MİLLİYETÇİLİK DOSYASI – I : MİLLİYETÇİLİK NEDİR?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Yeni yılın ilk yazısında hepinize merhaba… İşlerimin yoğunluğundan ötürü, bir hafta boyunca yazmadım. Ama bu bir haftada o kadar çok şey oldu ki…

Yeni yılın ilk yazısında hepinize merhaba… İşlerimin yoğunluğundan ötürü, bir hafta boyunca yazmadım. Ama bu bir haftada o kadar çok şey oldu ki… Ülkü Ocakları Eski Genel Başkanı Doç.Dr. Sinan Ateş menfur bir suikaste kurban gitti. Allah rahmet eylesin, ailesine sabırlar versin. Bu olay halâ daha soruşturma aşamasındadır, ama kamuoyuna verilen bilgilere göre bir iç hesaplaşma izlenimi doğmaktadır. Bence bu olay sonrasında Türkiye’de kendini “milliyetçi” olarak tanımlayan bazı siyasi gruplar için “pandoranın kutusu” açılmıştır. Bunu not edelim.

Bununla kalır mı? Kalmaz… DEVA Partisi’nin Genel Başkanı Mr. Babacan “çözüm süreci” döneminden kalan bazı yarım kalmış hülyalarını kamuoyuyla paylaştı. Mr. Babacan “Atatürk İnkılaplarının günümüzde demode olduğu, bunların yeniden gözden geçirilmesi gerektiği, Anayasa’da milli kimliğin çağdaş normlarla uyuşmadığı, milli kimliğin anayasadan kaldırılması gerektiğini, tarikatların tam bir özerkliğe kavuşturulmasını, kendilerine ait özel eğitim kurumlarının meşrulaştırılmasını” gülümseyen bir yüz ve gayet liberal demokrat (!) bir tavırla ifade etti. Bütün sosyal medyada bu sözlerinden sonra sert tepkiler verildi. Atatürkçü, milliyetçi ve Cumhuriyetçi vatandaşlar bu teklifin nereden çıktığını, “bölücü ve tarikatçı” bir zihniyetin CHP’nin masasında ne iş yaptığını sordular. Öte yandan, uzun zamandan beri kendilerini liberal, liberal-sol ve özgürlükçü demokrat olarak tanıtan bazı kişiler de Mr. Babacan’a destek çıktılar. Tabii ki bazı mikro milliyetçi azınlık mensupları ve bazı “tekne kazıntısı komünistler” de Mr. Babacan’ın sözlerini heyecanla karşıladılar. Sanki “Çözüm Süreci” yeniden canlanmış, “Taraf yeniden yayınlanmış” gibi hissettiler. Anlayacağınız o ki, gündemin bir numaralı maddesi milliyetçiliktir. Herkes milliyetçiliği başka tarafından anlamaktadır. Bugün, bu yüzden, yeni bir yazı dizisine başlamak istedim. Milliyetçilik dosyasını açıyorum. Bu bölümde “Millet nedir, kime denir?” ve “Milliyetçilik nedir?” sorularını cevaplayacağım. Sonraki yazılarda Türkiye’deki milliyetçiliği incelemeye devam edeceğim…

İLK ÖNCE SÖYLENECEK BİR KAÇ CÜMLE…

Türkiye’de siyasi olarak gücü olmayan ama entelektüel (!) bilinen ve kendilerini “solcu”, “liberal” veya “liberal-solcu” olarak gören bir kesim var. Bu kesim Türk kelimesinden nefret etmektedirler. Türk milleti diye bir milleti kabul etmemekte, milliyetçiliği "faşizm, haydutluk ve canilik” olarak görmekte, Türk milletine ait olan her değeri “ilkellik ve barbarlık” olarak tanımlamaktadır. Bunlara göre bizler tarihte “zorla Türkleştirilmiş Ermeni, Rum ve benzeri” milletlerin çocuklarıyız, o yüzden bize “Türk” değil “Türkiyeli” denmelidir, bizim edebiyatımız bile yoktur, “Türk Edebiyatı yerine Türkçe Edebiyat veya Yerli Edebiyat” denmelidir, Yüce Önder Atatürk bir diktatördü, Türkiye ondan beri ceberut bir baskı rejimidir. Bütün bu palavralar aslında bu arkadaşların ihanetinin tescilli belgesidir ama ben kimseyi vatan hainliği ile yaftalamak istemem. Ama şunu söyleyebilirim: “Bu arkadaşlar hem cahildir, hem kindardır, hem de emperyalist işbirlikçisidir.” Merak eden için belirteyim: Ben Atatürk’ün emperyalist ordularını yenerek kurduğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaktan gurur duyan bir Türküm.

