Vakıf Katılım web

SÜRDÜRÜLEBİLİR OLMAYAN TOPLUMLARIN ANALİZİ: RUSYA, UKRAYNA, TÜRKİYE VE ABD

Prof. Dr. D. Murat DEMİRÖZ
Tüm Yazıları
Bugün Rusya – Ukrayna Savaşı'nın bize gösterdiği olgular ve süreçleri toplumsal sürdürülebilirlik açısından yorumlayacağım.

Bugün Rusya – Ukrayna Savaşı’nın bize gösterdiği olgular ve süreçleri toplumsal sürdürülebilirlik açısından yorumlayacağım. Bu örnekten sonra Kasabanın Şerifi Trump’ın yeniden dönmeye hazırlandığı ABD’yi tahlil edeceğim. Eğer yer kalırsa Türk toplumu üzerine de bir çift kelâm etmek isterim.

TOPLUMSAL SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK: ÜRETİM TARZI, KURUMLAR VE TOPLUMSAL ZİHNİYET

Bir toplumsal yapının sürdürülebilir olması demek o toplumun “bütün toplumsal kurumları, üretim tarzı ve zihniyetinin toplumun geçmiş değerlerini koruyan ve ihtiyaca göre dönüştürebilen ve bugünkü ile gelecekteki kuşakların esenliğini arttırabilecek şekilde” düzenlenmiş olmasıdır. Toplumların sürdürülebilirliğini kaybetmesi bu bileşenler arasındaki denge ve uyumun ortadan kalkması ile tanımlanabileceği gibi, bileşenler arasında denge ve uyum olsa da, geçmişle bugün, bugünle gelecek arasındaki ilişkiler ve uyumun kopmasından da kaynaklanabilir.

Toplumsal sürdürülebilirliğin tanımında “esenlik” kavramı da önem arz etmektedir. TDK Sözlük’te “esenlik” kavramı şu şekilde açıklanmaktadır: “Esen olma durumu, sağlık, afiyet, sıhhat, selamet, hastalık karşıtı…” Bu tanım bireylere dair bir tanımdır. Bu tanımı toplumlara genişlettiğimizde, bütün bileşenleri ile toplumsal yapı bugünkü ve gelecekteki kuşaklar için daha fazla sağlık, güvenlik, refah ve huzur üretecek şekilde örgütlenmelidir.  

Bir toplum yukarıda sayılan bileşenleri (üretim tarzı, kurumlar ve toplumsal zihniyet) ile geçmiş değerlerini koruyabilir. Ancak, bu toplumun bileşenleri bugünkü ve gelecekteki kuşaklar için esenliği arttıramıyorsa bu toplum yine sürdürülebilir değildir. Örneğin ortaçağ tarım toplumundan kalan değerleri ki, bu değerler temelde dinî renkle boyanmış değerlerdir, katı bir şekilde muhafaza eden bir toplum yapısı olsa da, eğer bu toplum yapısı bugünkü ve gelecekteki kuşaklar için esenlik üretmiyorsa, yani sağlık yerine hastalıklar, güvenlik yerine iç çatışma veya düşman işgali, refah yerine fakirlik, huzur yerine şiddet ve nefret üretiyorsa o takdirde ne kadar geçmişten kalan değerleri korusa da, o toplum sürdürülebilir olmaktan çıkar. Bu örnek büyük oranda az gelişmiş ülkeleri ve birçok İslam ülkesini temsil etmektedir.

Bir başka durum geçmişten gelen toplumsal değerlerini korumayıp, aksine bu değerleri bugünkü ve gelecekteki kuşakların esenliği için bir engel olarak görme durumudur. Bu durumda toplumsal kurumlar ve devlet hiyerarşisinin uygulamaları toplumun milli kimliğinin parçalanmasına yol açabilir. Bahsettiğim örneğin yüksek refah, sağlık ve güvenlik üretmesi mümkün olsa da toplumsal zihniyette bir parçalanmaya ve birbirini düşman gören topluluklar oluşmasına yol açabilir. Türkiye, kısmen Rusya, Çin ve diğer komünist geçmişli ülkeler bu kategoride gösterilebilir.

Bazı durumlarda da üretim tarzı ile kurumlar arasında çelişkiler oluşabilir. Bu durumda yeni bir teknolojiye dayalı üretim tarzı bir önceki üretim tarzı ile uyumlu olan kurumlarla çatışmaya yol açabilir. Doğal olarak toplumsal yapının önemli bir unsuru olan toplumsal zihniyetle üretim tarzı arasında bir çelişki çıkması kaçınılmazdır. Kimi gelişmiş ülkeler, başta ABD olmak üzere bu duruma örnek gösterilebilir.

