NEDEN DÖVİZ ÇILDIRDI?

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Son bir haftadır, birçok farklı etkenin bileşkesi olarak döviz kurları hızlı bir şekilde yükselme sürecine girdi.

Şu son günler ister istemez hepimize 1994 ve 2001 krizlerini anımsattı. Bizim gibi 1970’lerde doğanların üniversite öğrenciliği zamanında tecrübe ettiği 1994 krizi döviz kurlarının çılgınca yükseldiği bir ortamda gerçekleşmişti. Yine 2001 krizi de asistanlığımız döneminde gördüğümüz benzeri bir döviz çılgınlığına sahne olmuştu. Fakat o dönemde uygulanan sabit kur sisteminin bu anormal döviz hareketlerinde payı büyüktü.

Son bir haftadır, birçok farklı etkenin bileşkesi olarak döviz kurları hızlı bir şekilde yükselme sürecine girdi. Bu sefer uygulanan görünürde dalgalı kur rejimidir. Yani, kurlar piyasayı dengeye getirecek şekilde dalgalanmaktadır ve Merkez Bankası’nın belli bir kur hedefi yoktur. Buna rağmen herkes bir panik duygusu içerisinde kurların çıldırmasını izlemektedir. Neden?

Türkiye’de, siyasi arenada bir “rejim değişikliği” tartışması sürerken, gerçekte iktisadi arenada bir rejim değişikliği yaşanmaktadır. 1989 yılından beri gizlice ve 2001 yılından bu yana açıkça uygulanan yüksek faiz – düşük kur rejiminden artık düşük faiz – yüksek kur rejimine geçiş yapıyoruz. Uzun zamandır uygulanan yüksek faiz – düşük kur rejimi dış dünyadan borçlanarak iç talebi şişiren harcamalara dayalı bir büyüme modeli sundu. Bu dönemde herkesin kredi kartları ve tüketici kredileri ile yaşam standartları aldatıcı olarak yükseldi. Bir de orta gelir grubundan yüksek gelir grubuna geçme aşamasında olan bütün ülkelerde yaşanan “gösteriş tüketimi” olgusu sahte bir refah duygusu yarattı. Ancak bütün 2000’li yıllar boyunca ucuz ve bol olan dış borç imkânlarının küçük bir kısmı üretken sektörlere yatırım şeklinde gerçekleşirken, büyük bir kısmı gösteriş tüketimini ve israfı arttırdı. Sonraki yazılarda bu “gösteri tüketimi” olgusuna değineceğim.

Üretken yatırımla kastedilen, gelen paraların fabrika inşasına, bilim ve teknolojiye ve kaliteli eğitime aktarılmasıdır. Maalesef, Türkiye 2007-2008’den itibaren düşük faiz-yüksek kur politikası uygulasaydı bu hem ihracata olumlu yansıyacak hem de üretken yabancı sermayeyi çekecekti. Yani bugün uygulamaya sokulan rejim değişikliği, bundan 10 sene önce yapılmalıydı. 

Bugün, avro dolara karşı dünya piyasalarında değer kaybetmektedir. Bunun anlamı döviz kurları artsa bile ihracatımızın istenildiği ölçüde artmamasıdır. Bütün 2000’li yıllar boyunca sürekli dış borçla harcamalarını finanse edebilen Türkiye, artık döviz kurlarındaki dalgalanmalara karşı kırılganlık yaratan çok yüksek bir dış borç stoğuna sahiptir. Firmalar, hane halkı ve bankalar döviz cinsinden borçludur. Buna ülkenin kuzeyi (Ukrayna) ve güneyindeki (Suriye ve Irak) savaş halini eklersek, üstüne FETÖ – IŞİD – PKK terörünü koyarsak Türkiye’ye döviz cinsi borç getiren aktörlerin halet-i rûhiyesini kavrayabilirsiniz. Hiçbir yatırımcı 500 milyar dolara yaklaşan bir dış borca sahip ve iki taraftan savaş ve üç taraftan terör riskiyle sarmalanan ve üstüne üstlük düşük faiz – yüksek kur rejimine geçen bir ülkeye döviz getirmez, aksine mevcut dövizini de kaçırır. 

Kurun yükselmesinin sebebi ne Trump’ın iktidara gelmesi, ne bizdeki Anayasa değişim sürecidir. Bunlar sadece fitili ateşleyen etkilere sahiptir. Bugünkü yükselişin üç sebebi vardır: 

1. 1989’dan bu yana devam eden ve Türkiye’nin üretken potansiyelini her geçen gün tırpanlayan yüksek faiz – düşük kur rejimi

2. Uygulanan kur rejimiyle uyumsuz ekonomi politikaları

3. Dünyada değişen ekonomik konjonktüre bağlı olarak ucuz ve bol finansman imkânının ortadan kalkması