​SYKES VE PİCOT, MANŞ DENİZİ'NDE KARŞILAŞINCA

Halil İbrahim İZGİ
Tüm Yazıları
Tarihin garip bir mizah anlayışı var. Mesela... Siz bir toprak parçasını ikiye ayırıp iki ayrı isim veriyorsunuz.

Tarihin garip bir mizah anlayışı var. Mesela... Siz bir toprak parçasını ikiye ayırıp iki ayrı isim veriyorsunuz. Birinin adı Irak diğerinin adı Suriye olan iki ülke... Haritada cetvelle çizilmiş. Haritacılardan biri Fransız diğeri de İngiliz... Yıllar sonra bu bölünmüş topraklardaki huzursuzluk insanları yerlerinden yurtlarından söküyor ve çaresiz kalanlar soluğu Fransa ve İngiltere arasındaki topraklarda arıyor. Uluslararası hukuku bilmem ama ilahi adalete uygun durum. 

Günümüze gelelim. Sonra yine geçmişe uğrarız. Belki biraz daha uzak geçmişe.. 

Calais, Fransa’nın kuzeyinde bir şehir. Manş Denizi’nin Fransa kıyısında yer alıyor. Avrupa’nın en kuzeydeki mülteci geçiş güzergahlarından biri aynı zamanda. Buradaki mülteci kamplarının kapatılması ve mültecilerin zaten kötü olan hayat şartlarının daha kötüleşmesini beraberinde getirdi. Mülteciler buraya yaşamak istedikleri için gelmiyorlar. Kendilerini daha kuzeye yani İngiltere’ye ulaştıracak bir yolculuğun geçiş noktası burası. Daha da ileri gidip İngiltere’de mülteci olarak kalmak istiyorlar ama geçiş maceraları İngiliz makamları tarafından engellendiği için orada sıkışıp kalıyorlar. Calais’te sayıları 400’e yaklaşan mültecilerin yüzde 70’inin 18 yaş altında olduğu tahmin ediliyor. Bu çocukların veya gençlerin en temel ihtiyaçları arasında yeme ve barınma geliyor. Bir de sağlıklı ortamda temizlenmeleri. Yoksa hasta olurlar. Sıkışıp kalan bu insanlara sıcak yemek veren insaf sahibi kişiler var. Sıcak su ile duş almalarını temin eden gönüllüler de var. 

Ancak belediye başkanı tüm bu hizmetleri engelleyen bir karar alıyor. Yani bugün itibariyle mültecilere sıcak yemek dağıtmak ve banyo hizmeti sağlamak yasak. 

Bu Calais nasıl bir yerdir ki bu kadar merhametsiz olabiliyor diye bakayım dedim. Gördüm ki tarih boyunca istilalara maruz kalmış. Uzun süren kuşatmalar yaşamış. Açlıkla yüz yüze geldiğinde, dayanamayıp şehri teslim etmek zorunda kalmışlar. Yüzyıllar öncesinden bahsediyorum. Şehri istila etmek isteyenler ise suyun öte tarafındaki İngilizler. Yani tehlike şu anki mültecilerin atalarından gelmemiş. 

Aradan yüzyıllar geçmiş ve 2. Dünya Savaşı yaşanmaya başlamış. Almanlar şehri ele geçirmişler ve buraya V1 ismini verdikleri uzun menzilli füzelerini konuşlandırmışlar. İngiltere topraklarını işgal ettikleri Fransa topraklarından vurmuşlar. 

Orada bir korku var ve Calais halkı korkmakta haklı. Ama korkması gereken kişiler mülteciler değil. Mesela yasağı getiren belediye başkanını koruyan polislerden biri siyahi. Fotoğrafta görülüyor. Muhtemelen babası ya da dedesi mülteci olarak Fransa’ya gelmiş birisi. Güvenliği sağlamak için becerisine ihtiyaç duyuluyor. 

Avrupa’yı geçen yüzyıllarda mahfeden tüm istilalar kendi içinden kaynaklandı. Gelen göçmenler istila etmek yerine çöküşe geçmiş ekonomileri canlandırdılar. Doğum oranları arttı, hizmet sektörü canlandı. Almanya için de, Fransa için de ve İngiltere için de aynı şeyden söz edebiliriz. Avrupa şimdi yeniden bir bunalımın eşiğinde ve haklı korkuları için yanlış adreslerde çözüm arıyor. 

Yapısal problemlerini Yahudi düşmanlığı ile örtmeye çalışmak Avrupa’nın tarihinde kara bir leke olarak yazıldı. 

Avrupa günahlarının bedelini hep sonradan ödemeyi tercih eder. Bugün içine düştüğü mülteci krizi de geçmişten kalan hesabın mirasçılar tarafından tahsil edilme şeklini gösteriyor. 

Sykes ve Picot, Osmanlı’yı dilimlere ayıran planlarını yaparken bugünleri görseler yine aynı basiretsizlikle davranırlar mıydı? Muhtemelen evet. Çünkü yarının problemlerinin tohumları bugün aynı Avrupa tarafından iştahla atılıyor. Mark Twian’in dediği gibi, tarih kafiyeyi seviyor...