Vakıf Katılım web

TÜRKİYE ile RUSYA-SURİYE HATTI ARASINDA ARZULANAN KIRILMA

Abdullah AĞAR 26 Kas 2016

Abdullah AĞAR
Tüm Yazıları
Yaklaşık bir ay önce (28 Ekim) bölgeden yayın yapan bir haber ajansında Fırat Kalkanı operasyonuyla ilgili bir analiz-haber yayınlanmıştı.

Yaklaşık bir ay önce (28 Ekim) bölgeden yayın yapan bir haber ajansında Fırat Kalkanı operasyonuyla ilgili bir analiz-haber yayınlanmıştı. İsmi açıklanmayan (!) Suriyeli askeri bir kaynağa dayandırılarak sürklase edilen bu analizde; “Bab’a yaklaşan Türkiye’yi BAB’TA BÜYÜK BİR SÜRPRİZ’İN BEKLEDİĞİ” ifade ve iddia ediliyordu.

Ve harekatın 93ncü gününde (24 kasım), bu ifade-iddia ve tehdidi doğrularcasına Bab yakınlarında büyük bir kırılma yaşandı. Özel Kuvvet ve Komando unsurlarımız mütecaviz bir hava saldırısına maruz kaldı. Bab’ın yaklaşık 4 km. kuzeybatısındaki Kifheyr bölgesindeki bir tepecikte konuşlu müşterek kuvvetimiz, Suriye rejimine ait Çek yapımı L39-Albatros tipi iki uçağın dahil olduğu bir saldırıyla vuruldu. 03.15 sıralarında, ‘aslında askeri eğitim uçağı olan ama muharip hale getirilmiş ve gece görüş kabiliyeti kazandırılmış’ Albatrosların kol uçuşuyla semada gözüktükleri, önce keşif uçuşu yaptıkları, karasaldaki Türk müşterek kuvveti tarafından tehdit olarak algılanmadıkları, sonra saldırının başladığı, saldırıda yüksek basınç-ısı ve parça (şaraplen) tesiri üreten iki varil bombasının kullanıldığı, ayrıca makinalı top atışlarının da yapıldığı ifade ve iddia edildi. Bütün bunlar sonucunda Özel Kuvvetlerimize bağlı iki, komando unsurlarımıza bağlı bir Mehmetçik şehit olurken, 10’u da yaralandı.

Saldırıya uğrayan birimin ÖKHÜ’ye acil kodla ulaşan mesajı sonrasında İncirlik’te konuşlu, acil müdahale-ani mücadele (scramble) nöbeti tutan iki F-16, duruma müdahil olmak üzere havalandı. Gece 03.30 sıralarında saldırıyı gerçekleştiren Albatrosların hemen sonra Halep’in güneydoğusundaki Al-Nayrap havaalanına inmesi nedeniyle duruma müdahale eden uçaklarımızla aralarında herhangi bir temasın yaşanmadığı, olası başka saldırılara karşı önleme ve caydırıcılık üreten bu F-16’ların bir süre daha havada kaldığı, daha sonra üslerine geri döndüğü anlaşıldı.

Bu ana detaylarla, gece üçten başlayıp sabaha kadar yaşanan bütün bu olağanüstü hareketlilik sonrasında, harekatın en başından beri konuşulan ve hesaba katılan temel bir olasılık, temel bir gerçeğe dönüştü. Ve bu olay, bugüne kadar Suriye karasalında açık ve doğrusal bir harekat üreten Türkiye’nin, ‘bilinen PKK-YPG ve IŞİD tehditlerinden çok daha başka’ her an ve her hangi bir şekilde asimetrik ve/veya doğrusal saldırı ya da saldırılarla karşı karşıya kalabileceği ispatlamış oldu.

Öte yanıyla harekatın en kırılgan gününün yaşanmasına neden olan bu olay, sorunun çözümüyle ilgili ürettiği temel etki ve gerekçelerle pek çok fırsatı da beraberinde getirmiş durumda. Olay, ortak akıl, ortak strateji ve ortak uygulamalarla kaos ve karmaşadan beslenen iradelerinin ipliği pazara çıkartabilecek, coğrafyada stabilizasyon isteyen güçlerin kartlarını güçlendiren çok önemli parametreleri de içinde barındırıyor.

Ama her şeyden önce saldırının faillerinin, arkasına saklanmış zihinlerin, niyet ve maksatlarının deşifre edilmesi gerekiyor.

