KİLİSEDE İMAM NİKÂHI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Daha da geniş açıdan bakarsak, İslâmiyet'te (profesyonel anlamda) "imamlık" diye bir müessese yoktur, çünkü İslâm'da "ruhbanlık" yoktur. Şartları sağlayan her Müslüman imam olabilir.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, aslında İslâmiyet’te “imam nikâhı” diye bir şey yoktur. Yâni Müslüman bir çiftin evlenmesi için farz olan şartlar arasında nikâhın bir imamın huzurunda ve câmi de kıyılması gibi bir şart yoktur. Daha da geniş açıdan bakarsak, İslâmiyet’te (profesyonel anlamda) “imamlık” diye bir müessese yoktur, çünkü İslâm’da “ruhbanlık” yoktur. Şartları sağlayan her Müslüman imam olabilir. Dolayısıyla Müslüman bir çiftin nikâh akdini gerçekleştirirken bir “resmî” ya da “profesyonel” bir imama gerek yoktur. Ama işin ritüel tarafı, okunacak duâların bir saygın kişi tarafından okunması ve nikâh ilânının böyle bir kişi tarafından yapılması gibi bir kültür ortaya çıkarmıştır. Bu kültürün İslâm’a aykırı bir tarafı olmadığı için kabul görmüş ve yaygınlaşmıştır. Buna da kısaca “imam nikâhı” veya “dinî nikâh” denmiştir. Nikâh kıyılırken Furkan (25:74), Bakâra (2:201) ve Sâffât (37:180-182) sûrelerinden âyetler okunması da geleneklerimizde vardır.

Ama Hristiyanlık ve Mûsevîlik’te çiftlerin nikâh akdinin ruhbandan biri yâni “din adamı” tarafından gerçekleştirilmesi gerekir. Yabancı film ve dizilerde evlilik ve nikah törenlerinin kilisede yapılması bu yüzdendir. Hristiyanlık, bu dine inananlara kendi nikâh akitlerini gerçekleştirme yetkisini vermemiştir. Hristiyan bir çifti kilisenin papazı, “Baba-oğul ve ruhsal ruh” adına “karı-koca ilan eder”.

Furkan yerine Yuhanna!

İslâm’daki bütün bu farz ve kültürel kabulleri bir tarafa bıraktığımızı düşünelim ve Müslüman çiftin resmî nikâh hâricindeki nikâh merâsiminin kilisede yapıldığını tasavvur edelim. Herhâlde bunu sâdece Müslümanlar değil, Hristiyanlar da tuhaf karşılayacaktır. Damat Müslümanken, gelin Müslümanken, dünürler Müslümanken ve tabi ki imam bile Müslümanken bu nikâh neden kilisede ve İncil’de âyet okuyarak kıyılsın ki?! Düşünsenize imam efendi, İncil’den şu âyeti okuyor: “Siz beni seçmediniz, ben sizi seçtim. Gidip meyve veresiniz, meyvenin de kalıcı olsun diye sizi ben atadım. Öyle ki, benim adımla Baba’dan ne dilerseniz size versin” (Yuhanna, 15:16) ve çifti karı-koca ilan edip damada “Gelini öpebilirsin” diyor. Tuhaf bir sahne değil mi? “İki câmi arasında beynamaz olmak”tan bile garip, tuhaf ve hatta absürd bir durum.

Damadın babası ya da başka bir büyüğü kızı “Allah’ın emri, Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ın kavliyle” diyerek istemişken, nikâh neden başka bir dinin mâbedinde, başka bir kutsal kitaptan âyetler okunarak kıyılsın ki! Her ne kadar İslâm, Hristiyanlığı ve Musevîliği ve bu dinlerin peygamberlerini de kabul etmeyi ve onlara iman etmeyi gerekli kılsa da, hiçbir Müslüman çift nikâhını kilisede yapmaz. Mütedeyyin ve muhafazakâr vatandaşlarımız bir tarafa, böyle bir şeyi seküler bir dünya görüşüne sâhip Müslüman vatandaşlarımız bile yapmaz.

Peki ya eğitim?

Şimdi bu analojiyi eğitim sistemimizdeki bir pratiğe uygulayalım. Devletimizin yâni Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dili, Anayasamızın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddelerinden biri olan 3. Madde’de belirtildiği gibi Türkçedir.

Anayasamızın bu maddesinin yanı sıra, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının büyük çoğunluğunun ana dili Türkçedir. Anadili Türkçe olmayan vatandaşlarımız da Türkçe bilmektedir. Ülkemiz sınırları içinde hiçbir vatandaşımız Türkçe konuştuğu için iletişim sorunu yaşamaz. Sokakta, çarşıda, pazarda böyle bir sorun yoktur. Ama okullarımızda yapay bir sorun vardır. Bu sorun yapaydır, çünkü biz bunu kendi ellerimizle yapıyoruz. Nasıl mı?