MİLLET KİME DENİR?

Homo Sapiens tarih boyunca grup halinde örgütlenmiş bir canlıdır. Grup halinde örgütlenebilmesinin en önemli unsuru da gelişmiş iletişim gücüdür. İletişim gücü hem insanların kalabalık gruplar halinde örgütlenebilmesi hem de ürettikleri bilgiyi gelecek kuşaklara aktarabilmesi anlamına gelir. Buradan da medeniyet doğmuştur. Kültürel antropologlar bu duruma insanın sosyal evrimi adını vermektedirler.

İnsanların ilk avcı toplayıcı ve tarım toplumlarında etnik yakınlık önemli olmaktaydı. Avcı toplayıcılar küçük klanlar halinde kapalı topluluklar içinde yaşarken, tarım toplumlarında aynı etnik kökenden gelen ama daha kalabalık topluluklara evrildiler. Bunlara kavim denmektedir. Zaman içinde ticaretin genişlemesi ile birlikte birden fazla kavimin içinde yaşadığı siyasi birlikler doğdu: İlk çağ imparatorlukları… Pers İmparatorluğu, Helenistik Çağ İmparatorlukları, Roma İmparatorluğu… Bu devletlerin vatandaşı veya tebaası olmak yeni bir toplumsallaşma biçimini getirmekteydi. Ancak bu tip büyük siyasi yapılar ortak bir medeniyet kurulması, ticari güvenlik ve siyasi istikrarın sağlanması için yeterli değildi. Roma İmparatorluğu’nda Hristiyanlığın kabulü ile birlikte, bu tip büyük siyasi yapıların din mensubiyeti altında örgütlenmesi öne çıktı. Artık insan toplulukları aidiyetlerini dini mensubiyetleri ile açıklamaktaydı. Yani Orta Çağ başlamıştı.

Sanayi devrimi ile ortaya yeni bir üretim tarzı çıkmıştı: sanayi kapitalizmi. Bu yeni üretim tarzı yeni bir toplumsal örgütlenme doğurdu: millet. Sanayi kapitalizmi ve toplulukların milletleşme süreci Batı’da 300 yıllık,  zaman zaman çok kanlı hesaplaşmalarla süren, bir süreç içinde gerçekleşti: 1600 – 1900 arası. İşte bu 300 yıl içinde oluşan millet olgusu şu şekilde tanımlanır: “Bir millet mensubu olan bireylerin bazı ortak özelliklerin bileşkesi temelinde bir araya gelmiş insan topluluğudur.” Bu ortak özellikler dil, tarih, vatan, etnik özellikler, kültür, gelenek ve törelerdir. Dil bir toplumun birliği ve örgütlenmesi için çok önemlidir. Bu yüzden ortak bir dil milletin oluşumu için olmazsa olmaz kuraldır. Öte yandan etnik bağlar, dini ortaklıklar daha çok ilk çağ ve orta çağ toplumlarında örgütlenmesinde etkili olabilecek kavramlardır. Modern sanayi toplumunda ortaya çıkan millet tanımı daha siyasi bir tanımdır. Bir ülkenin toprakları üzerinde kurulan devlet kendi sınırları içinde tek maliye sistemi, tek para sistemi ve serbest ticareti kuran ve düzenleyen bir üst yapı kurumu olarak, aynı zamanda, kendi, vatandaşlarının (Dikkat edin, tebaa veya kul değil vatandaş, DMD), ortak bir dil, standart bir eğitim ve ortak kültürel değerlere sahip olmasını da sağlamaktaydı. Bu devletlere milli devlet, onların eğittiği ve dönüştürüp örgütlediği toplumlara millet adı verildi. Bu yüzden bugün milleti şu şekilde tanımlıyoruz: “Bir milli devletin vatandaşlarından oluşan ortak hedefler ve kaygılara sahip, ortak değerlerin bileşkesinden oluşan bir aidiyeti paylaşan insanlar milleti oluşturur.” Yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Hristiyan bir Ermeni asıllı kardeşimiz Türk Milleti’nin bir parçası iken, Sünni Hanefi Müslüman bir Türk olan meselâ Türkmenistan vatandaşı bir kardeşimiz Türk değil, Türkmen’dir. Örneğin Hrant Dink bir Türk iken, Ebulfeyz Elçibey bir Türk değil, Azeridir. Yani millet bir milli devletin vatandaşlarının ismidir.

