RESİMLİ AY MECMUASI VE TÜRK KADINI

Ümit G. CEYLAN 28 Oca 2021

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Bir araç sizi iyi yola da sokabilir kötü, çıkmaz yola da götürebilir.

Bir araç sizi iyi yola da sokabilir kötü, çıkmaz yola da götürebilir. Bazen iyi bir kitap hayatınızın akışını değiştirebilir. Allah iyilerle karşılaştırsın diye dua eder annelerimiz, büyüklerimiz. Hayatta iyi rehberler seçmeyi bilirseniz; yanlış ile doğruyu muhakeme edebilecek ferasetiniz gelişirse korkmayın o insandan ve o toplumdan. Medyanın en önemli işlevi kim ne derse desin; bireylerin ve dolayısıyla da toplumun hakikat üzere bilinçlenmesinin kıvılcımlarını ateşleyecek gücü ve inancı sağlamaktır. Günümüzde medyanın tüm olumsuz eleştirilerine ve sinsi planlarına rağmen biz bu ortamın ya kurbanı olacağız. Ya da hayır! Yanlışları gören medya organlarını eleştireceğiz. Hakikati haykıracağız. Ta ki şer olan her şey yıkılana dek.

Türk kadını medyaya mağlup

Cumhuriyetin ilk döneminde çıkan bazı yayınlar tıpkı Osmanlının savaşa girmesi ve parçalanmasına giden yolu açan gazete, dergiler gibi Türk aile yapısının kökten değişmesi projesinin de mimarı olmuşlardır. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra ilk baskısı ile yayın hayatına giren Resimli Ay mecmuası henüz Latin harflerine geçilmediği için Osmanlıca basılmıştı. Bu dergi bize Türk ailesinin, Türk kadınını tamamen batılı tarzda bir hayata geçmesi gerektiğini altını kalın çizgilerle çizerek 1931’e kadar yayın yapmışlardır. 20.yy başındaki batıda dahi bir ailenin asla tasvip etmeyeceği tarzda kadın profili çizen bu dergi ne yazık ki Türk kadınına en basit tanımı ile sıradan biri olma yolunu göstermiştir. Osmanlı - Türk kadını memleketin yıllarca savaşlar altında ezilmekten fakir düşmüş ailesini eşini, çocuklarını “bu da geçer ya hu” anlayışıyla el üstünde tutup ailesini ayakta tutmayı başarmıştır. Ancak medyanın karşısında mağlup olmaktan kurtulamamıştır.

Ne planlandı ne oldu

Resimli Ay veya Sevimli Ay mecmuasının asıl amacı açık söyleyelim ki kadını batının gözünde bir meze yapmak ve oryantalist fantazilere sunmaktı. Bunun için yapılan yayınların çoğunda kadının aklını karıştıracak konular sinsice işlenmiştir. Resimli Ay mecmuası o dönemde bünyesinde ünlü isimleri de barındırarak güya entelektüel güya çağdaş bir görünüm vermiştir. Bu dergilerde asla Türk kadınının tahayyülünde dahi gezmeyen temiz Türk kadınına asla yakışmayacak fikirleri çağdaşlık adı altında kafasına sokmuştur. Bu dergide kadınlar şuh bakışlarıyla hercai ve teklifsiz gibi sunulmuş, bazen kendini aynada görerek “ayna ayna söyle benden başka azametlisi var mı bu dünyada” diyerek kendini baloların, kokteyllerin sınıfına uygun görmüştür. Bazen de mayolu, elinde çubuğa tutturulmuş sigarasını keyifle üfleyen bir dişi olmuş bazen bacak yarışmalarında boy göstermesi gerektiği vurgulanmıştır. Hatta bazen de revü dansçılarının eğlencelerine yanında kavalyesiyle eşlik etmesi ve bu hazları içmesi beklenmiştir. Bir mühendislik projesi ile bugün de devam eden bu medya bombardımanı hâlâ devam ediyor.

O hilal

Kaybettiğimiz hikmeti tekrar bulmanın çarelerini arayanlar hâlâ var. Konuşa konuşa; iğneyle kaza kaza üstü örtülü kadim bilginin ışığını tüm kalpleri kararmışlar için bir şerbet gibi sunmak üzere hazırlayanlar hâlâ var. İslam’ın ve Türk’ün hilali ebediyete kadar fikriyle, vicdanıyla, ruhuyla Müslüman Türk kadınına saltanat olmuş. Taht olmuş. Yârin şefkatli kucağı olmuş. Bir ananın evladına beşiği olmuş. Karnında bebeğini taşıdığı kutlu yer olmuş. Mehmetçiğin alnına sürdüğü kına olmuş. Nihayetinde uğrunda her türlü cephede savaştığı toprağının mezarının ucunda kandil olmuş. Türk kadını ilelebet bu hilalin altında Bacıyan-ı Rumlar’dan, Derviş analardan, Bilge Sultanlar’dan aldığı selam ile güne uyanır ve gece onların duası ile uyur vesselam.

