemli hocaları arasında yer alan hocalardan ders alarak mezun olan öğrencilere, Maarif Nazırı Şükrü Bey ve eşi tarafından birer altın kalem hediye edilmiş, kalemlere hat sanatıyla “İnas Darülfünûnu’nun ilk mezunelerine yadigar” ibaresi yazdırılmıştır.

İnas Darülfünûn’undan mezun olan bu kadınların Millî Mücadele’de, Asrî Kadınlar Cemiyeti’nin kuruluşunda ve Cumhuriyet Döneminde de Kadınlar Halk Fırkası, Türk Kadınlar Birliği gibi oluşumların içinde yer aldıkları bilinmektedir. Öncü rol oynayan bu kadınlar, bir sonraki nesle önemli bir mücadele azmi aşılamıştır.

İLAÇ YERİNE

Henüz kronik hale gelmeyen bazı bedensel ve ruhsal sıkıntılarımız için hemen ilaca sarılmamalıyız. Hastalık tanımını almamış bazı geçici rahatsızlıklar ilaçla birlikte yerini kalıcı bazı hastalıklara ve ben hastayım algısına bırakıyor. Özellikle genç bireylerde yaygın olan panik atak başlangıcı buna bağlı uykusuzluk ve sıkıntılı hissetmekten kaynaklanan halsizlik, isteksizlik için bitkisel tedavi önerilerini işin uzmanlarından alabiliriz. Ben panik atak oldum artık ilaç içmeliyim mantığı ile doktora gidip kendinizi bu kimyasallara mahkum etmeyin. Elbette ilacın da gerekli görüldüğü yerler olacaktır. Ancak en ufak bir uykusuzlukta, kalp çarpıntısında hemen arkadaşının, komşunun ilacına sarılıp yok yere efhama kapılıp hastalık hastası olunmamalı. Size iyi gelecek, rahatlatacak bir bitkisel çay kürü mutlaka vardır. Ben burada bir öneride bulunmayacağım ancak kendimizi ilaçtan uzak tutmak ve telkinle birlikte temiz havaya eşlik eden güzel bir bitki çayını hayatımıza dâhil ederek ilaçlara bağımlı olmaktan kurtulabiliriz. Unutmayalım ne kadar az dış etkenleri hayatımıza katarsak hatta engellersek o kadar çok rahat ederiz.

Artı

Kelâm

Her harfin, her kelimenin, her cümlenin bir işlevi vardır. Birbirimizi doğru anlamak doğru iletişim kurmak ihtiyacındayız. Bunu yaparken de birbirimizi iyi anlamalıyız. Ayrı kulvarlarımız ve yollarımız olsa da varacağımız yol ve menzil hakikat olmalı. Karşılıklı diyaloglarımızda iyi kelimelere ve cümlelere tutunmak ve iyi şeyleri çekip çıkartmamız lazım. İşte o zaman kelâm, işlevini hakikat adına görecektir.

Eksi

Selam

Bizim kültürümüzde selam vermek çok önemlidir. Selam vermeyene iyi gözle bakılmaz. Belki de kibrine yorulur. Oysa selam Allah’ın selamıdır, duadır. Kurtuluşa vesiledir. Asansöre biniyorsun, senden sonra aynı asansöre binen ya suratına bakar ya tavana gözlerini diker. Ne hallere düştük. Asansör bozulsa yarı yolda kalsak ne olacak! Birbirimizle konuşmak ve nasıl kurtulacağımızı düşünmek zorunda kalacağız. Selam insanı yolda bırakmaz. Allah’ın rahmetini ve bereketini üzerinizde hissedersiniz.

MEHMETÇİK

Bundan 2.300 yıl önce Asya’da güçlü bir Türk devleti vardı. Mete Han’ın kurduğu bu devlet Oğuz Türkleri idi. Oğuz kelimesi bir rivayete göre ok kelimesinden türemiştir. Ayrıca Mete Han’a, Oğuz Han da denilmektedir. Bir yazar Oğuz Türklerini savaşçı oldukları için zamanın Mehmetçiği ile izah ediyor. Oysa Mehmetçik kavramı bambaşka manaları taşır. Türklerin Müslümanlığı kabulünden sonra Mehmet ve Muhammed ismi en çok verilen isimdir. Peygamberimize atfen verilen bu isim Türklerin İslam sancaktarlığını yaptığından dolayıdır. Mehmetçik kavramı yine peygambere atfedilir. Onun için Türk ordusuna Peygamber Ocağı denir. Türkler sadece Türk ulusundan ibaret değildir. Soy soptan öte Türk kültürü evrensel bir kültür olup bir medeniyetin adıdır. Ayrıca ümmetin ve bütün insanlığın kurtuluş ümididir. Fethin de manası budur.  Mehmetçik dendiğinde Türk ulusu nezdinde Hz. Muhammed’in ordusu, İslam, insanlık için kurtuluş manalarını taşır. İstiklal harbinde bütün İslam âleminden gelen yiğitler savaşmıştır. Çanakkale Şehitliği’nde nice anaların yiğitleri yatmaktadır. Mehmetçik İslam inancının sarsılmaz savaşçısıdır.