LİNÇ: MEDYADA SÜREK AVI

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Vahşi bir hayvan olarak, mesela bir aslanın her gün karnını doyurmak için avlanması, gücü yettiği ve yakalayabildiği bir hayvanı yemesi normaldir.

Sosyal olsun, geleneksel olsun fark etmiyor ve medyada artık şu ifâdeleri sık sık duymaya veya okumaya başladık: “Başıma bir şey gelmeyecekse, …” ve “Linç edileceğimi bile bile söylemek istiyorum ki, …”

Bu ifâdeler gösteriyor ki, linç etmek artık patolojik bir davranış olmaktan çoktan çıkmış ve toplumsal bir davranış hâline gelmiştir. Linç davranışının bu seviyeye çıkmasında, özellikle sosyal medyanın cesâret gerektirmemesi tahrik edici olabilir, çünkü insanlar başka insanların yüzlerine söyleyemedikleri sözleri veya güçleri yetmedikleri için yapamayacakları saldırıları, sosyal medyada tuşlara basarak kolayca ve zevkle(!) yapıyorlar. Bu zevkin mâsum isteklerimizi tahmin ederken aldığımız zevkle ile hiçbir alâkası yok. Bu zevk, tam bir vahşilik göstergesidir. Hatta zevk için avlanan avcıların yaptığı gibi vahşi bir sürek avı.

Ancak bu vahşiliği, evcil olmayan hayvanların yapması normal iken ve evcilleştirdiğimiz hayvanlarda bile gözükmezken, onca ilâhî uyarının yanında bilimsel dönemin sayısız “hümanist” ve “insan hakları” öğreti ve yasasına rağmen insandan ortaya çıkıyor.

Vahşi bir hayvan olarak, mesela bir aslanın her gün karnını doyurmak için avlanması, gücü yettiği ve yakalayabildiği bir hayvanı yemesi normaldir. Birçok belgeselde seyrettiğimiz bu görüntülere sebep olan aslana kızmayız. Hatta o belgeselleri çeken insanlar da doğal hayâta müdahale olmasın diye, aslanın avlanmasına karışmazlar. Aksi takdirde doğanın zâten bozulmuş olan dengesi, aslanlar aleyhine daha da bozulur.

“Allahlık” taslamak

Bunun yanında biz insanlar, kurduğumuz toplumsal düzen bozulmasın diye birbirimize müdahale etmek durumundayız. Ancak bu müdahale, aslanın avlanmasını engellemek veya yakalanan ceylanı aslanın elinden kurtarmak gibi olmaz. İnsan olarak bizlerin müdahale şekli ve sebebi, kişisel hırsların etkisinde olmamalıdır. Çok genel bir tespitle söylemek gerekirse, “cevâbını sâdece Allah’a vereceğimiz soruları birbirimize soramayız” ve “hesâbını sâdece Allah’a vereceğimiz konuların hesâbını birbirimize soramayız”. Bunu kim yaparsa yapsın, kendini Allah ile aynı seviyede tutuyor demektir. Bu da, en büyük günah olan şirkten de daha ileri gidip, Allahlık taslamaktır.

Linç yamyamlıktır

Linç kültürünün sosyal medyadan sonra ortaya çıktığını zannetmeyelim. Sanki masum bir şeymiş gibi yaptığımız “başkasını çekiştirme” yâni dedikodu bile kişisel bir linçtir, çünkü dedikoduya konu olan kişinin yüzüne söylenemeyen şeyler, o kişi yokken uzun uzun konuşulur. İslâm inancımızda bunun karşılığı gıybettir ve “kardeş etini çiğ çiğ yemek” kadar iğrenç olduğu Kur’ân-ı Kerim’deki âyet ile sâbittir. Bu yüzden yukarıdaki aslanın avlanması örneğini verdim. Etobur hayvanların avlarını çiğ yemesi normaldir ve onlar ateşi kullanma kabiliyetine sâhip değildir. Ama birer etobur olarak bizim bunu yapmamız, olumsuz anlamda vahşilik ve yamyamlıktır.

Yasadışı yargı, yargısız infaz

1990’larda fâili meçhul cinâyetlerin haberleri yapılırken, “yargısız infaz” tâbiri kullanılırdı. Katledilen kurbanın, suçlu olsa bile, hiçbir yargı sürecine tâbi tutulmadan öldürülmesi, bu tâbir ile anlatılırdı.

