SİYASETTE YENİ ÇELİŞKİ: MİLLİCİLER VE KÜRESELCİLER – II

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
"Milliciler ve küreselciler hangi konularda çatışmaktadır? Demokrasiye, ekonomide devlet müdahalesine, kalkınma ve sosyal politikalara değin ne söylemektedirler? Pazartesi buradan devam edelim."

“Milliciler ve küreselciler hangi konularda çatışmaktadır? Demokrasiye, ekonomide devlet müdahalesine, kalkınma ve sosyal politikalara değin ne söylemektedirler? Pazartesi buradan devam edelim.”

Bu satırlar 24 Eylül 2022 Cumartesi günkü yazımın son satırları idi. Pazartesi yazamadım bugüne kaldı. Bugün aslında bu sorular cevaplayacağım ama gündem de konumuz etrafında hareketlendi. İtalya’da “İtalya’nın Biraderleri” adında sağ popülist bir parti kendisi benzeri sağ popülist partilerden oluşan bir ittifakla seçimi kazandı. Bu partiler Kuzeyin ayrılıkçı sağ partisi Salvini liderliğindeki “Liga / Kuzey Ligi” ve yirmi birinci yüzyılda Avrupa’da sağ popülizmin önemli kilometre taşlarından Berlusconi önderliğindeki “Forza İtalia / Haydi İtalya” idi. İtalya’nın Biraderleri’nin lideri ve ablası olan Giorgia Meloni büyük ihtimalle Başbakan olacak. Sloganı “Tanrı, Vatan ve Aile”, gençliğinden beri idolü Benito Mussolini, içeride devletçi ve müdahaleci, dışarıda Amerikancı, AB ve Küreselleşme’ye mesafeli bir politikaya sahip. Amacı ülkeyi yabancı ve göçmenlerden temizlemek ve İtalya’yı kendi kültürel ve tarihsel değerleriyle yeniden bağımsız hale getirmek. Hiç şüphesiz Meloni’nin söylemleri yeterli miktarda Türk ve İslam düşmanlığı da içermektedir.

İtalya’da seçimi kazanan İtalya’nın Biraderleri ve onların ablası Meloni belki son 20 yılın birikimleriyle Avrupa’da gelişen yeni siyasi zincire eklenen son halkadır: Macaristan’da Orban, Polonya’da Kaczynsky, İsveç’te Neo Nazi İsveç Demokratları, İngiltere’de Boris Johnson ve şimdi Lizz Truss iktidarı elinde tutan yeni nesil sağ popülist siyasetin temsilcileridir. Bunlara Fransa’da Marine Le Pen de eklenirse şaşırmayın. Bütün bunlara Almanya’da çok kuvvetli bir temsile sahip Neo-Nazi AFD’yi, Hollanda ve Belçika’daki ırkçı partileri de eklersek durumun vahameti anlaşılabilir. Son olarak Kasabanın Şerifi Trump’ın muhteşem dönüşüne hazırlanan ABD’yi de kervana ekleyelim. Gelişmiş ülkelerde bu açıdan bakıldığında siyaset Küreselciler ve Milliciler eksenine oturmaktadır.

BAĞIMSIZLIK MI ÖZGÜRLÜK MÜ?

Gelişmekte olan birçok ülkede bildiğimiz anlamda burjuva demokrasisinde farklı oranlarda sapmaya yönelik rejim değişiklikleri ile birlikte bir millici devletler kuşağı oluşmuştur. Teoride bu tip yürütmenin aşırı güçlendirildiği, devletlerin ekonomide aktif müdahil olduğu, otoriter rejimler “illiberal / özgürlükçü olmayan” demokrasiler olarak tanımlanmaktadır. Shanghai İşbirliği Örgütü Avrasya coğrafyasında bu gibi ülkeleri bir araya getirmektedir. Yine AB içinde, hatta İngiltere ve ABD’de, millici siyaset yükselmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki millici hareketlerin temelinde Küreselleşmenin o ülkeleri vuran en yakıcı sorunu kaçak göçmenler olmaktadır. Bu yüzden Meloni Abla, Le Pen, Orban ve benzeri siyasilerin bir numaralı sloganı yabancı düşmanlığı olmaktadır. Gerek gelişmiş ülkelerde gerekse gelişmekte olan ülkelerde bu tip siyasi hareketlerin dayandığı ortak kavram Bağımsızlık’tır. Bizde de hem Cumhur İttifakı hem de Millet İttifakı benzer söylemlerle yarışmaktadır.

