Vakıf Katılım web

SEMERKANT TOPLANTISININ ARDINDAN

Prof. Dr. Vişne KORKMAZ
Tüm Yazıları
BM Genel Kurul toplantısı içinde bulunduğumuz günlerde New York'ta gerçekleşecek ve Ankara'nın Tahıl Koridoru Anlaşmasının imzaları henüz atılmışken söylediği gibi bu sefer BM Genel Kurul'unda söyleyeceği çok şeyi var.

Eylül ayının ikinci yarısına Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzeyde diplomasi turlarıyla gireceği biliniyordu. BM Genel Kurul toplantısı içinde bulunduğumuz günlerde New York’ta gerçekleşecek ve Ankara’nın Tahıl Koridoru Anlaşmasının imzaları henüz atılmışken söylediği gibi bu sefer BM Genel Kurul’unda söyleyeceği çok şeyi var. Gerçi Türkiye uzun bir süredir BM Güvenlik Konseyi’nin uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasında işlevini yerine getiremediğini dillendiriyor ve reform isteğini yineliyordu. Ancak Ukrayna-Rusya savaşı üzerinden gerçekleşen Batı-Rusya çekişmesinin geleceği belirsizleştikçe BM sisteminin küresel krizleri çözecek bir platform olarak işlemesi bile sorunlu hale geliyor. Batı ve Rusya arasındaki mücadelenin Ukrayna sahasında nereye evrileceği elbette savaşan taraflar için önemli ama Batı ve Rusya arasındaki mücadelenin Ukrayna ile sınırlı olmadığını düşünenlerdenim. Bu nedenle bugün savaşın uzadığı daha net görülürken Batı ve Rusya arasındaki kırmızı çizgilerin muğlaklaştığını, Batı’nın ve Rusya’nın Ukrayna savaşı çerçevesindeki taktik hedefleri dışındaki hedeflerinin giderek soyut hale geldiğini görüyorum. Bu büyük güç uyumuna dayalı BM Güvenlik Konseyi gibi yapıları daha da tıkayacak, diplomasinin işleyemediği izlenimini güçlendirecektir. Bu kötü senaryo sadece Türkiye gibi ülkeler için bir eleştiri noktası değil, aynı zamanda korkulan bir senaryo. Bu nedenle ABD’nin Rusya politikasının küresel sistemi bir reform olasılığı olmadan tıkayabileceğini düşünenler diplomasiyi şu veya bu biçimde işletmeye çalışıyorlar.

Denge siyaseti arayışı

Dolayısıyla pek çok aktör ABD tarafından rakip ya da meydan okuyucu olarak değerlendirilen Çin ve Rusya Federasyonu ile de ilişkilerini belli bir seviyede tutmaya çalışıyor. Hatta ABD’nin yakın müttefiki olarak görebileceğimiz İsrail, Suudi Arabistan ve BAE gibi aktörler dahi Rusya ile ilişkilerinin kolay kolay kopartılamayacağını itiraf ediyorlar. Benzer şekilde gelecek G-7 zirvesi öncesi Almanya ve Fransa liderlerinin ayrı ayrı Çin’e ziyaret planladığı duyuruldu. Bu denge arayışlarında ABD ve peşindekilerin benimsediği yaptırım siyasetinin başarısızlığı da ABD’nin müttefiklerinin Washington’a duyduğu güvensizlik de Rusya, Çin ve diğerlerinin kolay kolay küresel sistemde izole edilmesinin mümkün olmayacağı gerçeği de rol oynuyor. Denge siyasetinin faydalı bulunduğu ortada olsa da elbette her ülkenin aynı başarıyla denge stratejisi izleyemediğini kabul etmemiz gerekiyor. Zira denge siyasetinin başarısız olmasının da bir bedeli var ve yatırımlarını stratejik otonomiden yana yapmayan aktörler bu riski almak istemiyor. Stratejik otonomiyi önemseyen Türkiye gibi aktörler ise bu siyasete içkin riskleri ve maliyeti azaltmaya çalışıyor. Mümkün olduğunca bölgesel platformları kullanmak, bu platformların pek çoğu denge siyaseti arzusundaki ülkeler için bir toplanma mekânı haline geldiğinden, akıllıca bir strateji gibi görünüyor. Geçtiğimiz hafta Semerkant Zirvesini gerçekleştiren Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de şimdilik böyle bir platform.