Şimdi gelelim Rusya Ukrayna örneğine… 

PUTIN RUSYA’SI VE OLİGARKLAR CUMHURİYETİ UKRAYNA

Rusya’da Ekim Devrimi ile gelen sosyalist rejim yeni bir insan tipi yaratmayı kendine koyduğu önemli hedefler arasında gördü. Çarlık rejiminin dayandığı Slav milliyetçiliği ve Ortadoks Hristiyan taassubunu tümden silmek, çarlık rejimini hatırlatan bütün kültürel ve toplumsal simgeleri ortadan kaldırmak sosyalist ihtilalcilerin önemli bir mesaisini aldı. Burada sosyalist devrimin teoride belirtilen şekilde olması gerektiği gibi gelişmiş bir sanayi toplumunda değil de, feodal toprak ağalığı ve köle köylülere dayalı çarlık Rusya’sında patlamış olmasının da etkisi vardır. Sovyet yönetimi bir yandan toplumsal zihniyeti (yani Ortodoks Hristiyanlık ve Slav milliyetçiliği temelli zihniyeti) değiştirmeye çalışırken, diğer yanda yönetim yapısı büyük oranda çarlıktan gelen kurumların izdüşümü halinde idi. Sadece hanedanın yerini Komünist partisi bürokrasisi almıştı. Öte yandan Sovyetler Birliği’nin en büyük katkısı sanayileşme yolunda olmuştu. Toplumun üretim yapısını değiştirmiş, toplumsal sağlık düzelmiş, yeterli ölçüde güvenlik sağlanmıştı. Ancak bireysel özgürlükler ve toplumsal huzur ortadan kalkmıştı. Benzeri bir durum bütün Sovyet cumhuriyetleri gibi Ukrayna için de geçerliydi.

Zaman içinde siyasi ve idari kurumların ataleti ve sanayileşmiş bir toplum yapısıyla uyumsuzluğu, toplumsal zihniyetle kurumların çatışması ve benzeri birçok sebepten Sovyet sistemi yıkıldı. Rusya bir kış uykusuna girerken diğer Sovyet cumhuriyetleri gibi Ukrayna’da bağımsızlığına kavuştu. Açıkça gözlemlenebileceği gibi Sovyet sistemi baştan sürdürülebilir olmaktan uzaktı, ama dünyada bir nükleer dehşet tehdidine dayalı politik denge sebebiyle 45 yıl süregeldi.

Soğuk Savaş sonrası Rusya çarlıktan gelen zihinsel kökleriyle yeniden barışmaya başladı: Slav milliyetçiliği ve Ortodoks Hristiyanlık. Güçlü bir sanayi ekonomisine sahip değildi, bu konuda tek istisna Sovyetlerden kalan güçlü silah sanayi geleneğiydi. Ekonomisinin büyük kısmı Körfez şeyhlikleri gibi doğal gaz ve petrol parasıyla dönmekteydi. Sovyet geçmişinin çarpık bir yansıması olarak da, küresel siyasete hep marjinal komplo teorisyenleri gözünden bakan bir anlayışın topluma yerleşmiş olmasıydı. Sanayisi olmayan, kurumları gelişmiş sanayileşmiş toplumlara uygun kapsayıcı özellikte değil ama kapalı ve baskıcı rejimlerde olduğu gibi dışlayıcı özellikte olan bir toplum, aynı zamanda, küreselleşmeyle birlikte dünya ekonomisi ile bütünleşmeye başladı. Bu bütünleşmenin doğal sonucu yer altı ekonomisinin yükselmesi idi.  Kapsayıcı kurumları olmayan ve kuralları belirsiz bir kapitalizm, doğal olarak gündüz iş adamı, gece mafya babası olan oligarkların yükselmesine yol açtı. Son on yılda ise bütün bu oligarklar yeni Çar Putin’in demir iradesine bağlı hale getirildi. Bu yeni Rusya, Sovyetlerden kalan oligarşik yönetim geleneği, kapsayıcı değil dışlayıcı kurumları, Ortodoks Hristiyan inancı ve Slav milliyetçiliğini temel alan popülist siyaset ile birlikte sürdürülebilir olmaktan çok uzaktır. Tıpkı Sovyetler’de olduğu gibi birey hakları ve toplumsal huzur yoktur.  Kurumlar ve kadroları standartlaşmış liyakat kriterlerine göre değil, rejime sadakat düzeyine göre şekillendirilmiştir. 

