KÜRESEL EKOLOJİK TEHDİDE KARŞI TÜRKİYE'NİN ROLÜ

Tuğba PUSA 12 Ağu 2021

Tuğba PUSA
Tüm Yazıları
Dünya yaşanmaz bir alan olmaya doğru gitmektedir.

21. yüzyıl ile ekonomik yapıların ve büyüme stratejilerinin değiştiği hem de küresel problemlerdeki değişimin belirginleştiği farklı bir dönem başlamıştır.

İnsanlık; nüfus artışı, salgın ve doğal kaynaklara olan taleplere artış gibi yönelimlerin de etkisiyle ciddi ekonomik ve çevresel problemler ile karşı karşıyadır.

Dünya yaşanmaz bir alan olmaya doğru gitmektedir.  Buzulların erimesi, kuraklık gibi çevresel felaketlerin yanı sıra eş zamanlı olarak dünyayı etkisi altına alan orman yangınları, Amerika'dan Avrupa'ya Asya'dan Afrika'ya birçok kıtada etkili olurken bu yıl içinde çıkan yangınların sayısı, pek çok ülkede önceki yılların ortalamasından daha fazladır. Buna bağlı olarak hızlı bir şekilde küresel çevre politikaları oluşturulmalıdır.

Tüm canlılar ekosistem içerisinde birer parçadır. İnsanlar olarak hayatımızı sağlıklı devam ettirebilmemiz, ekosistemin bize sağladığı; toprak, su ve besin gibi kaynakların sürdürülebilir olmasına bağlıdır.  Maalesef, küresel ısınmayla birlikte dünyadaki ekosistemlerin sürdürülebilirliği oldukça zorlaşmıştır.

Hayatımızda fosil yakıtlar önemli bir yer kaplamaktadır; kıyafetlerimiz, evlerimiz, ambalajlarımız, besin üretimimiz, araç yakıtlarımız… Fosil yakıtlar dünyaya sonsuza dek yetmeyecektir. Dünyada 2050 yılına kadar fosil yakıtlardan oluşturulan enerji kaynaklarının önemli ölçüde tükeneceği düşünülmektedir. Bu durum, yenilenebilir biyolojik enerji kaynakların kullanım ve yönetimini gözden geçirme ihtiyacı doğurmuştur.

Biyoekonomi süreci

Sürdürülebilir ve ekolojik dengeyi gözeten bir üretim modeli için son yıllarda biyoekonomi kavramı üzerinde önemle durulmaktadır.

Dünyada pek çok devlet artık mevcut ekonomik sistemlerden döngüsel ekonomik sistemlere geçmektedir.  Türkiye bu dönüşümün dünyadaki öncüsü olmakta geç kalsa da bu dönüşüm sürecine dahil olmak için elinden geleni yapmaktadır.

Biyoekonomi, ekonomimizin biyolojik kaynaklara bağlı olan kısmıdır. Biyolojik kaynaklar biz var olduğumuz sürece bizimle olacaktır.

Türkiye’de biyoekonomik üretim ve biyoteknolojiye ilişkin özel kuruluşlar ve devlet aracılığıyla bazı girişimler olsa da, Türkiye’nin bu alanda ihtiyacını karşılayacak boyutta değildir. 

Partilerüstü siyasete ihtiyacımız var

Türkiye’deki olaylar alışılagelmişin doğrultusunda siyasi partiler üzerinden tartışılmaktadır. Bu sebepten dolayı çoğu kritik mesele bir sonuca ulaşamamaktadır.

Son günlerde yaşadığımız orman yangınları gibi küresel etkisi olan felaketler bile siyasi rant elde etme uğruna kullanılmakta ve kalıcı çözümler üzerinde durulmamaktadır.

Gelecek de günümüz de tehlikede

Çok değil bundan birkaç sene öncesine kadar gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakmak için uğraşıyorduk, ancak son yıllarda yaşadığımız pandemi, kuraklık, susuzluk ve orman yangınları gibi felaketler durumun ciddiyetini gözler önüne sermektedir.  Bu sorunların çözümü ülkelerin sadece kendi içlerinde çözebileceği problemler değildir.  Küresel iş birliği olmadan bu sorunlar çözüme kavuşturulamayacaktır.

Türkiye, biyolojik kaynaklar açısından dünyadaki birçok ülkeden daha fazla kaynaklara sahip bir ülkedir. Aynı zamanda coğrafi konumu itibarıyla büyüyen ve gelişmekte olan geniş bir ağa sahiptir.

Türkiye’nin, içerisinde bulunduğu durumu avantaja çevirebilmesi için etkin politika ve uygulamaları hayata geçirmesi gerekmektedir.

Henüz kapsamlı bir biyoekonomi stratejisi olmayan Türkiye’nin en kısa zamanda biyoekonomi stratejisini belirlemesi ve dünyadaki bu paradigma değişimine ayak uydurması gerekmektedir. Dağınık ve birbirinden bağımsız çalışmaların yapılandırılması, iş birliklerinin geliştirilmesi ve giderek artan biyoteknolojinin Türkiye’de gelişimi için oldukça önemlidir.