TURİZM İÇİN EĞİTİM HEBA OLMASIN

Umarım bu düşen Kovid 19 vaka sayıları şu anda okulların yarıyıl tatilinde olması sebebiyle yükselmez. Şöyle ki; tatil için kayak merkezleri veya kaplıca tarzı yerleri tercih edenler nedeniyle otellerde yoğunluk yaşanıyor. Ne kadar maske taksanız da ortak yemek alanlarında bulunmak son derece sakıncalı. Ortak havuzları kullanmak hepsinden daha sıkıntılı. Turizm için eğitimi heba etmeyelim. İnşallah aylardır evde kapalı kalan özellikle sınava girecek çocukların geleceğini üç haftalık turizm sezonu için feda etmiyoruzdur. Özellikle anneler; hem evden çalışarak hem de evin işlerini yaparak üstelik bir de yardımcı öğretmenlik görevleriyle bir hayli yorulmuş durumdalar. En azından sınava girecek öğrenciler olan 8. ve 12. sınıfların yüz yüze eğitimlerinin açılmasını bekliyorlar. Bir nesil eğitimden geri kalmak üzere ve hatta kaldı. Bu konuda ilk yüz yüze eğitime başlanır başlanmaz yeniden planlamalarla kayıpların tespiti ve bunların telafisi üzerinde çalışmalar yapılmalı. Ancak sınava girecek çocuklarımızın vebalini de üzerimize almayalım. Lütfen!

ÇOCUK GÜLÜMSEMESİ

İnsanlık tarihi çocuklarla devri daim eder. Çünkü ihtiyarlar bütün değerleriyle geleceğe tevarüs ederler. Bir çocuk gülüyorsa eğer onun gülüşü gelecek kadar değer. Bir çocuk ağlıyorsa eğer onun ağlayışı gelecek kadar keder. Bir çocuk hüzünlüyse eğer bir ağıt kadar şiirsel. Daha doğmadan başlar kaza ve kader, anne karnında. Anne de, baba da bütün değerleriyle çocukların kaderinde. Kimisi doğar bir sarayda, köşkte ve keşhanede. Kimisi doğar bir mağarada, bir inde ve bir kulübede. Kimisinde pamuk gibi eller, kimisinde derin çizgiler nasırlı ellerde. Kimisinde neşe, sevinç, gülümseme. Kimisinde ıstırap, hüzün ve vesvese.  Bir dünya ki, ikiye ayrılır bıçak gibi; iyiler ve kötüler, güzeller ve çirkinler. Bir paradoks ki çelişki içinde çelişki. Sarayda insan cehennemde gibi. Kulübede yaşayan insan sanki cennette gibi. Eşitlik bunun neresinde, belki adalet bunun gibi. Darlık gören, acı çeken, empatiyi öğrenen çocuk, dert tasa bilmeyen çocuktan, belki daha çocuk! Masalsı hayatı özümseyen, ütopyası olan mahzun ve masum çocuk. Dünyanın en ücra köşesinde olsan da tanırım seni. Bir masum gülümsemen hüzünlendirir beni. Çünkü senin gülmsemen şımarık bir anne babanın gülüşü değildir. Çünkü senin gülümsemen bencilliğin beklentisi değildir. Senin gülümsemen ancak masum ve mahsun bütün çocukların ümididir. Eyyy! Aklı başında olanlar. Sevin bütün çocukları. Sevin ve sarmalayın. Şefkat ve merhamet aynanın yansıması gibidir. Bu dünya kurtulacaksa eğer sevgi, şefkat ve merhametin sayesindedir.

KONUK YAZAR. DOÇ.DR. ŞEHNAZ BİÇER İSTANBUL

DÜNYANIN EN BÜYÜK KUR’AN’I

HATTAT, ŞAİR TİMURLU BİR HÜKÜMDAR; MİRZA BAYSUNGUR

 

Kayıt altına alınan şeyler, gelecek nesiller için

yapılmış işten daha çok yaşar.

