​SIRAT-I MÜSTAKÎM DENGE HALİDİR

Cemalnur SARGUT 10 Ağu 2017

Cemalnur SARGUT
Tüm Yazıları
Dinin hedefi, insanın zâhir ve bâtın hayatına istikamet verilmesidir.

Dinin hedefi, insanın zâhir ve bâtın hayatına istikamet verilmesidir. Dindar insan, iç ve dış hayatını dengeye oturtmuş, yemede, içmede, düşüncede, amelde, sözde ve ahvalde, hâsılı her şeyde ifrat ve tefritten sakınıp, ahlakını güzelleştirme yolunda giden hakiki istikamet sahibidir. Yani, tefekkür eden, düşünen ve düşündüğü gibi amel eden insan, Sırat-ı müstakim üzeredir. Sırât-ı müstakîm doğru yol demektir ve bu yol insanı Rabb’a götürür. Rab, kulda tecelli eden ve ona mürebbîlik eden Allah’ın sıfatıdır. İşte o sıfatların bütününe gitmek için Sırat-ı müstakim üzerinde olmak gerekir. Hazreti Peygamber’in en  yüce ahlak ile yaratılmış olması hasebiyle onun ahlâk-ı Muhammedî’yi tamamlayarak oluşturduğu sırat, sıratların en doğrusudur. Bu kolay bir yol olmayıp, Peygamber’in bile sakalına ak düşürmüştür. Bu yol ancak huzurda olanların yani  tevhid ehlinin yoludur.

Tevhid, her yerde Allah’ın birliğini müşâhede etmek ve her şeyi Allah’tan bilmektir. Tevhidin en açık işareti ise denge halini devam ettirme hali olan Sırat-ı müstakimdir. İslâm tasavvufu ancak tevhidi idrak etmek ve Sırât-ı müstakîm üzere olmak sûretiyle anlaşılabilir. Dolayısıyla mânâ, dinin şerîat kısmı ile korunur. Hazreti Mevlânâ’nın “Bir ayağımla şerîatta sabitim, diğer ayağımla yetmiş iki milletle bir ve beraberim” sözü de bu hakikati anlatır.

İnsan, nefis, ruh, kalp (gönül), beden ve sır’dan  oluşur. İnsanın huzuru için hepsinin Allah’ın huzurunda olması gereklidir. Bedenin huzuru için dengeli yaşamak, nefsin huzuru için Rab’bini bilmek, yani gayba îman ve ben demekten vazgeçmek gerekir; bu da şerîata uymakla gerçekleşir. Kalbin huzuru, kalbin ruha doğru dönük yüzünün (vicdan) nurlanması demektir. Ruhun huzuru hakîkatine ulaşmakla ve sırrın huzuru ise mâsivâyı terk ile mümkün olur. Yani sözü, kalbi ve âşikâr olan hâli birbiriyle uyumlu ise o kişi kendi iç huzurunu ve dengesini yakalamış demektir. O denge de zaten aynı rahmet ve cennettir.

Hazreti Mevlânâ kulun yolun başlangıçta dengesiz olduğunu söylerken, Yûnus Emre de bu gerçeği bir şiirinde; 

Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi, 

Kâh inerim yeryüzüne seyreder âlem beni  

dizeleriyle ifade eder. Yani kâh Firavun’a eşlik ederim, kâh Cebrâil'e eşlik ederim. İşte bütün bu haller ilk devrelerde olur. İnsan olmak da işte bu Sırât-ı müstakîmi yani dengeyi bulmak demektir. 

Ahlâkın, hikmet, şecâat, iffet ve adâlet olmak üzere dört esası vardır. Hik¬met bütün ihtiyârî fiillerde, kendisiyle doğruyu yanlıştan ayıran nefse ait bir duygudur. Fazîletler hikmet, şecâat, if¬fet ve adâlet olmak üzere dört sınıfta toplanabilir. Hikmet ak¬lın; şecâat (cesaret) öfkenin; iffet (namus) şehvetin fazîletidir. Adâlet ise bu kuv¬vetlerin gerektiği gibi bir araya gelmesinden ibârettir. Bu dört ahlâkın dengeli oluşundan güzel ahlâkın tamamı orta¬ya çıkar. 

Hocam Samiha Ayverdi ise, insan vücudundaki dengeyi dünyanın dengesi ile karşılaştırır ve şöyle der: “İnsanın vücûdunda sayısız, hesapsız mikroplar mevcut. Yalnız bağırsaklarda bunlardan mücâdele hâlinde olan milyonlar var. Fizyolojimizin muvâzenesini, bu savaşan mikropların birbirleriyle çarpışmasına borçluyuz. Bunun gibi, dünya da bir insan vücûduna benzediği için orada da ölenler, öldürenler, iyiler, fenalar, sürü sürü gelip gidenler var. Aynı muvâzene meselesi.”  Bu dengeyi bulanlar bulduktan sonra tıpkı Hazreti Harakanî'nin "Beni gökyüzünden bir iple assalar, üzerime de dünyanın bütün hadiselerini gönderseler kılım bile kıpırdamaz" demesi gibi, artık onlar tamamen Allah'a rabt olup, bağlanmışlardır. Bu zümre için; "Onlar için korku ve hüzün yoktur." âyeti zuhur eder. Bu hâl güzel ahlakın tamamının kulda ortaya çıkmasıdır. 

Denge halinin ortaya çıkması, insanın dengesini bulmuş bir öğretmen vasıtasıyla hakka ulaşmasıyla olur. Dünyada sırat üzerindeyiz. Burada ilerlemek için mânevî terbiyeye muhtacız. Bu da ancak Allah sevgisini damarlarımıza enjekte eden sohbet meclislerine ihlâsla devam etmek sayesinde mümkün olabilir. Gönül ehlinin sohbet ve muhabbet sofrası, ebedî şifa ihsan edecek; irfan, hikmet, mârifet ikram edecek bir sofradır. Ey cismanî ve ruhanî hastalıklara müptela (bağımlı) olan kimse! Sakın bu sofrayı terk edip gitme!..