OKTAY RİFAT: UÇARI ŞAİRDEN GÜNGÖRMÜŞ BİLGEYE

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Soyut şiirin yirminci yüzyıldaki bence en soylu şairi olan Oktay Rifat'ı ele almıştım Pazartesi günü… Bugün ona ve şiirlerine vereceğim sözü…

Öncelikle hepinizin Hâkimiyet-i Milliye Bayramınızı kutlarım. 23 Nisan herkesin bildiği gibi çocuk bayramı olmaktan öte Hâkimiyet-i Milliye Bayramı’dır. Yani bir milletin kendi kaderini kendisinin tayin ettiğinin, istiklâlini kendi pençeleriyle koparıp aldığının timsalidir. Hele bu sene TBMM’nin yüzüncü kuruluş yılıdır. Bu sene 23 Nisan bir başka önemlidir. İnsanlığın yeni bir oluşumun eşiğinde olduğu,  Milliyetçilik, Cumhuriyetçilik, Halkçılık ve Devletçiliğin yeniden tartışılacağı, Laiklik ve İnkılapçılığa yeni bir gözle bakılacağı bu dönemde, unutmamalıyız ki, Büyük Millet Meclisi olmadan bunların hiç birisinin bir anlamı olmazdı… Bu konuya ayrı bir yazı dizisi ayıracağım. Tekrar Bayramınızı tebrik ederim…

* * *

Soyut şiirin yirminci yüzyıldaki bence en soylu şairi olan Oktay Rifat’ı ele almıştım Pazartesi günü… Bugün ona ve şiirlerine vereceğim sözü…

Yol arkadaşları Orhan Veli ve Melih Cevdet’ten farklı olarak kendi şiirini uzun sürede dönüştürmüş ve geliştirmiş bir şairdir Oktay Rifat. İlk önce hece vezni ve kafiyeli şiirleriyle başlayan yolculuğu, Garip şiiriyle çıplak gerçeğin biraz da mizahi yöntemle insanların gözlerinin içine sokulduğu bir anlayışa ve sonra da Perçemli Sokak ve Âşık Merdiveni kitaplarındaki uçarı ve soyut şiirlere yönelmiştir. Geçen yazıda soyut şiirin aslında Klasik Türk Şiirinin de temel düsturu olduğundan bahsetmiştim. Bu ilk soyut şiirlerinde Klasik Türk Şiirinin ve geleneğin etkisi hemen hemen hiç yoktur: Varsa yoksa uçarı bir şairin “bir çiçek dürbününden” gerçeği resmettiği şiirler vardır. İşte onlardan bir örnek:

“Güneşimi arılar yedi gecesiz kaldım / Dört köşe taşların üstünde / Denizin çarşısında yeşil zeytin / Balıklar geçti düdük çala çala / Yaşamaya başladım kaldığım yerden / Yosunlu kapıların ardında gizli / İkiz martıları bulmak için”  (Perçemli Sokak, X Numaralı Şiir)

Bu şiir ben zihnimde bir atmosferi, o atmosferin içinde bir ânı canlandırdı: Kuzey Ege kasabalarından birinde balık çarşısında bir zeytin ağacının altında ayrıldığı / kaybettiği sevdiğinin ardından yaşama yeniden dönmek isteyen bir adamın duyguları…

Oktay Rifat başlangıcından ölümüne kadar birçok konuya el atmıştır ancak hiç değişmeyen iki tema bir “leitmotiv” gibi Oktay Rifat şirinde sürekli barınmıştır: Deniz ve Zaman… Bazen bu iki kavram içiçe girer. (Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’in bazı şiirlerinde olduğu gibi, DMD). Perçemli Sokak’tan İstanbul’2u ve sevgiliden ayrı kalışı anlatan bir şiir daha:

“Aydınlık gölgesi gibi gelir peşinden / Yarı belinden yukarsı damların üstünde / Elini kaldırsa kırlangıçlar uçar / Dümen suyunda çıplak ağaçların / Erir bakındıkça gözlerinin mumu  //  Böyledir bu şehrin saatleri / Bu camların yüzdüğü karanlıkta / Sallarım bağırarak mendilimi / Yollar sende başlar sende biter / Açık denize dökülmeden önce”  (Perçemli Sokak, XII Numaralı Şiir)