Yükselen Küreselleşme karşıtı ve bağımsızlık sloganı altında örgütlenen sağ popülizme karşı Küreselci bir siyasi hareket de yükselmektedir. Özellikle gelişmiş ülkelerde mevcut siyasi ve iktisadi kurulu düzenden yana olan egemen kesimler ile bunların örgütlediği -çoğunlukla marjinal sol kökenden gelen- entelektüel çevreler “özgürlük” sloganı altında bir araya gelmektedirler. Bu anlamda kadın özgürlüğü, eşcinsel özgürlüğü, uyuşturucu kullanma özgürlüğü, inanmama özgürlüğü, serbest piyasa ekonomisi taraftarlığı, milli devletlerin sınırlarını kabul etmeme duruşu, etnik ve dinsel azınlıklara kolektif hakların savunusu gibi fikirler “özgürlük” kavramı etrafında toplanmaktadır. Özellikle medyada bu iş -sosyal sürdürülebilirlik bağlamında- o kadar ileri gitmiştir ki, dijital platformlarda yayınlanan dizilerde oyuncuların yarısı eşcinsel rollerde sunulurken, Ortaçağ Avrupası’nda zenci şövalyelere rastlanabilmektedir. Hatta romanlardan uyarlanan dizilerde beyaz, erkek ve heteroseksüel karakterler dizide zenci, kadın ve eşcinsel karaktere dönüşmektedir.  Bu hareketlerin dünya siyasetinde en önemli temsilcileri ABD’de Obama, Biden hükümetleri, Canada’da Trudeau, Fransa’da Macron gibi siyasi kişiliklerdir. Görüleceği üzere sol – liberal entelektüellerin söylemleri Neo-Liberal emperyalizmin kodamanları tarafından desteklenmektedir. Bizim ülkede de liberal-sol aydınımsılar ve HDP etrafında örgütlenmiş “renkli solcular” bu akımların karikatür temsilcileridir.

Bütün bu “ahval ve şerait içinde” – Gazi Paşamıza rahmet olsun- dünya siyaseti yaşam tarzları etrafında tekrar şekillenmektedir.  Bizim yüz yılı aşan demokrasi ve yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihimizde mustarip olduğumuz problem bütün dünyada yayılmaktadır. Türkiye’de öteden beri siyaset insanların yaşam tarzları etrafında dönmektedir. Bu, zaman zaman geçici değişimlere uğrasa da, değişmeyen bir durumdur. Bugün bütün dünyada siyaset sınıfsal çelişkiler ve üretimden elde edilen gelirin paylaşılması etrafında döneceğine insanların neyi giydikleri, kimi sevdikleri, ne yiyip ne içtikleri ve neye inandıkları etrafında dönmektedir. Sonuçta süreç bütün dünyada popülist sağ hareketlerin kazancıyla ve muhtemel bir Üçüncü Dünya Savaşıyla sonuçlanabilir.

BATAN NEO LİBERAL SİSTEM NASIL PERDELENİR?