ŞİÖ platformunda güvenlik iş birliği

ŞİÖ, bir örgüt olarak en fazla yanlış anlaşılan yapılardan biri. Bu yanlış anlamanın temel nedeni Şangay 5’lisinden başlayarak ŞİÖ’ye ulaşan örgütsel gelişme boyunca ŞİÖ’nün iki temel amacı bünyesinde toplaması. İlk amacın bir güvenlik iş birliği olduğunu vurgulayalım. ŞİÖ, bir kollektif güvenlik ve savunma örgütü değil ama SSCB’nin dağılışı sonrasında yeni sınırlarına kavuşan komşular arasında sınır aşan ve iş birliği gerektiren bazı güvenlik sorunlarının çözümünde koordinasyon sağlamayı amaçlayan bir yapı. Zamanın gerekleri doğrultusunda çevre felaketleri, sınır koruması, uyuşturucu, insan ve silah kaçakçılığının önlenmesi, silahsızlanma, terörle mücadele gibi alanlarda birbirleriyle aslında rekabet halindeki aktörleri iş birliğini geliştirmeye teşvik etmesi gerekiyor. Bu bağlamda ŞİÖ’nün sicili başardıkları kadar başaramadıklarıyla da dolu. Orta Asya, bilindiği gibi Kazakistan’ın da nükleer silahlarını bırakması sonrası nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge, dolayısıyla aralarında hala pek çok sorun olan ama nükleer silahsızlanma sözü veren Orta Asya devletlerinin ŞİÖ bünyesinde güven artırıcı önlemler geliştirmesi bir başarı. Ne var ki ŞİÖ’nün silahsızlanma ve hassas teknolojilerin sivil amaçla kullanımı ile ilgili gündemi güven tesis edici önlemler, Kitle İmha Silahlarının yayılmasının önlenmesi için kabul edilen konvansiyon ve anlaşmalara bağlılığın duyurulmasının ötesine geçmiş değil. Semerkant Zirvesi sonrası imzalanan Semerkant Deklarasyonu bu bilinenleri tekrarlamanın dışında bir adım atmadı. Üye ülkelerin kendi güvenlikleriyle ilgili başlıca endişelerini Deklarasyona koydurması -yani ABD/Batı/NATO’nun füze savunma sistemleriyle ilgili endişelerin isim anılmadan zikredilmesi de sürpriz değil. Bu tür küresel savunma sistemleri sadece Rusya için değil Çin için de bir problem.

Güvenlik iş birliğinin daha sert alanları örneğin sınırların korunması, istihbarat paylaşımı, terörle mücadele konusunda güven inşasına yönelik tatbikatların ötesine geçmeyi hala engelleyen nedenler var. Aslında ŞİÖ bünyesinde Sekreterya dışında Astana, Bişkek ve Duşanbe’de faaliyet gösteren ve bu daha sert güvenlik sorunlarıyla ilgilenen merkezler var. Bunlar içerisinde en umut vadedenin Afganistan işgaliyle beraber Taşkent’te kurulan terörle mücadele merkezi olduğunu hatırlayalım. Afganistan’da istikrarın ve Afganistan ile Orta Asya devletleri arasındaki sınırın korunması başlı başına bir mesele olmaya 2022’de devam ediyor. Üstelik ŞİÖ üyesi tüm devletler de şu veya bu şekilde Afganistan’daki dengelerde söz sahibi devletler, bu tabloya Türkiye ve İran’ın da varlığını eklersek ŞİÖ Afganistan’ın geleceğinin konuşulabileceği temel bir yapıya dönüşüyor. Buna rağmen konuyla ilgili iyi niyet beyanı dışında kamuoyuna bir şey yansımaması bu paragrafın başında bahsettiğimiz engelleri de daha iyi anlamamızı sağlıyor.

