MEMORANDUM, PKK'NIN SIKIŞMASI, HDP KONGRESİ VE DEMİRTAŞ

Faruk AKTAŞ 08 Tem 2022

Faruk AKTAŞ
Tüm Yazıları
Türkiye ile NATO'ya üyelik süreçleri başlayan İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan memorandum sonrası terör örgütü PKK'da ciddi bir telaş gözleniyor.

Türkiye ile NATO’ya üyelik süreçleri başlayan İsveç ve Finlandiya arasında imzalanan memorandum sonrası terör örgütü PKK’da ciddi bir telaş gözleniyor.

Bu telaş halinin iki boyutu var.

Birincisi örgütün Avrupa’daki yapılanmalarına yönelik ciddi baskıların başlayacağı endişesi.

İkincisi ise Irak ve Suriye’deki silahlı yapılanmalarına yönelik daha büyük ve kapsamlı operasyonlar başlaması ve bu operasyonlar karşısında destekçileri Avrupa ülkelerinin sessiz kalacağından duydukları korku.

İsveç ve Finlandiya hükümetlerinin, Türkiye’ye verdikleri sözleri tutacaklarına dair güçlü açıklamalar, her iki ülkenin terör konusundaki mevzuatlarında ciddi değişikliklere gideceğine dair işaretler ve Türkiye’nin iadesini talep ettiği terör suçlularıyla ilgili sürecin başlaması, PKK’daki korku ve endişenin yersiz olmadığını gösteriyor.

Terör örgütünün bu konudaki en önemli umudu, özellikle İsveç parlamentosundaki destekçisi aşırı sol grupların harekete geçerek hükümeti düşürmeleri yönündeki beklenti.

Uzun yıllardan bu yana Türkiye düşmanlığıyla zehirlenen İsveç’te böyle bir durumun gerçekleşme olasılığı yok değil.

Hafta içinde bazı Sol Parti milletvekilleri bir yaz kampında PKK ve YPG sembolleriyle poz verip fotoğraflarını sosyal medya hesaplarında paylaşmaları, Stockholm’da ciddi tartışmalara yol açtı.

İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, “aşırı derecede uygunsuz” diye nitelendirdiği olayla ilgili olarak Sol parti milletvekillerini kınarken, “PKK sadece İsveç’te değil AB ülkelerinde de terör örgütleri listesinde. Bu örgüt birçok masumun canına kıyarak vicdanları yaralayan bir örgüttür. Sol parti PKK eylemini derhal bırakmalıdır.” şeklinde ifadeler kullandı.

Anderson, açıklamasında her kadar YPG adını kullanmaktan imtina etse de gerek söz konusu PKK destekçisi milletvekillerinin verdiği fotoğraf gerekse de bu eksende yürüyen tartışmalar, PKK terörünün Avrupa’da daha yoğun şekilde tartışılmasına hatta Türkiye’nin ısrarla altını çizdiği gibi YPG’nin de bu örgütün bir parçası olduğu gerçeğinin daha kolay şekilde kabul edilmesinin zeminini yaratmaktadır.

Öte yandan ABD’nin, gerek İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin onaylanması beklentisi, gerekse de Rusya’ya karşı Türkiye’den beklentileri nedeniyle Ankara’ya karşı bir yumuşama sürecine girme zorunluluğu hissetmesinin de hem batıdaki PKK desteğinin kesilmesinin sağlanması hem de YPG’nin de terör listesine alınması konusunda süreci kolaylaştırıyor.

Tüm bunlardan hareketle, Türkiye’nin güçlü bir diplomatik atakla, NATO Zirvesi’nde yakaladığı olumlu hava ve her iki ülkeyle imzaladığı memorandumun ruhunu, başta Almanya, Fransa ve Hollanda olmak üzere diğer tüm Avrupa ülkelerine taşımak için büyük bir fırsat yakaladığını belirtmek gerek.

Terör örgütünün Avrupa kanadının çökertilmesi, en az Kandil’in yok edilmesi kadar önemli.

Aynı durumun bir diğer terör örgütü FETÖ için de geçerli olduğunu not etmekte yarar var.