MİLLİYETÇİLİK NEDİR?

Sanayi kapitalizminin tohumları 1600’lerde atılmaya başlandı, ancak sanayi devrimi ile ki, 1700’lerin ikinci yarısında İngiltere’de başlamıştır, maddi alanda kendini göstermeye başladı. 1789’da Fransız Devrimi ile milliyetçilik siyasi hayata doğdu. Bundan önce primitif milliyetçi hareket olarak İngiltere’de kısa süreli bir Cumhuriyet kuran Cromwell Devrimi de sayılabilir. Ancak Fransız İhtilâli ile birlikte milliyetçilik gerçek anlamda ortaya çıktı. Milliyetçilik siyasi düşünce olarak “millet hakimiyetine” dayanır. Bunun için de iki önemli ilke tartışılmaz kabul edilir: Devletin dini kurallara değil milletin temsilcilerinin yaptığı kanunlara göre idare edilmesi yani laiklik ve kralların, oligarşi ve aristokrasinin değil milletin temsilcilerinin yönetimi, yani demokrasi. Yani milliyetçiliğin dayandığı milli hakimiyet laiklik ve demokrasi ayakları üzerinde yükselir. Bunların doğal sonucu olan üçüncü ayak da Cumhuriyetçiliktir. Bu milliyetçiliğin ideal halini temsil eder. Zaman içinde her ülke kendi şartlarına uygun bir milliyetçilik geliştirmiştir. Örneğin İngiliz milliyetçiliği Cumhuriyetçi değil meşrutiyetçi iken Fransız tipi bir laiklikten ziyade dinin devletin emrinde olduğu ve milliyetçiliği kuvvetlendirdiği bir sekülarizme evrilmiştir. Ancak çok kuvvetli bir demokrasi kültürü de gelişmiştir.

Bir milliyetçinin devlet yönetiminde dini kuralların ve dolayısıyla onu vaz edecek olan papaz / haham / hoca gibi ruhbanların hakimiyetini kabul etmesi mümkün değildir. Bu milli hakimiyet ilkesine hiçbir şekilde uymaz. Yine bir milliyetçi ister bir hanedandan gelsin ister de bir azınlık oligarşisinin içinden çıksın tek adam yönetimlerine ve istibdata mutlaka karşı çıkmalıdır. Bu manada, milliyetçi kimi kavramları kullanıp teokrasiye veya tek adam / azınlık rejimlerine göz kırpan siyasetler milliyetçi kabul edilemez. Çünkü gerek Cromwell, gerek Fransız gerekse Amerikan Devrimiyle ortaya çıkan milliyetçilik ideolojisi bunlarla taban tabana zıttır. Öte yandan bir sınıfın öne çıkarıldığı siyasetler veya milli hakimiyeti tehdit eden ümmetçilik, küreselcilik veya mikro milliyetçilikler de bir milliyetçinin kabul edebileceği düşünceler değildir.  Bu anlamda milliyetçilik, “sanayileşmiş ve şehirlileşmiş burjuva toplumunun ürettiği, devletin vatandaşlarından oluşan milletin toplamda hakimiyetini, refahını arttırmayı ve bağımsızlığını” kendine amaç edinmiş modern bir ideolojidir.

Devam edeceğiz.