Timur

 

Timur’un kurduğu “Timurlu Devleti” coğrafi olarak kısa süre içerisinde İzmir’den Çin’e, Moskova’dan Delhi’ye yayılması sebebiyle dünya tarihi açısından her zaman dikkat çekici olmuştur.

Ancak bu kudretli dönemin çok daha önemli bir yanı şüphesiz bilgin, müderris ve sanat hamisi hükümdarları, sanat ve bilim yönünden entellektüel etkinlikleridir.

Timur ile başlayan, Orta Asya bozkırlarını yerleşik düzene dönüştürme planı, ilkin başkent olan Semerkant civarına şehirler kurulması ile başlamış ve bu kurulan şehirlere topluluklar yerleştirilerek imar faaliyetlerinin arttırılması şeklinde devam etmiştir.

Semerkant’ı dünyanın en büyük şehri haline getirme düşüncesiyle birlikte mescid, camii, saraylar inşaa ettirmiş, özellikle hanımlar için “Bağ-ı Dilgûşâ”,” Bağ-ı Şimal”, Nakş-ı Cihân” gibi bahçeler yaptırmıştır. Timur Semerkant’a Şam, Tebriz, Bağdat, Şiraz, İsfahan, Harezm ve Delhi gibi şehirlerden sanatkârları davet etmiş, ayrıca İbn Arabşah’tan öğrendiğimize göre de Celâyir sarayından devrin önemli hânendelerini, mûsikişinaslarını da getirtmiştir.

Ünlü seyyah Clavijo’ya göre sade görünüşlü, başında kürklü başlığı bulunan azametli hükümdar Timur, seferleri sırasında kâtiplerine Türkçe ve Farsça günlük tutturmuş dolayısıyla tarihi olayları da kayıt altına aldırmıştır.

Timur kendi dönemde çağdaş diğer devletlerin yanında, başkenti Semerkant’ın gelişimine gösterdiği özenle sağlam bir adım atmış ve bu şehri dönemin en önemli ilim, kültür ve sanat merkezlerinden biri haline getirmiştir. Kurduğu bu düzen kendinden sonra yönetime geçen oğul ve torunları için de temel oluşturmuştur.

 Timur’un ölümüyle başa geçen oğlu Şahruh başkenti Herat’a taşıyarak babasının izinden gitmiş ve birçok bina, köprü ve yollar inşaa ettirerek Herat’ı devletin merkezi haline getirmiştir. O da babası gibi edip, şair ve sanatkârları Herat’a davet etmiş, şehri ilim ve kültür merkezi haline dönüştürmüştür. Türkçe yazan şairleri destekleyerek sarayında Türkçe’ye karşı olan ilgiyi arttırmış ve bu ilgi daha sonra Timur hükümdarlarından Hüseyin Baykara döneminde de devam ederek, Ali Şir Nevai gibi Türk edebiyatının önde gelen simalarından bir alimi dünyaya kazandırmıştır.

Timur ve Şahruh’un oluşturdukları kültürel zeminde dünyaya gelen Şahruh’un oğlu Baysungur, babasının sağlığında Tus, Nişabur ve Esterabad’ın genel valisi olmuş ancak iyi yetiştirilmiş sanatsever ve sanatkâr Mirza hayatı boyunca Herat’taki kültür ve sanat ortamından ayrılmayıp, kurduğu kütüphanede hem hami olmuş, hem de sanatkâr olarak üretmiştir.

Baysungur, Türkçe’nin yanında mükemmel olarak Farsça, Arapça bilir ve üç dilde şiirler yazardı. Aynı zamanda hattattı, en meşhur eserlerinden biri, annesinin Meşhed’de yaptırdığı ve Türk-İran mimarisinin şaheserlerinden biri olan Gevherşad Camii’nin güney eyvanındaki yazılarıdır. Metrelerce uzunluktaki bu yazıları yirmi yaşındayken yazmıştır.

Önemli bir eseri de Muhakkak hattıyla yazdığı büyük boydaki mushaftır. Bu eser uzun müddet seferlerde ordunun önünde taşınmış ancak Safevî döneminde sayfaları koparılarak devletin ileri gelenlerine hediye edilmiştir. Bugün sadece ne yazık ki sekiz-on sayfası günümüze ulaşmıştır.