NATO’nun yeni konsepti ile birlikte jeopolitik ve stratejik önemi giderek artan Türkiye’nin, bu süreci ve fırsatları iyi değerlendirmesi gerekir.

Öte yandan Irak ve Suriye ile birlikte, Avrupa’daki hareket alanının da giderek daraldığını ve daha da daralacağını gören PKK’nın, yönünü Türkiye’nin iç politikasına çevirmesi de dikkat çekici gelişmelerden birisi.

Kandil’den gelen açıklamalar bunu gösteriyor.

Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya ile imzaladığı memorandumun şokuyla bir süre sessiz kalan Kandil’deki PKK yöneticileri, bu memorandumun hayata geçeceğini görmelerinin ardından arka arkaya Türkiye’nin iç siyasetine dönük mesajlar vermeye başladı.

Önce Mustafa Karasu, ardından Duran Kalkan yaptıkları açıklamalarda, AK Parti iktidarının düşmesi için HDP ile muhalefetin ortak hareket etmesi gerektiğini salık verdi.

Her iki PKK yöneticisi de bu konuda “HDP’nin, Türkiye’yi kucaklayan bir yaklaşım sergilemesi gerektiğini” dile getirdiler.

Bu açıklamaların akabinde geçtiğimiz hafta yapılan HDP Kongresi’nde Türkiye’de kendilerini liberal olarak sunan, tanınmış bazı isimlerinde aralarında olduğu 43 kişiden oluşan bir Danışma Kurulu oluşturuldu.

Çok sayıda terör suçundan cezaevinde yatmakta olan eski HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da, HDP kongresinin ardından bir haber sitesine gönderdiği yazıda, “Eğer diğer muhalefetten Kürt açılımı bekliyorsak biz de HDP olarak Türkiye açılımı yapmak zorundayız… Tüm Türkiye'yi kucaklamak zorundayız” şeklinde ifadeler kullandı.

Türkiye’de bazı kesimler, gerek söz konusu isimlerin HDP danışma kuruluna alınmasını, gerekse de Demirtaş’ın açıklamalarını, bu partinin PKK ile arasına mesafe koyma çabasına yorup, bunun Türkiye için “hayırlı” olduğunu dillendirme çabasına girişti.

Oysa bu gelişmelerin tümünün, zaten Kandil’in bilgisi ve onayı hatta talimatıyla gerçekleştiği gerçeğini bilmek gerek.

Terör örgütü PKK ile uzantısı yapılanların ilişkisi ve işleyişini bilenler açısından, söz konusu isimlerin Kandil’in onayı olmaksızın HDP’nin danışma kuruluna alınmasını ve de Demirtaş’ın yazısında dile getirdiği mahiyette açıklamalarda bulunmasını beklemek safdillik olur.

Bu gelişmeler üzerinden HDP’yi ve de Demirtaş’ı aklamaya yönelik girişimlerin tümü, muhalefetin bunlarla iş birliği yapmasının zeminini oluşturma çabasıyla ilgilidir.

Gelinen aşamada, PKK’ya yönelik kıskacın giderek daha yüksek oranda daralması halinde Demirtaş ve onun gibi birkaç isimden PKK’nın terör örgütü olduğu yönünde imalarda bulunan açıklamaların gelmesi de olasıdır.

PKK’nın, “Zaten herkes bize terör örgütü diyor. Demirtaş ve onun gibi birkaç üyemizin de bize terör örgütü demesiyle pullarımız dökülmez. HDP ile muhalefetin iş birliğine katkı sağlayarak AK Parti ve Erdoğan’dan kurtulmamıza vesile olacaksa ve de sonrasında hedeflerimizi gerçekleştirmemizin önü açılacaksa hiçbir mahsur yok” yaklaşımı içinde olduğunu görmek gerek.

Bu konuda hiç kimsenin, HDP’nin PKK ile arasına mesafe oluşmaya çalıştığı propagandası yapmaması ya da Selahattin Demirtaş’ı “şiddet karşıtı, barışçıl, demokrasi yanlısı siyasi bir figür” olarak satmaya kalkışmaması gerekir.

Bu yöndeki çabaların, Türkiye’nin terörle mücadelesine zarar verdiği görülmeli.