ONLAR HEP YAHŞİ, BİZ HEP YAMAN

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Bunlar ve daha binlercesi, dünyâyı sömüren "Beyaz adam" lakaplı insanların kişilik profil örnekleridir. Kendilerinde hem tanrısal bir görev hem de tanrısal bir güç ve kudret olduğunu zannederler. Azerî Türklerinin sıkça kullandığı bir ifâdeyle, "onlar vahşi, eller yamandır".

Tam bir "beyaz adam" kafası.

Tam bir "beyaz adam" şımarıklığı.

Tam bir "beyaz adam" küstahlığı.

Tam bir "beyaz adam" kibri.

Tam bir "beyaz adam" ukalalığı.

Tam bir "beyaz adam" bilmişliği.

Tam bir "beyaz adam” körlüğü ve sağırlığı.

Hepsinden öte, tam bir “beyaz adam” ikiyüzlülüğü.

Burunlarından kıl aldırmazlar. Burunları yere düşse eğilip almaya tenezzül etmezler. Yumruk onlara atılınca şiddet oluyor; atan da “terörist” oluyor. Ama onlar gerçek teröristlere iş tutuyor. Küfür onlara edilince “hakaret” oluyor. Onlar küfür ve hakaret edince ifâde özgürlüğü oluyor. Biraz tâviz verseler “ama hak etti yâni” diye kendilerini savunuyorlar. Sözlü tâciz ve saldırılarına karşılık vermeye kalkana da “hop hop fiziksel temas yok” savunmaya geçiyorlar.

 Onların iş birliği yaptığı terörist, "özgürlük savaşçısı" oluyor ve "alınlarından öpülüyor." Onların yaptığı askerî darbe, "özgürlük bayramı" oluyor. Darbe başarısız olunca "tiyatro" oluyor.

Onların fikir ve düşünceleri lâyüsel ve eleştiriden muaf oluyor. Diğerlerinin zâten fikir üretmek ne haddine! Olsa olsa “öküz Anadolulu” oluyor.

Diğerlerinin taraftarları "yandaş”, onların taraftarları "aydın" ve "entelektüel" oluyor.

Diğerlerinin yanındaki sanatçılar "satılmış" ve "besleme"; onların yanındaki sanatçılar "dünya çapında".  O kadar ki onların usta(!) sanatçısı, “Siz kimsiniz, dallamalar” deyince ses çıkmıyor. Canlı yayında profesörlüğünün arkasına saklanan onların ilâhiyatçısı "bu memleketin a...koyacağız" deyince yarısından fazlası kadın olan seyircilerde alkış tufanı kopuyor.

Onlar "andımız" dedikleri metin kaldırıldı diye etmedik laf bırakmıyorlar, ama İstiklâl Marşı’nı okumayan ve okunurken ayağa kalkmayanlarla "iyi sallıyorlar".

Karşı tarafın "yabancı olsun çamurdan olsun" kompleksiyle getirdiği bir ajan-soytarının beş yıl önce yaptığı mesnetsiz konuşma beş yıl sonra servis ediliyor. Ama onlar "başörtüsünü Sümerler zamânında fâhişeler takarmış" derken "askeriyiz" dedikleri Mustafa Kemal’in annesi ve "sofu" lakaplı Zübeyde Hanım’ın tek fotoğrafının başörtülü olduğunu unutuyorlar ve onlarınki "Atatürk’e hakaret" olmuyor.

Onların yaptığı zam, kaçınılmazdır hatta birileri için şifâdır. Karşı tarafın yaptığı zam; zulüm, eziyet, kötü yönetimdir.

Onların yaptığı özelleştirme "verdiysem ben verdim" diye açıklanır. Karşı tarafın yaptığı özelleştirme "vatanı satmak" olur.

"Postal yalamak", onlar için sadâkatken, karşı tarafın dik duruşu, "diktatörlük" olur.

Onların amca-yeğen arasında ensest ilişki ve her türlü sapkınlık örtbas edilir. Ama karşı tarafın sorumluluk alıp resmî nikâh kıyması, hapis sebebi olur.

Onlar bayrak direğindeki ipi yapmayı mârifet zannedip övünürlerken, karşı tarafın yaptığı savaş helikopterine ve tanka "ama motoru yabancı!" diye çamur atılır.

Onlar, kendi caddelerinde gürültü olmasın diye, belediye otobüs sefer sayılarını azaltırken, karşı tarafın yaptığı yol, köprü, tünel "israf" olur. Bununla da kalmaz, üniversite yapmak, “öğrenci yok” deyip; hastane yapmak, “hasta yok” deyip eleştirilir.

Her şey onlar içindir!

Dünya onların etrâfında döner. Güneş onlar için ışık saçar. Bahar onlar için gelir. Çiçekler onlar için açar. Kuşlar onlar için öter. Rüzgâr onlar için eser. Kar ve yağmur onlar için yağar. Onlar için yağmayan kar, çığ olur. Onlar için yağmayan yağmur, sel baskını olur. Onların tırnağı kırılsa, kıyâmet kopsa yeridir.

Oysa kendi yalanlarına kendilerini inanırlar. İnanmayanları da "modernliğin kâfiri" ilân ederler. Kerâmetleri kendilerinden menkûldur. Jakobenliği bile beceremezler. Üç kelimesini öğrenip hava attıkları yabancı dil ile o dilin esas sâhiplerine uşaklık ve hizmetçilik yaptıklarını anlamak istemezler. Yüzlerine ayna tutulmasına tahammülleri yoktur. Çok başları sıkışınca "ama ben Atatürkçüyüm" deyip paçayı kurtarmaya bakarlar. Ama işlerine gelmeyince Atatürk’ü bile görmezler.

İçinden çıktıkları halkı beğenmedikleri için öz vatanları yoktur. Yalakası oldukları ülkelere vize alınca kendilerini "seçilmiş" hissederler. Hayran oldukları ülkelerdeki toplum kurallarını bilmeden "bu ülkede yaşanmaz" deyip kendi ülkeleri kötülemekten geri durmazlar. Ama onlar gibi olmayanları İran’a, Suudî Arabistan’a kovmaya kalkarlar. Oysaki bu ülkelerin sâdece adlarını doğru bilirler. Diğer bildikleri ise kulaktan dolma efsânelerdir. Yurt dışına çıkmadan "dünyânın hiçbir yerinde böyle bir şey yok" deyip komik duruma düşerler.

Onlar için, onlar gibi olmayanların yaşama, eğitim alma, tâtil yapma hakkı yoktur. Bu kadar "hümanist" ve "insancıl"dırlar. Kendi devletlerine “seri katil” derler. Kendi devletlerini BM’ye, NATO’ya şikâyet ederler ama “biz sizdeniz, bize dokunmayın” diye de yalvarırlar.

Kazandıkları üç-beş belediye, yüz-iki yüz milletvekili ile ülkenin sâhibi ve efendisi oldukları havasına girerler.

Bunlar ve daha binlercesi, dünyâyı sömüren “Beyaz adam” lakaplı insanların kişilik profil örnekleridir. Kendilerinde hem tanrısal bir görev hem de tanrısal bir güç ve kudret olduğunu zannederler. Azerî Türklerinin sıkça kullandığı bir ifâdeyle, “onlar vahşi, eller yamandır”. Köleci anlayıştan kurtulamadıkları için, gerçek özgürlüğe cesâret edemezler. Bir taraftan kendilerine kölelik yapacak insanlar oluştururken, bir taraftan da kölelik yaptıkları ve yapacakları efendilerinin dayattığı ideolojilere sımsıkı sarılırlar.