Çok küçük yaşlarda hocası Şemseddin Muhammed b. Husam el-Herevî’den hat dersleri alan Baysungur, babası Şahruh’un takdirini kazanmak için Bağ-ı Sefîd Sarayı’ında gecesini gündüzüne katarak çok küçük hatla ( gubar) bir Kur’an yazar. Kaynaklara göre babasına önemli bir hizmette bulunduğunu anlatmak, göstermek istediyse de Şahruh, Tanrı’nın büyük kitabını çok küçük yazmasına kızmış ve onu cellâta teslim etmeye kalkmıştır. Vezirlerin araya girmesiyle ölümden kurtulan Baysungur bu sefer tam aksi bir hareketle çok büyük bir Kur’an yazmaya karar verir. Yıllar sonra yazımı biten Kur’an nedimi aracılığıyla Şahruh’a sunulur. Bundan çok mutlu olan Şahruh oğlunu veliahtı tayin eder.

Herbir sayfasının boyu 1 metre 69 cm ebadında olan, yazıldığı tarihten itibaren büyük bir sandık içinde muhafaza edilen Kur’an’ın taşınabilmesi için mahfazasına tekerlekler takılmıştır.

Yıllar sonra yirminci yüzyıldaki araştırmacıların Timur’un türbesinin ön tarafında, taştan yapılmış dev rahlesini fark ettikleri bu Kur’an, sadece büyük olmasıyla değil, o çağın en önemli hat ekolünün de temsilcisi olması bakımından ayrı bir yere sahiptir.

Kaynaklardan cesur, hoş sohbet, nazik, hükümlerinde âdil, fakir ve yetimlere karşı müşfik bir kişiliğe sahip olduğunu öğrendiğimiz hattat, şair, güçlü sanat hamisi bu zarif hükümdar, ne yazık ki 37 yaşında hayata veda etmiştir. Ancak onun kendi eserleri ve yine onun özel kütüphanesinde oluşturduğu sanat merkezinde himayesinde üretilen eserler dünya müzelerinde özenle muhafaza edilmektedir.

KITLIK KORKUSUYLA GÜDÜLENİYOR MUYUZ?

İngiliz antropolog James Suzman ile yapılan röportajda  insanlar kültür açısından "aptalca uzlaşmaz" olsalar da, "değişim onları zorladığında değişir" diyor. Yaklaşan iklim krizi için umut verici bir düşünce diyebilir miyiz buna? Ya da kıtlık krizi için. Suzman kentlerde gelir dağılımındaki zıtlıklar insanlarda arzu melankonisi yarattı, diyor. Makalenin tümünü aslında bana göre özetleyen cümle şudur; “Yaşamak için bu kadar çalışmaya ihtiyacımız yok”.  Tabii sermayenin tekrar düzenlenmesi gerektiğini de söylüyor Suzman. Ama kim düzenleyecek bu sermayeyi? Sermayeyi elinde tutanlar bu kadar cömert olsalardı çalışma hastalığına bu kadar kapılırlar mıydı? Suzman, koronavirüsün sadece altı ay içinde işle ilgili işe yaramayan şeylerin çoğunun altını çizdi ve değişim için fırsat yarattı, diyor. Evden çalışmaya başarılı bir şekilde geçiş yapıldığını da söylüyor. İşe geç kaldığınızda artık cezalandırılmıyorsunuz diyor ama bence fazla çalışmaya da zorlanıyoruz bu sistemde. Sanki her an hatta yemek yerken bile çevrimiçi olmak zorundaymış gibi hissediyoruz. Şu sözüne katılabilirim Suzman’ın ; “Hiyerarşi kalktığında özgürüz”. Sanırım zengin, fakir sınıfı ayrımı kalktığında demek istiyor ama yine işte burada sermayenin dağılımı söz konusu.  Arzularımız sermayeyi elinde tutanlar tarafından tetiklediğini ve buna göre bir sistem kurulduğunu sözlerine ekleyen Suzman, bunun bir yanılsama olduğunu da ekliyor. Çünkü arzularımız sonsuz değildir. Rekabetçi de değil insanlar, diyor. Suzman’ın da dediği gibi enerjimizin çoğunu anlamsız işlere harcadığımız aşikâr. Ülkelerin sürekli yayımlanan verimlilik ve üretkenlik endeksleri insanların daha çok çalışmaları için değil mi? Oysa gökyüzü bizden neyi bekliyor? Üstümüzde masmavi gökyüzü ve deniz dururken, yemyeşil çayırlar, ovalar ve dağlar bizi beklerken biz hala statü, zevk, zenginlik ve güç gibi arzularımızın peşinde yorulup koşmaya devam edecek miyiz? Kıtlık korkusuyla güdüleniyoruz. Gıda yetiştirme ve depolayabilme konusunda, verimlilik tarımsal ve endüstriyel devrimler tarafından aşırı yüklenmiş olsa bile, yeteri kadar sahip olamayacağımız ihtimaline odaklandık. Tamamen bir paradoks içindeyiz. Ne için çalıştığımız sorusunu kendimize sormalıyız. Çünkü endüstri için çalıştıkça doğa ve insan daha çok kirleniyor ve yoruluyor. Ama daha az çalışırsak da sanki daha az şeye sahip olacakmışız gibi korku ve arzu birbiri içine geçmiş bir şekilde medya ve politikacılar tarafından güdüleniyoruz. Uyanma vaktidir.