*

Saldırı Suriye rejimine ait uçaklarla yapılmış olmasına rağmen, rejim tarafından yapılan ilk açıklamada “Haberlerinin olmadığı” ifade edildi. Daha sonra ise “Konunun araştırıldığına dair” bir açıklama geldi. Bir gün sonra ise, üst düzey Suriyeli komutanların yaptıkları açıklamalarda bu saldırıda ne Rusya’nın ne de Suriye rejiminin parmağı olmadığının altı çizildi.

Rusya’dan gelen açıklamalar da, bu saldırıyla ilgili bir ilgi ve bilgilerinin olmadığı doğrultusunda. Öte yanıyla yapılan bu açıklamalar, Türkiye’nin tespitlerini teyit eder nitelikte.

Böylece ortaya fiili bir durum çıkmış oluyor. Rusya ya da Suriye olayda etkileri olsun ya da olmasın, sahip çıkmıyorlar. O zaman her haliyle yaşanan bu saldırı asimetrik. Tam da insanlık tarihinin en kirli savaşının yaşandığı Suriye’ye özgü. Çözülmesi her bir taraf için zorunluluk taşıyan bu saldırıyla ilgili sorun ise, sadece Türkiye’ye ait değil. Menşei belli, ama nedeni, amacı, yapanı, nasılı muğlak olan bu saldırının çözülmesi, sadece konunun aydınlatılması adına değil, Suriye meselesinin çözülmesi adına da çok önemli bir parametreyi oluşturması nedeniyle büyük önem taşıyor. Bu olay deşifre edildiğinde, kaos ve karmaşadan beslenenlerle, istikrar ve güven isteyenler net olarak ayrışacak. O nedenle konu sadece sahaya özgü bir çözümden öte, iç savaşın, mezhebi düşmanlığın ve gelecekte yaşanacak olası kamusal savaşların önlenmesi adına hayati önem ve fırsatlar sunuyor.

Saldırı sonrası Türkiye’de gündem oluşurken, tam bir yıl önce Rus uçağının Türk jetleri tarafından Suriye’de düşürülmesiyle ilgili zamansal örtüşüm de dillendirilmeye başlandı. Kimi ağızlar, Rusların Türklerden intikam aldığı tezini işledi ve bunu gerekçelendirmeye çalıştı. Öncelikle geçen yılın 24 Kasım’ına ve bu saldırının altında Rus parmağı olduğuna dair gönderme yapanlara “Rusların kendileri kadar akılsız olmadığını” söylemek gerekiyor. Hatta 24 Kasım tarihinin özellikle seçildiğini, Türk-Rus ilişkilerinde yakalanan seviye ve ivmenin akamete uğraması, ilişkinin tekrar krize dönüşmesi adına bu günün özellikle seçilmiş Şark Kurnazı bir tarih olduğunun ifade edilmesi gerekiyor. Sadece bölgedeki ittifak ve işbirliklerinin yeniden şekillenmesi değil, Batı dünyası ile Türkiye arasında derin kırılmaların yaşandığı, dünyadaki bütün jeopolitik ve stratejik dengelerin değişmeye başladığı ve Asya’nın yeniden kazanmaya başladığı tarihi bir süreçte “Sırf intikam almak uğruna” bütün bunları elinin tersiyle iten bir Rusya’yı tarif etmek, safdillerin, magazin yorumcuların ve bazı uyanıksporların teranesinden öteye geçmiyor. Sonuçta Rusya’nın çok akıllı bir ülke olduğunu unutmamak gerekiyor.

Öte yanıyla ortada yok sayılması mümkün olmayan bir saldırı, saldırının mal olduğu bir Esat Rejimi ve Esat rejimine destek adı altında o alanda büyük bir varlık ve etki üreten İran, İran’ın Suriye’ye yığdığı Şii gruplar ve Rusya var.

Tabii kendisine bahşedilen himaye, destek, fonlama, yığınak ve akılla Türkiye’nin ürettiği etkiden fazlasıyla rahatsız olan PKK-YPG-DSG’yi, bu terörize yapının doğrusal ve bilinmeyen ilişkilerini ve dizaynın temel güçlerini de unutmamak gerekiyor.

*

Sahaya tekrar döndüğümüzde ise hala ihalesi Rusya ve Esat rejimine kalan, ama Rusya ve Esat’ın sahiplenmediği, her şeye rağmen intikam göndermesi bulunduğu ifade ve iddia edilen gıp gri bir durum var.

