"REKTÖR PARA BULAN KİŞİDİR"

Okan SARIKAYA 06 Şub 2021

Okan SARIKAYA
Tüm Yazıları
Yeni yılın ilk günlerinden bu yana süregelen tartışmalar arasında, Boğaziçi'nin öznesi olduğu, çok da öne çıkmayan satır arası gelişmeler de yaşandı:

Bir yanda ‘yeni anayasa’ tartışmaları, öte tarafta Boğaziçi Üniversitesi odaklı yaşananlar, gündemin öne çıkan başlıkları oldu, geçtiğimiz hafta..

Yeni yılın ilk günlerinden bu yana süregelen tartışmalar arasında, Boğaziçi’nin öznesi olduğu, çok da öne çıkmayan satır arası gelişmeler de yaşandı:

Sayıştay’ın üniversitelerin mali durumunu açıkladığı raporlarından, “2020 yılı Aralık ayı sonu itibariyle, Boğaziçi'nin SGK borcunun 85 milyon lirayı aştığını” öğrendik, örneğin..

Sayıştay Raporu’nda, “Boğaziçi Üniversitesinin MOSİP Bilgi Sisteminde bulunan verilere göre 2019 yılı sonu itibarıyla Sosyal Güvenlik Kurumuna bu kapsamda 2014 yılından bu yana toplam 49.421.268,96 TL'si anapara 21.736.273,17 TL'si gecikme cezası olmak üzere toplam 71.157.542,10 TL borcu bulunmakta.” İfadeleri yer alıyordu.

Üniversite 2019 yılındaki 365 milyon liralık bütçesinin, 192 milyonunun personel gideri olmak üzere 334 milyonunu kullanmış.

Raporun asıl şaşırtıcı yanı, mali tablolarda yer alması gereken bu borçların o tablolara hiç yansımamış olması.. 

Ve 71 milyon liralık borcun hiçbir yerde açıklanmayışı..

 

***

 

YATIRIM PLANI İKİYE KATLANDI

Bir diğer satır arası gelişme, Resmi Gazete'de yayımlanan kamuya ait hangi projeye ne kadar yatırım yapılacağının belirlendiği 2021 Yatırım Programı’ndan.

Programda, “Boğaziçi’nin son dört yıl ortalaması 51 milyon lira olan yatırım planı ikiye katlanarak, 101 milyon 584 bine çıkartıldı.”

Artırım oranları diğer üniversitelere de aynı şekilde yansıdı.

 

***

 

ÖZGEÇMİŞLERE BAKAN OLDU MU?

Asıl tartışma konusu ise malum.. Dışarıdan mı, içeriden mi derken..

Rektörün, Boğaziçi'nde tamamlamadığı lisans eğitiminden, yine Boğaziçi'nde profesör olmamasına türlü iddialar yazıldı, dillendirildi..

Son iddia, Açık ve Net adlı programında, kendisi de Boğaziçi Üniversitesinde master ve doktora yapan Kübra Par’dan geldi. Üniversitenin kültüründen bahseden Par, "Öğretim üyelerinin mutlaka batının saygın üniversitelerinden birinde doktora yapmış olmasının beklendiğini ve bu şartla öğretim üyesi olduklarını." söyleyerek farklı bir boyut kattı meseleye..

Kısa bir özgeçmiş taraması sonucu kendi adıma, Boğaziçi'nde ‘lisans iddiasını’;

İngiltere Manchester Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölümü'nde lisans eğitimi alan ve 1992-2000 yılları arasında rektörlük görev yapan Prof. Dr. Üstün Ergüder’le ortadan kaldırdım.

2008-2012 yılları arasında Boğaziçi Rektörü olan Kadri Özçaldıran'ın da ODTÜ Elektrik-Elektronik mühendisliğinden mezun olduğu bilgisi de üstüne geldi.

‘Batının saygın üniversitelerinden birinde doktora eğitimi’ savı ise, 2012-2016 yılları arasında rektör olarak görev yapan, Gülay Barbarosoğlu’nun özgeçmişi ile çürüdü:

Gülay Barbarosoğlu, lisans (1978) ve doktora (1985) eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünde tamamlamış. Yine aynı üniversitede öğretim görevlisi (1985-1988), yardımcı doçent (1988-1992), doçent (1992-2000) ve profesör (2000-12 Kasım 2016) olarak görev almıştı.

 

***

 

“AKADEMİSYEN DERSİNİ ÖĞRETECEK”

Kübra Par’ın Boğaziçi Üniversitesinin de tartışıldığı programında,  konuklardan Prof. Dr. Özden Zeynep Oktay yurt dışı deneyimlerinden söz etti.

Kendisi de Boğaziçi mezunu olan Oktay, bir dönem bulunduğu (Misafir Araştırmacı) Cambridge Üniversitesi’nde, ‘rektörlük seçimlerinin nasıl yapıldığını’ merak ederek, sorup soruşturduğunu anlattı.

