Vakıf Katılım web

TARAFIN TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ

Dr. İlhami FINDIKÇI
Tüm Yazıları
Yerel seçimler yaklaştıkça birey ve toplum düzeyindeki ayrışma, gruplaşma ve karşıt olma duygusu, derinleşerek yayılıyor. Ötekinin hakkına ve düşüncesine tahammülsüzlük, kırk yıllık dostları ayırıyor, toplumu bir ve bütün kılan çatıya zarar veriyor.

Seçim öncelerinde yaşanan bu durum, sosyal medyanın da etkisiyle bireyleri tercih yapma davranışının ötesinde koyu bir taraf olma davranışına sürüklüyor. Oysaki hangi uçta olursa olsun taraf olma aşırılığı, bireyi adeta kör ve sağır hale getirir. Siyasi tercihini, demokratik mücadele zemininden çıkararak, kişisel bir takıntı haline getiren, kendinden olmayanlara tahammül edemeyen ve sonuçta her şeyi iyi ya da kötü gören uçlar, bilerek ya da bilmeyerek bu ülkeye zarar veriyor.

Hayatımızın her anına eşlik etmeye başlayan ve sosyal medyada birbirleriyle haberleşen, paylaşımlar yapan çeşitli gruplar var. Aynı ilkokulun mezunları, aynı ailenin bireyleri, çocukları aynı sınıftaki veliler, aynı kurumun çalışanları, aynı teşkilatta bulunanlar, dernekler, vakıflar… Yüz yüze iletişim ve etkileşimdeki daralmayı, dâhil olduğumuz sanal gruplardaki varlığımızla telafi etmeye çalışıyoruz. Giderek bireyselleşen ve içe dönük hale gelen kişisel yaşamı hareketlendirmek ve kendini ifade ihtiyacını gidermek için sosyal medyada yer almak, takip etmek ve edilmek, ciddi bir uğraş oldu günümüz insanı için.    

Sosyal Medya Grupları

 Bazı sosyal medya gruplarındaki aşırı uçların, grubu asıl amacının dışına çıkararak sadece kendi görüşlerine, menfaatlerine, taraflarına, takıntılarına hizmet eden bir platforma çevirmeleri, kıyasıya bir mücadeleye neden oluyor. Böylece kişisel görüşlere tahammülsüzlük üyeleri birbirlerinden koparabiliyor. Zihin kapılarını, kendi doğruları dışındaki görüşlere kapatmaya yol açan taraf olmanın koyuluğu, sanal ortamdaki grupları bir arada tutan asli amacın önüne geçerek birlikteliği bozuyor.

Demokrasinin gereği olarak farklı düşüncelere sahip olmamız, bir tarafımızın olması ve farklı tercihlerde bulunmamız normaldir. Ama yine demokrasinin gereği olan ‘birbirimizin haklarına ve düşüncelerine saygı gösterme’ ilkesini davranışa dönüştürmede giderek zorlanıyoruz. Bunun temel nedeni ‘hak’ kavramına yüklediğimiz anlamdaki erimedir. ‘Hak’ kavramının hayatımızın pratiğinde erimesi, birbirimizle ilişkileri zayıflatarak insani değerlerimizin aşınmasına yol açıyor.

Bunun içindir ki peygamberler, filozoflar, bilim insanları ve liderlerin, insana dair söylemlerinin özünde hak kavramı yer alır. Çünkü bu uçsuz bucaksız âlemde her varlık, hakkıyla vardır. Varlık hakkı, hak da varlığı temsil eder. Bir anlamda her varlık, hak kavramının yeryüzündeki iz düşümüdür. Konu canlı ve insan olunca hak, çok daha büyük bir anlam ve önem kazanıyor.

Varoluşun Özündeki Hak

Yeryüzünü, bir eğitim ve öğrenme alanı olarak görmemiz, bu âlem üniversitesinin bir kurucusu, âlimi ve koruyucusu olduğunu ve bu sistemin merkezinde hak kavramının yer aldığını hiç unutmamamız, bugün çok daha büyük önem kazanmıştır. Bunun bir sonucu olarak insanın en önemli ihtiyacı, varoluşuna ve varoluşun özündeki Hakka duyduğu aşktır.

Canlı, cansız bütün varlığa hakkını teslim etmenin, var oluşlarından dolayı onlara saygı duymanın, toplumsal genetiğimizin ayrılmaz bir özelliği olduğu hatırlanmalıdır. Tarafımız ne olursa olsun, ötekinin hakkına duyduğumuz saygı ve onunla birlikte yaşama becerimiz oranında insan olduğumuz unutulmamalıdır.

Dünyanın yeniden yapılandığı bir dönemde aile ve eğitim kurumlarında bizi güçlü kılan temel insan hakları konusundaki hassasiyetin daha güçlü biçimde yaşatılması yanında evrensel değerlere erişmek ve bilimsel araştırma alanında da yol almak durumundayız. Ve nihayet bütün farklılıklarına rağmen ailemizdeki, işyerimizdeki, sosyal medya grubumuzdaki insanımızı ötekileştirmeden birlikte yaşama azmimizi güçlü tutmak zorundayız.