Bab harekatının Halep meselesine etkisini ve üreyen zanları bir tarafa koyacak olursak, Türkiye’nin Membiç cebinde ortaya koyduğu etki en fazla Suriye ve Esat rejimine yarıyor. Türkiye’nin Membiç cebinde ürettiği etki, tamı tamına Suriye’nin parçalanmasına engel oluyor. Türkiye etkisi olmasa, Fırat’ın doğusundaki PKK ile Afrin PKK’sının birleşmesi durumunda bir daha Suriye’nin bütünlüğünden ve üniter yapısından bahsetmenin mümkün olmayacağını, gerçekçi her stratejik akıl gayet iyi biliyor.

Öte tarafıyla Türkiye’nin Halep konusunda Suriye hükümetine verdiği mesaj çok açık. Genelkurmay Başkanı Sn. Akar NATO Parlamenter Asamblesi’nde; “Halep’le ilgili Türkiye’nin, TSK’nın bir tek mermi attığını ispatlayın, ben istifa ederim. Bu terbiyesizliktir, iftiradır, yalandır, ahlaksızlıktır” ifadelerini kullandı. 24 Kasım’da da Başbakan Sn. Yıldırım konuyla ilgili şu sözleri sarf etti: “Muhataplara tekrar olmaması konusunda en kesin ve net uyarılar yapıldı. Halep’e gitmek, yürümek gibi bir hedefimiz yok.”

Bütün bu taahhütlere ve bunun sahadaki ispatlarına rağmen Türkiye’nin Bab’a yapacağı operasyonu Halep ile ilişkilendirmek ve bunun üzerine bina edilen ‘Suriye rejimine ve Rusya’ya ihale edilen’ bir saldırı üzerinden göndermeler yapmak, ancak fiili oluşumdan rahatsız olan iradelerin inisiyatifine hizmet ettiğini öngörmek gerekiyor. Bu durumda da artık bize, sahadaki bu durumdan kimlerin rahatsız olduğunu bulmak kalıyor. Diğer bir tarafıyla da Rusya ile Türkiye arasında yaşanan yakınlaşmadan kimler rahatsız, bir de ona bakmak gerekiyor.

Suriye Hava Kuvvetleri içinde Irak ve İran’dan gelen mezhebi eksenli pilotlarla menşei belirsiz diğer bazı pilotların olduğu biliniyor. En son, Mısır’dan gelen 15 pilotun da Suriye’ye ulaştığı gelen bilgiler arasında.

Irak’ta Haşdi Şabilerle PKK arasında yaşanan doğrusal ve asimetrik işbirlikleri, Türkiye’de daha yeni yeni konuşulmaya başlandı. Benzer bir işbirliğinin Suriye karasalında nasıl şekillendiği konusunda ise halen hemen hiç bir veri göze çarpmıyor.

Oysa her iki konunun da çok iyi bilinmesi gerekiyor.

Öte yanıyla “Şeytan azapta gerek” 2010’da Bağdat’ta yaşadığımız bir olay aklıma geliyor. Irak 2010 seçimleri sonrasında Türkiye, Irak’ın siyasal yapısının şekillenmesinde çok büyük ve önemli bir etki üretmişti. Türkiye, radikal grupların dışarıda kaldığı: Laik ve ılımlı Şiilerden, ılımlı Sünnilerden, Kürtlerden ve Türkmenlerden oluşan bir hükümetin kurulması için sonuna kadar gayret sarf etmişti. Olmamıştı ama. Sürecin sonunda Allawi karşısında seçimi kaybeden Maliki tekrar koltuğa oturtulmuştu.

Sonucu beraber izlediğimiz Büyükelçinin sözleri hala kulaklarımdadır:

“Amerika ve İran karşısında kaybettik beyler. Ama bu burada kalmayacaktır.”

O günden bu yana köprülerin altından çok sular aktı.

Bir yandan etkiler, kırılmalar, düşmanlıklar derinleşirken, bir yandan da bölgeye müdahil olan ülkelerin tercihlerinde ve yönetimlerinde büyük değişiklikler yaşanmaya başlandı.

Artık, vekalet savaşlarının ve örgütlerinin, dizayn edilmiş kukla yapıların ürettiği vahim sonuçlarını gören ve asimetrik savaşlara karşı olan bir ekiple gelen-ulus devletlerle çözüm arayacağını ifade eden bir Trump’la, Trump’la uyumlu çalışmayı uman bir Rusya ve merkez noktada oturan bir Türkiye fotoğrafıyla karşı karşıyayız.

Ve olası bu fotoğrafın şekillenmese bir adım kala, ortalıkta Suriye üzerinden kurgulanan, planlanan, arzulanan ve Türkiye’nin dahil edilmeye çalışıldığı devletler arası bir savaş senaryosu var.

Her ne olursa olsun, “Soğukkanlı Stratejik Bir Aklın ve Sabrın” hep devrede olması gerekiyor.