İlkokuldan üniversiteye kadar bütün eğitim kurumlarımızda “itibar” gören eğitim şekli “yabancı dille eğitim”, daha doğrusu “İngilizce eğitim”dir. Yâni sokakta, çarşıda, pazarda hatta okulun koridorlarında, tuvaletlerinde, kantininde Türkçe konuşan öğretmen ve öğrenciler, sınıfa girince birden Türkçeyi değil de İngilizceyi kullanmak durumunda kalmaktadır. Öğretmenin anadili Türkçedir veya Türkçe bilir. Öğrencinin anadili Türkçedir veya Türkçe bilir. Ama iş ders anlatmaya ve ders dinlemeye, okumaya yazmaya gelince Türkçe değil İngilizce devreye girer. Türkçe bilen öğretmen Türkçe bilen öğrencilere fizik, kimya, matematik, biyoloji derslerini İngilizce anlatır. Bu derslere üniversitede bütün dersler eklenir. Hatta Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde derslerin yüzde 30 İngilizce yapıldığı üniversitelerimiz bile vardır. Bu “kilisede imam nikahı” değildir de nedir?

Bu nasıl nikâh!?

Müslüman bir çiftin kilisede kıyılan nikâhı nasıl kabul görmezse, ülkemizde senelerdir uygulanmakta olan “İngilizce eğitim” de amacına ulaşamamaktadır. Zâten böyle bir eğitimin amacı “eğitim” olamaz.

Şu iki şeyin birbirinden farklı olduğunu söylemekten dilimde tüy bitti, yazmaktan parmaklarım yoruldu: “İngilizce öğrenmek” başka bir şeydir, “İngilizce eğitim” başka bir şeydir. İngilizceyi okulda İngilizce derslerinde (İngilizce bilen İngilizce öğretmenlerinden), dil kurslarında, özel derslerle, İngilizce diziler seyrederek ya da İngilizce konuşulan bir ülkeye giderek öğrenebiliriz. Ama İngilizce eğitim, okuldaki bütün dersleri İngilizce yapmak demektir.

Maalesef dersleri veren Türk öğretmenlerin İngilizce seviyesi genellikle yeterli değildir. Öğretmenler yeterli olsa, öğrencinin dinleme, okuma, yazma ve konuşma seviyesi yeterli değildir. Dolayısıyla öğretmen yarım yamalak anlatır, öğrenci de yarımdan da az anlar ve öğrenir. Yâni asıl amaç olan eğitim, kâğıt üzerinde yerine getirilir ama pratikte ve akademik olarak yerine getirilmez.  Dünyânın önde gelen üniversiteler arasında neden Türk üniversiteleri yoktur, sorusunun cevaplarından biri işte budur.

Kültürel soykırım

Ben bunları söyleyince ezberlenen birkaç cevap duyuyorum: “İngilizce dünya dili” ve “Mesleğimde terimler İngilizce”. Cevabım şu oluyor: Hiçbir dil dünya dili değildir, olamaz ve olmamalıdır. Böyle bir şey en tehlikeli soykırımdır yâni “kültürel soykırım”. Ama maalesef bu kültürel soykırıma birçok dünya ülkesi “seve seve” râzı olmaktadır.

Meslek için gerekli olmasına gelince de şu örneği veriyorum: Tıp doktorlarımızın kullandığı meslekî terimlerin hepsi Latincedir. Ama tıp eğitimi Latince değildir. Fakat maalesef doktorlar Türk, hastalar da Türk olmasına rağmen tıp eğitimimiz birçok fakültede İngilizcedir. Tıp eğitiminin anadilde yapılamaması sebebiyle yapılamayan bilgi aktarımı ve edinimi eksiği ise işin ucunda insan hayâtı olmasına rağmen görmezden gelinir.

Tıpkı mezun olanların kaymakam ve bürokrat olmayı plânladığı Kamu Yönetimi bölümlerinin birçoğunda eğitim dilinin İngilizce olması gibi. Acaba hangi kaymakam görev yapacağı ilçedeki vatandaşla İngilizce konuşuyor?

Meslekî terminoloji için eğitimin tamâmını İngilizce yapmak hem zaman hem de kaynak isrâfıdır. En zor meslekî terminoloji bile birkaç aylık kurs ile edinilebilir. Bunun en güzel örneği Türk Havayolları’nda teknik ekibin birçoğunun İngilizce seviyelerinin yeterli olmamasına rağmen, Boeing ya da Airbus uçaklarındaki İngilizce terimleri anlamada ve uçakların bakımını dünya standardının üstünde bir seviyede yapmasıdır.