Vakıf Katılım web

MİNİK KUŞ'UN HİKÂYESİ

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Erbâbı tarafından yeri geldiğinde insanoğlunun/insankızının doymak bilmez hırs ve bencilliği ile yaşadıklarından ders almaması üzerine anlatılır, biz erbabı olmadığımız için siz nereye uygun görürseniz oraya koyup anlayabilirsiniz.

Bugün hepimizin bir yerlerden duyduğu, kulağımıza âşina olan bir hikâye anlatacağız size.

Mevlana’nın Mesnevi’sinde bulunduğu gibi daha eski Hint/Doğu kaynaklarında da benzerlerine rastlamak mümkün. Birkaç bin yıllık bir hikâye ama verdiği mesaj çok orijinal ve daha binlerce yıl geçerliliğini koruyacak cinsten.

Erbâbı tarafından yeri geldiğinde insanoğlunun/insankızının doymak bilmez hırs ve bencilliği ile yaşadıklarından ders almaması üzerine anlatılır, biz erbabı olmadığımız için siz nereye uygun görürseniz oraya koyup anlayabilirsiniz. “Al eline bir kaya, nereye dayarsan daya” diyor ya gençler o hesap işte.

Avcının biri, bir tuzak kurmuş, minicik bir kuş avlamış idi. Minik Kuş’u ökseden çıkarıp avucuna aldığı sırada Minik Kuş dile geldi ve Avcı’ya dedi ki: Ey Avcı. Sen bunca zaman ne koyunlar, ne sığırlar yedin, bunlarla doymadın da benim birkaç dirhemlik etimle mi doyacaksın? Beni bırak, karşılığında sana faydalı üç öğüt vereyim. Bu öğütlerden birini avucunda, ikincisini şu karşıdaki damın üzerinde, üçüncüsü de ağaçta söyleyeceğim.

Avcı: “Peki…” deyince Minik Kuş hemen oracıkta ilk öğüdü verdi: Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma.

Avcı, ikinci öğüdü dinlemek için söz verdiği gibi Minik Kuş’u bıraktı. Minik Kuş pırrr diye uçup dama kondu ardından ikinci öğüdünü söyledi: Geçmiş gitmiş şeyler için gamlanma. Fırsatı kaçırdınsa üzülme. İçinde bulunduğun vaktin değerini bil. Pişmanlıkla vakit geçirme.

Sonra özgür olmanın verdiği özgüvenle ilave etti: Ey Avcı, benim karnımda on dirhemlik paha biçilmez bir inci vardı. Seni de aileni de ihya ederdi. Yazık, kısmetin değilmiş, elinden kaçırdın. Bu incinin dünyada başka bir eşi daha yoktur.

Avcı: Ah! Ne yaptım, neden salıverdim? diyerek dövünmeye, ağlamaya başlamıştı. O zaman Minik Kuş: Yahu, ne bağırıp çağırıyorsun. Ben sana 'Geçmiş gitmiş şeyler için gamlanma. Fırsatı kaçırdınsa üzülme.' diye öğüt vermedim mi? Sonra sana yine demedim mi: 'Olmayacak şeye, kim söylerse söylesin, inanma' diye. Sen ne aptal adammışsın. Ben kendim üç dirhem gelmem. Nasıl olur da karnımda on dirhemlik inci bulunur?

Avcının aklı başına gelmişti. Karşısında kendisiyle alay eden zeki kuşa: Pekalâ, şu üçüncü güzel öğüdün neymiş. Onu söyle de git bâri! dedi.

Minik Kuş duvardan atlayarak, karşıdaki ağaca kondu. Alaylı bir dille: “Allah için, iki öğüdümü tuttun da üçüncüsünü mü tutacaksın?” Bu iki nasihatı anlamayan kişide kâfi miktarda akıl yoktur, üçüncü nasihat boşa gider” deyiverdi ve ağaçların arasında kayboldu. (Buna ilaveten Hayati İnanç Üstad hikâyeyi şu beyitle bitirir; “kabiliyetsizi ıslaha gayret etmeyiniz/ kâbil midir ki; dura, kubbe üstünde ceviz.”)

Bu yazdıklarımızın güncel kişi ve hadiselerle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Hele ki spor/futbol dünyamızla yakından, uzaktan bir bağlantı kurmak abesle iştigaldir.

Bugün aynı zamanda Malazgirt Zaferimizin de sene-i devriyesi ve Anadolu’yu vatan yapan ecdadı Rahmetle anmaktayız.

“Yıl bin yetmiş bir/Aylardan Ağustos, günlerden Cuma/Gün doğmadan evvel iklim-i Rûm’a/Bozkurtlar ordusu geçti hücuma/Yeni bir şevk ile gürledi gökler/Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber.”