İç-içe geçen rekabetler

Öncelikle Rusya, ŞİÖ çerçevesinde ele alınacak bu daha sert güvenlik sorunları için Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nü (KGAÖ) ŞİÖ ile ilişkili ve koordineli hale getirmek istiyor. Rusya’nın güney sınırlarında birdenbire alevlenen çatışmalar (Azerbaycan-Ermenistan, Kırgızistan-Tacikistan) ve KGAÖ’nün isminin anılması Moskova’nın kendi kendine hayal kurmadığını da gösteriyor. Bu yüzden çatışmaların tetikleyicisi kimdir sorusunu sorarken olağan şüpheliler (ABD, Fransa, İran vb) dışında da listeyi geniş tutmalıyız. Tüm bu istek ve tabloya rağmen Semerkant Deklarasyonu bu tür bir bağı kurmaktan kaçındı. Görülüyor ki ŞİÖ üyeleri Afganistan’ın geleceği konusunda da KGAÖ yani Rusya’nın güvenlikteki rolünü güçlendirmek konusunda da aynı şeyi düşünmüyorlar. Üstelik Çin, Hindistan ve Pakistan için ŞİÖ’nün odağı güvenlik iş birliği adı altında arz zincirinin, altyapı ve ticari bağlantı hatlarının güçlenmesi olmalı. Kısaca ŞİÖ içerisinde çoklu rekabeti (Çin-Rusya, Çin-Hindistan, Hindistan-Pakistan, Orta Asya Devletlerinin kendi aralarındaki rekabet vb) barındıran bir kurumsallaşma örneği ve bu rekabetlerin ŞİÖ genişlerken daha da çeşitlenmesi mümkün. Bu çoklu rekabet ortamında güvenlik iş birliğini işlevselciliğin (enerji, teknoloji, başta ticaret olmak üzere sektörel işbirliği ve diyalog) ötesine taşımak güzel ama gerçekleştirilemez bir vaat. O nedenle bu rekabetler topağı içerisindeki ülkeleri Batı’nın uyguladığı çifte standartlı politikalara ve yaptırım tehditlerine rağmen bir araya getirmek, bu ülkeler işbirliği yapacak demek başlı başına önemli hale geliyor.

Yumuşak dengelemenin ötesi

Bu da bizi ŞİÖ’nün ikinci amacına getiriyor. ŞİÖ 1990’ların sonunda farklı bir adla hayatına başlarken Çin ve Rusya’nın aklında elbette çok kutuplu dünya ve ABD tek taraflılığının reddi meselesi vardı. Ancak güçler dengesi ABD’nin tek taraflı politikalarını engellemeye yetmiyordu, bu nedenle Şangay ruhu da denilen ilkeler (çok kutuplu, daha temsilci bir dünya düzeni fikri, iç işlerine karışmama prensibi ve egemenliğin yüceltilmesi) bir tür yumuşak dengeleme biçimi olarak kabul edildi. Bugün ŞİÖ’nün gündemi Körfez ülkeleri, Mısır ve ASEAN devletleriyle ilişki kurarak genişlemek üzerinden tanımlanırken, Çin’in savunma sanayi gelişmişken ve Rusya yaptırımlar karşısında milli paralar ile ticaret fikrini ŞİÖ içerisinde cazip hale getirmişken yumuşak dengeleme acaba daha sert bir dengelemeye dönüşür mü sorusu soruluyor. Semerkant Zirvesi ve Deklarasyonuna bakarak buna hayır diyebiliriz zira başta Çin şu anda yumuşak dengelemenin ötesine geçmek istemiyor. Bunun da bir nedeni var, ŞİÖ’nün yeni taliplerinin esas meselesinin Batı karşısında bir kutup oluşturmamak olduğu anlaşılıyor. Ticaret yapmak, diplomasiyi işletmek ve Rusya ve Çin ile konuşabildiğini göstermek isteyenler ŞİÖ gibi bir platformun bulunmasından mutlu. Beijing ve Moskova şimdilik bununla yetinecek, ama bu tür platformları işletmeleri hatta kendi rollerini sınırlayarak diyalog partnerlerinin alanlarını genişletmeleri -muhtemelen BM Genel Kurulu dahilinde başta Rusya’ya karşı eleştirilerde göreceğiz- bu iki devletin küresel oyunda atmak zorunda olduğu bir adım.