KRİZLERİN BENZERLİĞİ ÜZERİNE-I

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
1994, 2001 ve muhtemelen 2019 Krizi ikiz krizler olarak adlandırılabilir. İkiz Kriz, döviz krizi ve bankacılık krizinin eş anlı olarak gerçekleşmesidir.

1999 yılı 15 Ocak’ından bu yana İktisat Fakültesi’nde kadrolu çalışıyorum. Marmara Üniversitesi İngilizce İktisat Bölümü ikinci sınıf öğrencisiyken 1994 Krizi’ni, İstanbul Üniversitesi’nde tam iki yılımı doldurmuş bir asistanken 2001 Krizini, çiçeği burnunda bir Doçentken 2008 Krizi’ni yaşadım. Doktora tezim konjonktür dalgalanmaları, krizler ve bunların endüstriyel izdüşümleri üzerine idi. Tezimde ulaştığım ana netice 1994 ve 2001 Krizlerinin birbirine çok benzediğiydi. 2008 Krizini, daha sonra, Uluslararası İktisat Dersinde ele aldım. Yine beklediğim gibi 2008 Krizi’ndeki ana hatlar diğer iki krize benzemekteydi. Bugün 45 yaşında bir iktisat profesörü, köşe yazarı ve TV yorumcusu olarak 2019 Krizini yorumlamaktayım. Üzülerek görüyorum ki, memleketin iktisadi makûs talihi aynen devam etmektedir. Hiç partizanca sloganlara girmeden bu krizlerin ortak yanlarını ve farklarını özetlemek benim milletime ve okuyucularıma borcumdur.

1994, 2001 ve muhtemelen 2019 Krizi ikiz krizler olarak adlandırılabilir. İkiz Kriz, döviz krizi ve bankacılık krizinin eş anlı olarak gerçekleşmesidir. Döviz Krizi 1970’lerin sonundan itibaren yazında sıklıkla ele alınan bir kriz türüdür. Özünde yüksek cari açık ve sürdürülemez dış borçlar nedeniyle memleketin döviz stoklarının yetersiz hale gelmesi ve bunu takiben hızlı kur yükselmeleri ile karakterize edilir. 1970 öncesinde bu tür cari hesap kaynaklı dış ödeme krizleri “devletlerin borç krizleri” olarak adlandırılırdı. Çünkü kurlar kontrol altında, sermaye hareketleri sınırlı ve devletler haricinde özel sektörün dış borç bulabilme olanakları kısıtlı idi. Bankacılık krizi ise bankacılık sisteminde batık krediler veya aktif yapısının bozulması sebebiyle bankacılık sektöründe kredi daralmasını takip eden negatif büyüme ile karakterize edilir. İkiz Kriz olgusu her iki krizin birbirini beslediği bir sürece işaret eder ve milli gelir büyümesi ile işsizlik üzerinde çok daha olumsuz etkilere yol açar.

Aslında bizdeki krizler ortalama 7-8 yıllık aralıklarla gerçekleşmekte idi. 1972, 1980-82, 1987, 1994, 2001-02, 2008-09 krizleri bu periyodu bize net olarak göstermektedir. 2018-19 Krizinde vade 10 yıla çıkmıştır. Ancak bunlar arasında en fazla zarar veren krizler 1994 ve 2001 krizleridir. Bu krizler yukarıda da bahsettiğim gibi ikiz krizlerdir. 2008 Krizi Küresel etkiyle tetiklenmiştir. Ama krizin altyapısı diğer krizlerle benzerlik içermektedir. Yalnız, 2008-09 Krizi ikiz kriz değildir. Çünkü cari açık problemi yerinde dururken bir bankacılık krizi yaşanmamıştır. Bugün 2018-19 Krizinde henüz bankaların bilançosunda bir bankacılık krizini ima eden radikal etkenler saptanmamaktadır. Ama işler hepten iyi de gitmemektedir.

2008 Küresel Krizini yaygınlaştıran sebeplerden birisi banka bilançolarının gerçek riskleri yansıtmaması idi. Bankalar batık ve/veya geri dönmesi şüpheli kredilerini sigorta şirketlerine sigortalıyorlardı. FF derecelendirme notlu batık bir kredi örneğin AIG Şirketi tarafından sigortalanıyordu. Bu durumda AIG, firma batsa bile borcunu bankaya ödemeyi taahhüt etmekteydi. Böylece derecelendirme notu AAA olan AIG’nin güvencesi batık firmanın kredisinin de AAA notuna sahip olmasını sağlamaktaydı. Bankaların bilançoları bu şekilde makyajlanmakta ve batık krediler olduğundan düşük gösterilmekteydi. Ne olduysa, AIG bu kredileri ödemeyeceğini ilan ettiğinde oldu. Bankaların bilançosunda bulunan AAA görünümlü krediler bir anda FF notlu kredilere dönüştü. Bankaların derecelendirme notu kendi kredi müşterilerinin derecelendirme notlarının belli bir ortalamasını yansıtır. Haliyle bankaların derecelendirme notları da hızla düştü. Bu hisse senedi fiyatlarında düşüşe yol açtı. Bütün bu olaylar iki ay gibi kısa bir sürede gerçekleşti.

