Vakıf Katılım web

​LAY LAY LOM!

Murat BAŞARAN 21 Mar 2017

Murat BAŞARAN
Tüm Yazıları
Her yaşın kendine göre bir güzelliği var!

Her yaşın kendine göre bir güzelliği var!

İyi…

Kim karşı çıksın bu naif önermeye. 

Ne gençliğimin İstanbul’unda çöp dağlarına kireç dökme rezilliğini anlattığımda para ediyor.

Ne de susuz geçirdiğimiz aylar…

Rahmetli Özal evlerimize nihayet telefon bağlatabilirken “cep telefonu”ndan bahsediyordu. “Bu adam ne anlatıyor?” diye algılamaya çalışıyorduk.

Ah babam! Sümerbank’tan 5 liraya aldığı kütük gibi bir ayakkabının sevincini “Bak tank gibi. 10 sene kullan!” diye yaşıyordu ve cebinden çıkan paranın azlığı mutluluk sebebiydi. Çünkü İkinci Dünya Savaşı’na girmeme başarısını gösterip, halkına savaşanlardan daha çok yokluk çektiren bir şefin nesliydi o.

Yokluk nedir biz ne bilelim?

Bildik aslında… Şefin yaveri tüy dikti!

Gazyağı yoktu, margarin yoktu, ampul bulunmuyordu, insanlar bakkalların önünde kuyruk olup kısıtlı olarak gelmiş bulunan bir ihtiyaç maddesinden alabilmenin telaşını yaşıyordu.

Babamı sabah ezanları okunurken benzin kuyruğuna girmek için elinde benzin karnesi, kapıdan çıkarken hatırlıyorum.

Ama çocuktuk. 

Sonra Özal yokluğu varlığa çevirmede başarılı olup unutturmuştu o talihsiz günleri.

Bir yandan da iki ayrı fantastik ve içi boş söylem ısrarla Türkiye’nin başına uyuşturucu gibi bela olmuştur.

“Sevgi, barış, kardeşlik, özgürlük” şarkıları ile…

“Laik, Atatürkçü, çağdaş” nutuklar…

İlki kulağa hoş geliyor. 

İkincisi ise vazgeçilemez hayatiyet doktrini.

İyi de kardeşlik için teklifin ne?

Ve iyi de çağdaşlık için ne yapmayı öneriyorsun?

Savaşma seviş! Yollu bir kardeşlik önermesinin çiçek, böcek düzleminde lay lay lom sefilliği… Bim bam bom diye şarkı mı olur ulan!

Ulu önder Atatürk’ün heykelini artık sanatkarların elinden alıp, kalıba dökerek her binanın önüne çakmak ve saygı duruşu tapınmasıyla çağdaşlaşmak ameliyesi…

Kavramların içi boşaltılıp sonra kabuktan ibaret bir halde sloganlaştırılarak tüketilmesi, üretim zafiyetinin eseridir. 

Ve üretim dediğimiz şey halkına 5 liralık 10 sene dayanacak ve fakat ayağını sakatlayacak kötü ürünler üretmek değildir. 

Şimdi elinde iki emekli aylığına bedel akıllı telefonlarla hayata ahkam kesen gençleri meclise davet ediyoruz.

O yaşlarda Fatih İstanbul’u fethetmişti argümanı gerçek ve fakat bugün için teenni ile yaklaşılacak bir duruma işaret ediyor. Yanı sıra yedi dil biliyordu, havan topunu keşfetmişti…

Biz hala dil öğretemiyoruz. 

Eğitim sistemimizin iki temel problemi var; çözemiyoruz…

İlki eğitim, ikincisi sistem…

Her yaşın kendi güzelliğinde ısrar edersek, o güzellikten neyi ne kadar yaşarız bilmem…

Belki bir züğürt tesellisi yaşı kemale ermişler için.

Ama gençlerin yaşadığı, meclise ne kadar güzellik olarak yansır; muamma! 

Ve güzellik ne kadar izafi bir kavram. 

Gönül bu hani, ota da konar….

Velhasıl, hala aranjman şarkı söyleyenler, saygı duruşundan medet umanlar olacaktır…

Fakat çöp dağlarına kireç, akmayan musluklar, yokluklar, ekmek/ benzin karneleri manzaralarının mimarlarına geçit vermek, o günleri bu toplum hatırlasın veya hatırlamasın, üst ve iç aklımızın zaafı olur.

Ne bu endişeyi yaşlılığa verecek lüksümüz var…

Ne de gençlerin hatırlamaması bir mazerettir.

Rezil ve resmi tarih macunu tüpten çıkmıştır. Artık adının konması gerekir. 

Biz ihanete uğramış neslin çocukları/ torunlarıyız.

Son bir gayret, yaşımızın güzelliğinden feragat edip, gereğini yapacağız.