"MAJESTELERİ"NİN VEDASI

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Aslında NBA'de zamanında "Air" Jordan için de telaffuz edilmişliğini duymuştuk ama sportif bir asalet ve zerafet söz konusu olduğunda İsviçreli tenisçi Federer'e de yakıştığını hepimiz kabul ederiz.

Roger Federer’in lakabıydı Majesteleri. Aslında NBA’de zamanında “Air” Jordan için de telaffuz edilmişliğini duymuştuk ama sportif bir asalet ve zerafet söz konusu olduğunda İsviçreli tenisçi Federer’e de yakıştığını hepimiz kabul ederiz.

Kraliyet mensupları söz konusu ise kullanılan ve normal şartlarda biraz da zorlama bir hitap şekli aslında “majesteleri-ekselansları-haşmetmeap” diye devam eden sözcükler. Bize göre hepimiz eşitiz. Birimizin ötekine doğuştan gelen bir üstünlüğü yoktur. Yeteneklerin çalışma ile geliştirilmesi ile oluşan başarılardan bahsedebiliriz en fazla. Ağzında altın kaşıkla doğmayanların bile demokratik şartlarda şanslarının bulunması ne güzel şeydir.

Neyse buralarını Hocalarımıza bırakalım biz spor çerçevesinin dışına çıkmamaya çalışalım gene en iyisi. Tenis için biraz “zengin sporu” tanımlaması yakıştırılsa bile hem oynaması hem de izlemesi oldukça zevkli bir spordan bahsediyoruz. Oynayanlar için fiziki ve mental dayanıklılık, sürdürülebilirlik, atletizm ve anatomik müsaitlik gibi temel şartların yanında erkekler için “yakışıklılık”, kadınlar için de “güzellik” izleyenler için tercih sebebi olabiliyor.

Bu konuda da Roger Federer rol model olarak da fan clup olarak da takipçilerine oldukça iyi malzeme veren bir sporcuydu. Her daim cool duruşu, çalışkanlığı, disiplini ve oyuna kattıkları ile “efsane” statüsünü sonuna kadar hak ediyordu. Her biri birer istatistik değer olarak kayıtlara geçmiş olan onlarca grand-slam şampiyonluğu, enternasyonel başarıları ve 2001 yılından günümüze kadar sürdürdüğü uzuuun spor yaşamı ile tam da geçtiğimiz günlerde idrak ettiğimiz zarif ve özel veda programını hak etmekteydi.

En büyük rakiplerinin bile saygısını kazanan ve veda programında ardından gözyaşı döktükleri bir karakter Majesteleri. Yeri geldiğinde oldukça mütevazı, yeri geldiğinde mesafeli olabilen sansasyondan uzak ve tenisten kazandığı milyonları milletin gözüne sokmaktansa paylaşımcı ve hayırsever niteliği ile öne çıkmayı tercih eden bir sportmen geçti tenis dünyasından.

Laver Cup çiftlerde en yakın arkadaşı ve en büyük rakibi Rafael Nadal ile yaptıkları maçla kortlara veda ederken yaşananlar ve ardından verdiği güzel demeçler “Majesteleri” lakabının boşa verilmediğini ve dibine kadar hak ettiğini gösterdi hepimize.

Tenis; mekan-imkan dengesi ile kolayca “yırtılabilecek” ve para kazanılacak bir spor değil ne yazık ki. Tenis kortları, raketler, toplar, hocalar falan derken daha ziyade C üstü B ve A sosyo-ekonomik gruplara mensup kişilerin erişebildiği, gelişebildiği bir spor olarak ilk paragrafta dile getirdiğimiz “zengin sporu” tanımına hak verdiriyor özellikle bizim ülkemizde. Hem bu sporu başarmak hem de uluslararası kariyer yapmak için ne kortlarımızın sayısı ve yaygınlığı ne de sponsorlar ve federasyonun imkanları buna el veriyor.

Zaten şart da değil; her branşta yarışmacı sporcular üretmek ve sürdürülebilir bir başarı grafiği edinmek. Baştan kabul edersek daha rahat ederiz. Biz Türkler için tenis ekran sporu olarak kalmaya mahkum bugünkü şartlarda. Eskiden Mc Enroe’yu, Nastase’yi, Navratilova’yı, izlerdik, şimdi Djokovic’i, Nadal’ı, Murray’ı izliyoruz. Yarınlarda da başka başka tenisçileri izleyeceğiz dünya üzerinde.

Biz futbolumuzu, basketbolumuzu, atletizmimizi, güreşimizi, boksumuzu dünya ile rekabet edecek standartlara kavuşturalım da öncelikle, tenis şimdilik durakosun.

Güzel bir hafta ve üşütmeyen bir Ekim ayı dileklerimizle.