SANAT, HEP İLK GÖZDEN ÇIKARILAN OLMUŞTU

Mehtap DEMİR 20 Ara 2020

Mehtap DEMİR
Tüm Yazıları
Salgın süresince olanları gözlemlemek, kendini ve ailesini korumak her birey için elbette öncelik.

Yaşadıklarımız ve bizden yansıyanlar, sanatın can damarını oluşturuyor.

İnsanlık yüzyıllardır salgın, savaş, afet, göç gibi acı veren olaylar yaşadı.

Fakat yine de tüm bu dönüşüm sancılarının arasında ortaya çıkan sanatsal üretimler insanlığın ışığı oldu.

Neslimizin şahit olduğu küresel salgın,

İçinde bulunduğumuz çağın teknolojik hızı ve insanların hareket kabiliyeti ile birlikte öngörülemez boyutta

Salgın süresince olanları gözlemlemek, kendini ve ailesini korumak her birey için elbette öncelik.

Fakat sanatçıların bir başka elzem misyonu da toplumsal mesajlara ve yönlendirmelere destek olmak.

Salgın sırasında üretebilen eserler, tarihe tanıklık eden yaratılar olarak, zorluktan doğan bir ışık gibi geleceğe kalıyor.

Şimdi de böyle bir dönemdeyiz. Tabi ki yaşadığımız çağın getirisi olarak hızlı iletişim ağları, teknolojik olanaklar, anında ve hızlı tepkiler üretime ve üretimin yayılmasına olanak sağlıyor.

Büyük bir 'net' boşluğuna atılan sayısız ses, müzik, ifade, görüntü var.

Bunların hepsi yaşama tutunmanın, umutlu olmanın, birlikte ve inançlı olmanın mührü gibi yayılıyor.

Sanat sektörüne hizmet eden emekçiler en fazla hasarı gördüler, bu süreçte…

İnsanlık tarihi gösterir ki

Sanat mefhumu ihtiyaçlar hiyerarşisinin vazgeçilmezi olmasına rağmen, ilk başta gözden çıkarılan bir alan olmuştur…

Sanatta, yatırım uzun süreli öğrenmeye, sürekli birikmeye, etkilenmeye, yansımaya bağlıdır.

Şimdi buna bir yenisi ekleniyor.

Sanatçı teknolojinin de kendisinin bir uzvu olduğunu fark etti.

Bu alanda denemeler başlamıştı ve bu dönem sonrasında da denemeler ivme kazanacak gibi…

Yeni bir alan olacak bu kesin,

ama insanlar kolay kolay da konser alanlarını, galerileri terk etmez.

Özellikle müzik alanında farklı mekanlar, tarzlar ve dinleme biçimleri olduğu için sektörün tam bir tanımını yapmak zor.

Düğün salonundan, konser salonuna çeşitlilik arz eden müzik dinleme biçimlerinin tek ortak noktası insan teması. 

Pandemi sonrası henüz öngörülemeyen bir zaman. Ama yine de bir Post-Covid çağı diye yakın gelecekten bahsediyoruz.

İnsanlar henüz seyirciden- dinleyiciden- sanatçıdan uzak bir konser anlayışını sevemedi.

Ancak yine de uzun bir süre, sanatseverler ve sanatçılar salonlarda buluşamayacak gibi…

Salonlar kapanınca, sanat emekçileri de ortada kaldı.

Müzisyeninden salon çalışanına tam bir yıldır insanlar bağırıyor.

"Yardım Edin" diye…

Orkestra müzisyenleri, ses, ışık, rodi, menajer ulaşım görevlisi, mekân çalışanları gibi çok ayaklı bir ağ, bu yardım çığlığı…

Kişisel açıklamaları üzerinden, pek çok sanatçının, enstrümanını sattığını ya da müzikten başka bir sektörde iş aradıklarını, çalıştıklarını öğreniyoruz.

Bu süreç,

sektörün özellikle Türkiye'de doğru yapı taşları üzerine kurulmadığını, çok acı bir biçimde gösterdi.

Bu karamsar tablonun ne zaman değişeceğini öngörmek de henüz imkansız.

Analizi doğru yapmak gerekirse, müzik sektörü, telif ve dijitalleşme gibi konuları çözümlemiş olmalıydı…

Dünya müzik sektöründe özellikle Avrupa ülkeleri ve Amerika'da telif ve dijitalleşme işleyişi tamamlandığı için oralarda yaşayan müzisyenler daha az hasar gördüler, pandemi sürecinden…

Sahne sanatları,

özellikle de müzik alanında sektörün yaşadığı bu büyük sıkıntılar, belki de yeniliğin başlangıcı olmalı.

Bu mecburiyet bizi,

nitelikli tanımlar, meslek örgütlemesi, istihdamın nasıl oluşturulacağı

ve telif sorunları gibi konularda sistematik çözüme itmeli.

***

Günün Sözü

“Sanat; davranışımızı, karakterimizi, adalet ve sempati hislerimizi rafine etmeli; kendi kendimizi tanımamızın, kendi kendimizi kontrol etmemizin, diğerleri için beslediğimiz saygı hislerimizin ve hareketlerimizin yücelmesine hizmet etmeli; bizi adiliğe, zulme, adaletsizliğe ve bayalığa tahammül etmeyecek şekilde geliştirmelidir.”

Bernard Shaw

2020 gerçekten kötü müydü?

Johns Hopkins Üniversitesi veriler derlemiş.

Dünyanın kabus dolu günlerini hatırlatıyorlar.

Okuyunca “2020 o kadar da kötü değilmiş” diye düşündürüyor…

Koronavirüs yüzünden çoğumuz en kötü yıl dedik 2020’ye ama gelin Johns Hopkins Üniversitesi’nin verilerine bir göz atalım…

Veriler;

“Evet virüs, dünya genelinde 74,5 milyon kişiye bulaştı ve 1,6 milyonun üzerindeki kişiyi öldürdü ancak bu sayı dünyanın en kötü pandemisinin yanından bile geçemiyor. Dünya çok sayıda daha kötü salgın gördü.”

Diyor…

Şimdi bakalım,

“536 yılı…

Dünya gökyüzünü bile görememiş.

Harvard’dan ortaçağ tarihçisi ve arkeolog Michael McCormick’in çıkarımı.

McCormick diyor ki,

Gizemli bir sis Avrupa, Ortadoğu ve Asya'nın büyük bölümünü 18 ay boyunca karanlığa mahkum etti.

Yıl 1346…

Veba salgınının en kötüsü “Kara Ölüm”

25 milyon kişi Avrupa'da, 200 milyona yakın insan ise dünya genelinde hayatını kaybetti…

1520’den sonra…

İspanyol ve Portekizlilerin Amerika kıtasına taşıdığı çiçek hastalığı, kıtanın yerlilerinin yüzde 60 ila 90'ının hayatını kaybetmesine yol açtı.

Gelelim 1918'e…

Birinci Dünya Savaşı'ndan dönen askerlerin yaydığı İspanyol Gribi, 50 milyon kişiyi öldürdü.

1980’li yıllar…

AIDS salgının başladığı 80’lerden bu zamana 32 milyondan fazla can aldı”

Yine de

kendimizi iyi hissetmek için

bir sebebimiz olmalı değil mi?