Sosyoloji’de kamuoyunun tanımları arasında “anonim mahkeme” tanımlaması da vardır. Olumsuz içerikli kamuoyunda davâcının kim olduğu, savcının kim olduğu, hâkim kim olduğu bilinmez. Tam bir kör dövüşüdür. Davâcısı, savcısı, hâkimi belli olmadığı için, nedense hep suçlu bulunan davalının kendini savunma hakkı da, bu kör dövüşünde arada kaynayıp gider. Daha sonra davalının suçsuz olduğu ortaya çıksa bile, bu lince katılanlar, yüzleri varsa özür dilerken, çoğunluk aptalı oynamayı tercih eder. “Aaa öyle miymiş, bilmiyordum”, “Hatırlamıyorum, ne zaman olmuştu?” veya “ben biliyordum zâten” deyip geçiştirmeyi yoluna giderler. Bunları söylerken de, muhtemelen başka bir yasa dışı yargı ile tâze bir linç içinde olduklarını bile fark etmezler.

Lincin amacı nedir?

Yine aslanın avlanması benzetmesine dönelim. Aslan gücü yettiği ceylanı yakalar ve yer. Ama karnı tokken ikinci bir ceylanı öldürmez. Oysa insanın yaptığı av olan linçte amaç, linç edilen kişi üzerinden yansıyan bir sorunu çözmek değildir. Her gün yeniden kabaran açlıklarını birilerini harcayarak tatmin etmek ve her gün büyüyen karınlarını doyurmaktır. Kendi karınlarını doyurmak için, yararlı bir şey yapmaktan âcizdirler. İsimlerinin önündeki sıfatlara veya oturdukları koltuklara rağmen, medeniyet adına bir şey yapma beceri ve birikimleri yoktur. Bu âcizliklerini ve becerisizliklerini örtmek için, kendi ayıbını örtmek için dedikodu yapıp, ona buna çamur atan “mahalle karısı” gibi davranırlar. Akıllarınca istediklerini ipe gönderirler.

Son yaşanan linç olayı, akademik bir seviyede tartışma vesilesi olabilecekken, bir önceki cümledeki davranışı sergilemeyi tercih edenler yüzünden, topluma örnek olacak akademik çevreler, Afrika’daki aslanların avlandıkları tozlu bozkırlara dönmüştür. Adı, cinsiyeti, fikir ve düşüncesi, bilim dalı ne olursa olsun, hatta art niyetli bile olsa, akademik bir unvâna sâhip kişilerin, akademik çevrede ve akademik seviyede muhatap alınması gerekirken, konu ve sorun “mahalle dedikodu” seviyesizliğinde yaşanmış ve 2020’de sanki hiç olumsuz bir şey olmamış gibi, tarihe geçmiştir.

Sorun akademik ortamda ele alınsaydı, hem fikrî bir tartışma zemini, hem “davalı” veya “zanlı” olarak linç edilen kişinin şahsî olmayan sorununu savunma imkânı olacak, hem de meydanın boş olmadığı, isteyenin istediği gibi atıp tutamayacağı, yapanın yanına kâr kalmayacağı dosta düşmana gösterilecekti. Maalesef bu fırsat bir defa daha kullanılamadı.

Linç aşısı olur mu?

Maalesef sosyal bilimlerde ne doğa kanunları gibi değişmez doğrular, ne de üstüne kafa yorulmuş teoriler, hipotezler yoktur. Keşke sosyal sorunları da tıbbın hastalıkları tedâvi etmesinde kullanılan haplarla, kremlerle, şuruplar veya aşılarla çözebilsek. Ama bu mümkün değil. Bunun ilacı insanlığımızı, hayvandan gelmediğimizi iddia edecek kadar geliştirmek ve hayvandan farklı olduğumuzu ispat edecek seviyeye getirmektir.

Eğitim seviyesi ne olursa olsun, toplumda herkes bu linç kültüründen besleniyor. Kaynana ile gelin arasındaki kısır döngü gibi, “bana yapıldı ben de yapacağım” deniyor. Bence KOVID-19’dan daha tehlikeli olan bu sorunun çâresi için bir aşı geliştirilse bile, tıpkı KOVID-19 aşısına karşı olanlar gibi, “Linç aşısı”na da karşı çıkanlar olacaktır.

Bu sorun, tamâmen yok edilemese bile, hayâtı yaşanmaz hâle getirdiği seviyelerden aşağılara indirilebilir ve indirilmelidir. Ancak bu, sosyal bir sorun olarak bugünden yarına değil, nesiller süren bir sosyal disiplin gerektirir. Maske takmaya direnen bir toplumda bunu yapmanın çok zor olduğunu herkes tahmin edebilir. Kesilen ağaçların, kirlenen suların, soyu tükenen canlıların, eriyen buzulların sebep olduğu somut sorunları görmezden gelen, görmek istemeyen ya da tam bir sorumsuzluk örneği olarak “o zamâna kadar ben zâten ölürüm” diyenler, soyut linç mikrobunun her an her yerde canlı kalmasının müsebbibi olacaktır. Allah, hepsini cehennemden önce ıslah etsin!