Akşamüstü Gümüş Suyu’ndan aşağı denize doğru bakan sevgilisinden ayrı kalmış bir adamın deniz manzarası yamaçlar boyunca uzanan ağaçlar ve uçan kırlangıçlarla iç içe geçmiş bir ânı gözlerimde canlanır… Bu birinci beşliktir. İkinci beşlik ise şiirdeki adam gece vakti, bu sefer evlerin yanan ışıklarının karanlıkta sergilediği manzaraya karşı, hem dünyanın merkezi olarak ördüğü bu şehre hem de zamanın merkezi olarak gördüğü ayrı kaldığı sevdiğine el sallar, selam eder…

Oktay Rifat zaman geçtikçe daha bir izlenimci olur… Yaşadığı anların kendi duygularının süzgecinde geçirir ve kendi muhayyilesinin büyüteci ile değiştirerek büyütür. Sonunda ağzından çıkan şiir şairin bir ânının veya bir hâtırasının okuyucunun zihninde yeniden canlanmasına yol açar. İşte bir şiiri:

“Camlarda birdenbire başlıyordun, / Camlarda bitiyordun birdenbire. / Ayrılığa dönerken etekle baş / Dalların arasında birdenbire, / Son baharın bu en kanlı yemişi / Yokluğun düşüyordu ellerime. / Artık burnumda göz pınarlarının / Kokusu sıkıntılı ve bulutlu, / Yağmurun inmesini bekleyerek, / Boşluğunda bakmıyordum ürkek. / Naspoli ağacı var ya, o senin. / On bir vapuru geçiyor, o senin. / Senin ne varsa bir kaz sana değen, / Eski sokak, gökyüzü ve fesleğen.” (Eski Güneş, Sonbaharda Ayrılma adlı şiiri)

Bu şiirde Oktay Rifat’ın şiirinin şeklini yeniden geleneğe döndürmeye başladığını görüyoruz. Dikkat edilirse kafiye ve hece vezni yeniden şiire girmiştir. Ve sonbaharda ayrıldığı sevgilisine dair kendine ait bir hatırayı bütün duyumları ile okuyucunun zihninde canlandırmaya çalışmıştır.

Zamanın içinde insanın yalnızlığı ve trajedisi… Oktay Rifat’ın şiirinde önemli bir yer tutar… Oktay Rifat yaşlandıkça İstanbul’a onun tarihine, Osmanlı hatıralarına geleneğe yeniden döndüğü gibi döner. Fatih, Yavuz, Kanuni, Hürrem, Kösem, Genç Osman, Sultan İbrahim her biri birer kahraman olarak yer alır. Bu kahramanların hepsinin ortak tarafı sadece Osmanlı Handanı ile bağları değildir fakat aynı zamanda, bu kahramanlar zamanın acımasızlığı karşısında yalnızlığa mahkûm olmuş kişiler olarak karşımıza çıkar.  Burada buna birçok örnek verebiliriz. Ancak benim çok sevdiğim iki şiirini paylaşayım: GÜZDÜ

Kule, baca, kalıntısına gündüzün,
Ufukta, kondu baykuş akşamı güzün.

Uzaklara döndük yüzümüzü, geçmiş
Aynalar, içler hüzün ve meneviş.

Bulut dağlarından Bizanslı çobanlar
Koyunlarla keçilerle indiler mor.

Baktık ölü sürülere o toz duman
Ötesi yaylada rüzgârla savrulan.

Yağmuru çaldı kaval, derin ve uzak,
Binlerce damlada binlerce çıngırak.

Aya Fotini, Hora, camiler, sebil,
Kavuklu mezar taşlarıyla İstanbul,

Bir Zaman Fırtınası, dün, bugün, yarın
Uçuştu yapraklarında çınarların.

Oktay Rifat
- Dağın Orda-

Bir de Fatih Sultan Mehmet şiiri paylaşalım:

FATİH'İN RESMİ

Ayasofya kubbesinde ak bir bulut,

Baktım, gitti gider. Bal rengi tespihim

Kehribar günler, düştü yaprak ve umut,

Güz yağmuru indi camda düğüm düğüm.

 

Benimdi savrulan kaftanlar, benimdi

Atların boynu, yerinde yeller eser!

Surların taşlarına sürdüm elimi,

Benimdi İstanbul, burçlar bana benzer.

 

Altın sahanlarda aş yedim, su içtim

Altın kupadan, zorlu Tuna'dan geçtim,

Ben Sultan Mehmet, Avni, tuğlarla yüce.

 

Bir resimde kaldım cüce, ben değilim,

Sarığım, soğuk kürküm, kokusuz gülüm,

Ararım, aranırım yerde delice.

Oktay Rifat
- Dağın Orda-

Ramazanınız mübarek olsun! Hayırlı Cumalar…