Ukrayna büyük ölçüde Rusya’ya benzemektedir. Ancak, Ukrayna’da demir yumruklu bir çarlık rejimi yerine, Ukrayna oligarklarını temsil eden çeşitli siyasi gruplar vardır. Bu grupların bir kısmı Batı emperyalizmiyle birlikte hareket etmekte ve ülkenin Batısında yer alan Katolik mezhebindeki halkı hedef almaktadır. Diğer bir grup oligark ise Rusya tandanslı olup Ortodoks ahaliye yönelik propaganda yapmaktadır. Yani Ukrayna’da milli birlik oluşmamış hatta iki farklı düşman grup oluşmuş ve bu grupların her bir (Batılı veya Rus) emperyalistlerin güdümünde olup suç örgütleri ve mafyayla içli dışlı haldedirler. Herhalde, bu saydığımız özelliklere sahip bir toplumun sürdürülebilir olduğu söylenemez…

Sonuç, sürdürülebilir olmayan toplum yapısına sahip iki ülke bir savaşa girdi. Bu işten en büyük zararı ilk önce Ukrayna, sonra da Rusya halkları görecektir.   

TRUMP AMERİKASI GERİ Mİ GELİYOR?

Yukarıda yeni bir teknolojiye dayalı üretim tarzının bir önceki üretim tarzı ile uyumlu olan kurumlarla çatışmasına dayalı problemlerin daha çok gelişmiş ülkelerde görüldüğünden bahsetmiştik. ABD bunun için en güzel örnektir. ABD Soğuk Savaş’ın bitmesi ardından kendini tek kutuplu dünyanın tek süper gücü ilan etti. Bu dünyadaki para, mal ve bilgi akışını belirleyen kuralları koymak ve dünyada güvenliğin teminatı olmak anlamına gelmekteydi. Bunun üstüne dünyanın yaşadığı küreselleşme sürecinin etkileri ve dijital teknolojinin gelişmesi -ilk bakışta- ABD’nin dünya hakimiyetini destekleyen unsurlar olduğunu düşündürüyordu. Ancak kazın ayağı hiç de öyle değildi.

1990’dan bu yana 32 yıl geçti. Net olarak gördüğümüz şudur: ABD’nin bütün kurumları kendisi gibi büyük ölçekli bir askeri ve siyasi güce karşı gelmek için planlanmıştı. Bu güç unsurları dünyanın kendi güdümündeki bir kısmında -demokrasi ve serbest piyasa maskesi altında- hakimiyeti tesis etmeye yetiyordu. Ancak dünyanın tamamında para, mal ve sermaye akışlarını kontrol etmek ve dünyanın tamamında güvenliği sağlamak ABD’nin gücünü aşıyordu. Bu yüzden ABD dünyada güvenlik yerine şiddet, savaşlar ve istikrarsızlığın sebebi oldu. Aynı zamanda dünya ekonomisini tek başına kontrol edemediği gibi, bizatihi kendisinin bile ekonomisini krize girmekten alıkoyamadı. Üstüne üstlük küreselleşme ile birlikte gelen (çoğu Latin Amerikalı olan) göçmenler, dışarıya (özellikle Çin’e) giden sermaye ve bunun orta ve orta alt sınıfa mensup birçok ABD vatandaşının refahını azaltması işin tuzu biberi oldu. Bir tarafta yeni teknolojili sanayilerin hızla yükselen zenginleri, çok kullanılan deyimle “dünya vatandaşı olmuş” ve ABD kökenli olmayan plaza çalışanları, bir tarafta da o çok övünülen “Amerikan Rüyasının” dayanağı olan orta sınıftan Amerikalılar.

Bu durum mevcut askeri ve idari kurumlarının yani üretim tarzına uyumsuzluğu, küreselleşmenin ABD toplumunun ve orta sınıfının refahını düşürmesiyle beraber tepkilere yol açtı. ABD ya üretim tarzındaki değişime göre toplumsal zihniyetini ve kurumların yapısını değiştirecekti, ya da “eski güzel günlere” dönüş yapacaktı. Trump bir popülist sağ lider olarak, adeta vahşi batıdaki bir şerif gibi ABD’nin bildiği en eski güzel günlere dönmeye tercih etti. Dünyayla ilişkisini minimize etmiş, kendi bölgesinde büyük bir güç olarak kalmış, yabancılardan arınmış Hristiyan ve beyaz Amerika. Yani “Durdurun dünyayı inecek var!”, diyordu. Öte yandan onun yerine gelen Biden ne kadar hümanist ve demokrat gözükse de çareyi yeniden iki kutuplu Soğuk Savaş düzenine dönmekte gördü. Aslında bu da zamanı farklı bir şekilde dondurma talebiydi. Nitekim başarısız olacağı da şimdiden görüldü. Bu gidişle çok özlediğimiz Kasabanın Şerifini bir sonraki seçimlerde tekrar Beyaz Saray’da görebiliriz. Cumartesi günü Türkiye’yi anlatacağım.