Bugün Türkiye’de bir AIG firması yoktur. Var olan yabancı ortaklı yerli sigorta firmaları da bu denli ağır bir riskin altına girmez. İşte tam bu sırada KGF ortaya çıktı. İlk bakışta desteklenebilir bir oluşum olarak değerlendirdim. Özellikle, nakit sıkıntısı içine giren ve kitlesel olarak yüksek istihdam yaratan küçük boy işletmelere destek vermek amacıyla bu fonun yararlı olabileceği düşüncesindeydim. Ancak geçen zaman içinde bankaların batık kredilerini yüzdürmek için bir bilanço makyajlaması olduğu ortaya çıktı. Haliyle, bugün banka bilançolarının bir bankacılık krizini ima etmiyor olması çok şey değiştirmemektedir. Kısa süre içinde bu tablo değişebilir ve bir ikiz krizle tekrar karşılaşabiliriz.

Bizde yaşanan krizler 1987’den bu yana aynı süreci takip eder. Anahtar kelimeler kronolojik sıra ile şunlardır: Aşırı kredi genişlemesi, sektörel orantısız yatırım, ticarete konu olmayan sektörlerin (inşaat ve hizmetler) ticarete konu olan sektörlere göre aşırı büyümesi, aşırı değerli TL, hızla artan cari açık ve sürdürülemez dış borç, ani sermaye kaçışı ve hızlı kur artışları. Bu kriz yapısı Klasik iktisatçı Clement Juglar’in keşfettiği ve Schumpeter’in Majör Dalga olarak adlandırdığı dalga ile uyumlu görünmektedir. Ancak farklılıklar vardır.

Majör Dalga, bankacılık sektörünün verdiği aşırı kredilerle başlar. Bunu artan iç ticaret hacmi ve firmaların birbirine açtığı ticari krediler izler. Akabinde yatırımlar ve sermaye birikimi artar. Ancak yatırımların talep arttırıcı etkisi kapasite arttırıcı etkisinde daha hızlı arttığı için faiz oranları da yükselmeye başlar. Bunu takiben ücretler artar. Genişleme safhasının ilk yarısında mal fiyatları ücret ve faizlere nispetle daha hızlı arttığı için aşırı kârlar oluşur. Ancak genişleme safhasının ikinci yarısında mal fiyatları ücret ve faizlere nispetle daha yavaş artmaya başlar, reel maliyetler yükselir ve hala pozitif olan kârlar düşmeye başlar. Kârlar düştükçe yatırımlar yavaşlar, talep de yavaşlamaya başlar. Bu arada başlangıçta yapılan yatırımlar sonuç verir ve sermaye miktarı ile üretim kapasitesi artar. Bu mal fiyatlarındaki artışın daha da yavaşlamasına yol açar. Tepe noktaya geldiğimizde aşırı yatırım ve aşırı üretime karşın bu üretimi satın alacak yeterli talep bulunmamaktadır. Kâr oranlarında ve yatırımlarda düşüş başlar ve daralma safhasına girilir. Süreç önce malların nispî fiyatlarının sonra milli gelirin ve en sonunda da reel ücret ve reel faizlerin düşmesi ile devam eder.

Juglar’in yukarıda anlattığımız dalgası sonucunda aşırı üretim ve kriz kaçınılmazdır. Ancak bu kapalı bir ekonomidedir. 1994, 2001 ve 2008 krizlerinde Türk ekonomisi dışa açıktır. Ve yine, Juglar’de ihmal edilen farklı sektörlerin varlığı da mevzu bahistir. Bizim Majör Dalga şöyle çalışır. Dış sermaye girişi veya hükümetin genişlemeci politikası ile krediler büyümeye başlar. Krediler büyüdükçe aslan payını üretken olmayan ve iç piyasaya yönelik sektörler (inşaat, AVM’ler, bankalar, tüketici kredileri vs. DMD) alır. Orantısız sektörel büyüme üretken ve dış piyasaya satış yapan sektörlerin (tarım ve imalat sanayi) aleyhine işler. TL değerlenir, müflis firmalar (ahbap çavuş ilişkisi ile) bolca kredilendirilir, cari açık ve dış borç artar, enflasyon düşer, firmalar ve insanlar için borçla sahte bir refah dönemi yaşanır. Bu dönemin mottosu şudur: “Borç yiğidin kamçısıdır!”. Artan cari açık ve sürdürülemez dış borç ile bolca kredilendirilen müflis firma ve tüketicilerin batması ekonomik daralmayı başlatır. Ani sermaye kaçışları ve yükselen kur, dolar borçlusu banka ve firmaları ofsayta düşürür. Banka kredileri daralır, millî gelir hızla düşer, işsizlik ve enflasyon artar ve hükümet kemerleri sıkar. Bu dönemin mottosu da şudur: “Ayakları yorganına göre uzat!” Ancak Juglar’de her şeye rağmen sermaye birikimi vardır; yeni fabrikalar yapılır. Bizim kriz süreçlerinde ise sermayeden çok dış borç birikimi olur, günün sonunda dolar cinsi anapara ve faizi küresel tefecilere öderiz. Yine Juglar’de krizi başlatan aşırı üretimken, bizdeki borçla şişirilmiş üretimsiz tüketimdİr. Sultan Abdülmecit’ten bu yana bizde krizler böyle gelişir.

Pazartesi devam etmek üzere… Hayırlı Cumalar…