Dünyada hâkim finans ve sanayi sermayesine dayanan oligarşi siyasetin sınıfsal kavramları içermesinden yana değildir. Eğer siyasi partiler küreselleşmenin yol açtığı eşitsizlik ve orantısızlıkları, denetimsiz kapitalizmin -kimi ülkelerde- yol açtığı soygun ve yağma düzenlerini tartışmaya başlarlarsa, o zaman milletlerin ve onların seçtiği milli yönetimlerin küresel düzenin aleyhine politikalar üretmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden toplumlar, milli kimliklerini zayıflatacak, insanları kimliksizleştirecek ve değerlerine yabancılaştıracak enformasyon ve propaganda bombardımanına tutulmaktadır. Teknolojik gelişmenin sonucunda ortaya çıkan sosyal iletişim ağları ve buradaki denetimsiz ve kirli enformasyon akışı bu yönde kullanılmaktadır. Gelişmekte olan ülkeleri borç zinciriyle bağlayacak finansallaşma ve özelleştirme politikaları bu yüzden hararetle desteklenmiştir. Bütün bu uygulamaların sonucunda insanlara özgürlük vaat edilmektedir. Tıpkı ABD’nin haçlı seferlerinde Irak ve Afganistan’a, Arap Baharında Suriye’ye, Turuncu Devrimlerde eski Sovyet ülkelerine vaat edildiği gibi. Özgürlük aslında borç ve tüketim zincirleriyle bağlanmış kölelik anlamına gelmektedir. Yani batan küresel kapitalizmin defolarını, eksikliklerini ve çarpıklıklarını “özgürlük” kavramıyla perdelemektedirler.

VURGUN VE SOYGUN EKONOMİLERİ NASIL MASKELENİR?

Öte yandan Shanghai İş Birliği Örgütü etrafında kümelenen “illiberal ve otokrat” demokrasilerde ve gelişmiş ülkelerde hızla güçlenen sağ popülist hareketlerde de mafya ekonomisi, hukuksuz tek adam veya tek parti rejimleri, bu yapıların doğal sonucu ortaya çıkan yolsuzluk ve usulsüzlükler, yaygınlaşan fakirleşme “dış güçlerle mücadele” ve “bağımsızlık” kavramlarıyla maskelenmektedir. Çünkü bu rejimler ve siyasi hareketler de yaşam tarzı farklılıklarına dayanan siyasetten beslenmektedirler. Otokrat rejimlerde bir avuç mütegallibenin zenginleştiği ama milyonlarca insanın “bir hırka bir lokma” misali fakirlikle boğuştuğu, sistemi ve egemenleri eleştirenlerin “hain” ilan edildiği toplumlar oluşmuştur. AB’de yükselen sağ popülizmin bunlardan arta kalmayacağı şüphesizdir. Nitekim Faşizm ve Nazizm Avrasya’dan değil Batı Avrupa’dan çıkmıştır.

ÇELİŞKİLERDEN NASIL KURTULURUZ?

Bütün dünyada önümüzdeki süreçte toplumlara şu tercih sunulacaktır? Ya kimliksizleşip, değersizleşip ve milletsizleşip sözde özgürleşeceksin, ya da özgürlüğünü, iradeni bırakıp fakirliğe rıza göstererek sözde bağımsızlaşacaksın. Yani kırk katır mı, kırk satır mı? Ne güzel İstanbul be!

Ben insanlığın tarihsel birikiminin bu kısır döngüye yenileceğine inanmak istemiyorum. İnsan onuru, iradesi ve erdemleri ne özgürlükten ne de bağımsızlıktan vaz geçmeyi kabul eder. Önümüzdeki on yıllar çok yıkıcı ve acılı mücadelelere gebe olabilir. Ancak, ümidim odur ki, bireysel özgürlüklere sahip ve küresel eşkıyalardan bağımsız toplumlar bu sürecin sonunda yeniden yükselecektir. Yeter ki, gözlerimizi perdelemeye yüzlerimizi maskelemeye çalışanlara yenik düşmeyelim. Bunun için anahtar kelimeler rekabet yerine dayanışma, serbest piyasa yerine planlı karma ekonomi, sosyal devlet ve kapsayıcı demokrasi olacaktır.