(Birleşik Krallık basınından The Guardian’da çıkan bu röportajı Buluşma Noktası okuyucuları için İngilizceden tercüme ederek düzenledik. https://www.theguardian.com/money/2020/oct/04/blue-sky-thinking-is-it-time-to-stop-work-taking-over-our-lives)

ARTI- EKSİ

Artı

Sağlık görevlisi

Bu hafta başı başlayan 85 yaş üstü büyüklerimiz ile ilgili aşı çalışmalarında görevli olan sağlık çalışanı aşılamaya gittiği teyzenin evini de süpürmüş. Haberde kendisinin yüzünün görünmemesini isteyen sağlık görevlisinin bu davranışı takdire şayandır. Haberin altındaki yorumlarda reklam yapıyor yorumlarına katılmıyorum. İyi şeylerin teşvik edici olması nedeniyle paylaşılmasının faydalı olacağına inanıyorum. Zaten sağlık görevlisi ismini ve yüzünü saklamış. Reklam yapmak isteseydi kendini açık ederdi. Ayrıca ismini bile söylese ne zararı var. Başkalarına da örnek olsun. Onca kötü şeylerin haberi yapılırken iyi şeylerin haberini yapmazsak hepten dünya kötüymüş gibi algılanıyor. Bu arada olay Adıyaman’da yaşanmış. Sağlık görevlimizin bu hassasiyetini kutluyoruz.

Eksi

Balon balığı

Çin denizlerinde yaşayan bir balık türü olması sebebiyle her türlü şekle sokulan balığı Türkiye pazarında süs eşyası olarak da görmek mümkün. Bir TV kanalımızda güzel bir haber olarak sunulan bu eşya (!) ile ilgili çoğunlukla yazlık yerlerde satıldığına dair bilgi veriliyordu. Satıcılarla yapılan röportajlarla, satışı artırıcı ve teşvik edici bir haber olarak sunuluyordu. Bu balığın Çin’de bol miktarda olmasından dolayı belli ki etinden, sütünden, kılından kısacası her şeyini emtia haline getirmiş hayvanı, süs eşyası olarak pazarlamanın düşündürücü tarafı yok mu? Evinizde doldurulmuş geyik başı, aslan başı veya tavşan bulundurur musunuz? Evdeki kediniz ölse onu toprağa mı gömersiniz yoksa bir süs eşyası olarak doldurup karşınıza mı koyarsınız? Hayvanı bir süs eşyası mantığı ile pazarlamanın kime ne faydası olabilir? Hayvan hakları nerede?

ÇOBAN ŞEVKİ

Balıkesir’in Havdan ilçesinde yaşayan hem okuyup hem de ailesine yardım eden on iki yaşındaki Şevki’nin özgüveni hangi şehirli çocukta var? Otlattığı koyunlarının sayısı üzerinden günlük yedikleri yem çuvallarının fiyatına bakarak yıllık sağılan sütleri de hesaplayarak aylık kazanç hesabını, ayaküstü yapan bu çocuğun matematik dersi öğrenme şekli nasıl da doğal. Çevrim içi derslerde verilen problemlerde; marketten alınan kutu sütlerinin litresini verip bunları haftalık, aylık rakamlarını bulmak için kafa patlatan çocuklara matematik sıkıcı gelirken Şevki’nin hayatın içinde öğrendiği matematik zorlama olmuyor. Sen çok şanslısın Şevki. Sosyal medyada paylaşılan bir videoda Çoban Şevki kendine olan güveni, mimikleri, samimiyeti ile çocuk çocukluğunu yaşıyor dedirtiyor. Yapmacık değil, kanaatkâr halleri beni etkiliyor. Bir çağrısı da var Metropoldekilere. Beri tarafa gelin diyor Şevki. Doğa alabildiğine böyle geniş derken elle yaptığı hareketle buralar hepimize yeter demek istiyor. Gelin buraya bir baraka konduruverin diyor Şevki. Gönlüne, yüreğine sağlık Şevki. İnşallah Şevki inşallah.