Aldığı cevap, kısa ve net olmuş:

“Rektör, para bulan kişidir.”

“Üniversiteye para bulan kişi kimse, rektör o olur.”

-Peki o kişi talepleri kimden alır?

“Öğrenciden alır. Akademisyenden almaz. Akademisyen dersini öğretecek. Rektör para bulacak. Talepler de öğrenciden gelecek. Biz öğrencilerle irtibat halinde oluruz.”

-Öyle bir oturmuş sistem var ki, bu rektörün kaç yayın yaptığı, İngilizcesi, şusu busu değil, bir sponsor gibi görüyorlar, para sağlayan bir heyet oluyor. Heyetin başı da rektör.

 

***

 

CAMBRIDGE 7 BOĞAZİÇİ 651'İNCİ

Cambridge de bir devlet üniversitesi. 31 bağlı kolej ve 100'ü aşkın akademik departmanın altı okulda organize olmasıyla oluşturulmuş bir yapı.

Tüm dünyanın dördüncü en eski üniversitesi.

Üniversitede okumak isteyen öğrencilerin başvuru aşamaları için ‘’A’’ seviyesinde bir nota sahip olmalarının yanında üstün başarılar ve araştırmalarla da kendilerini kanıtlamaları isteniyor.

Harvard Üniversitesinin kurucusu John Harvard, Cambridge mezunu.

Cambridge mezunları, öğretim elemanları ve akademisyenleri fizik, kimya, fizyoloji ve tıp, edebiyat, barış ve iktisadı kapsayan altı bölümün her birinde 96 kez Nobel Ödülü kazanmış olmakla beraber, 65 kez ödül almış Oxford’un çok üzerinde.

Dünya çapında üniversiteleri en kapsamlı olarak değerlendiren QS Dünya Üniversite Sıralaması 2020’de 7’inci sırada.

Boğaziçi ise, aynı listede 651'inci..

 

***

 

CWUR’NİN  7 FARKLI KRİTERİ

Bu sıralamanın nasıl yapıldığı konusundaki merakımı, Dünya Üniversiteleri Sıralama Merkezi -The Center for World University Ranking – CWUR’nin  7 farklı kriterin incelediğinden söz eden Mahfi Eğilmez’in bir makalesiyle giderdim 

“Birincisi, uluslararası ödül ya da madalya kazanmış mezunların sayısının üniversitenin mezun sayısına oranı.

Bir diğeri, dünyadaki önemli firmaların CEO pozisyonlarında bulunan üniversite mezunlarının toplam mezun sayısına oranı.

Ve, üniversite öğretim üyelerinden uluslararası ödül ya da madalya kazanmış olanların sayısı.”

 

***

 

TOPLUMUN ÜNİVERSİTEDEN BEKLENTİSİ

Eğilmez, aynı makalede üniversitelerimizin üst sıralarda yer alamamasının altında yatan birçok nedene de değiniyor.

Sorunlarının bir bölümünün toplumun üniversiteden beklentilerinin üniversitenin görevinden farklı olmasından kaynaklandığını belirten Eğilmez, “Toplum, üniversiteye giren öğrencilere çoğu aslında meslek okullarında öğretilebilecek bilgilerin verilmesini talep ediyor. Oysa üniversitenin varlık nedeni bilimle uğraşmak ve bilim öğrenmiş insanlar yetiştirmek.” diyor ve ekliyor:

“Hiç kuşkusuz üniversitede okuyan herkes bilim insanı olmaz. Bilim insanına o kadar yer de yok zaten. Ama en azından üniversite bitirmiş kişilerin okudukları dalla ilgili bilimsel çerçeveyi bilmesi ve yaşama uyarlaması beklenir.

Ne yazık ki bunu yapabilen üniversite mezunu sayısı bizde çok az. Bunun altında yatan neden ne ortaöğretimde ne de yüksek öğretimde analitik düşünmeye ve çözümlemeye yönelik eğitim verilmemesi ya da çok kısıtlı olarak böyle işlerle uğraşılması."

 

***

 

VELHASIL..

Sanırım, sorunu da, çözümü de yanlış yerlerde arıyoruz..

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın'ın şu tespitine katılmamak mümkün değil:

"Türkiye bu kadar büyük sosyolojik, siyasal değişimler geçiriyor, bölgesinde bu kadar kritik roller üstleniyor. Sağlıktan mühendisliğe, çevre sorunlarından şehirciliğe kadar birçok alanda bilimsel veriye ihtiyaç duyduğu bir dönemde, üniversitelerin çok daha fazla katkı vermesini beklerim bu süreçlere, karar vericilere, politika yapıcılara."

Aktif siyaset yaptığım 12 yıl boyunca benim de sıklıkla dile getirdiğim bir gerçektir..

Öyle ya..

Bir uzmanlığa sahip olmak kadar, o uzmanlığı dönüştürücü eylem açısından kitlelerle birlikte var etmek aydının temel sorumluluğudur.