TASAVVUF AĞRI KESİCİ DEĞİLDİR

Doç. Dr. Can CEYLAN
Tüm Yazıları
Uzmanlarının bile büyük bir dikkatle okudukları "tasavvuf klâsikleri"ni, atıştırmalık çerez veya patates cipsi gibi yiyenler, kurtulmak istedikleri baş ağrılarını, psikiyatrik vaka hâline getirdiklerinin farkında değillerdir.

Ramazan değil Şeb-i Arus değil, nereden çıktı bu tasavvuf konusu diyebilirsiniz. Küresel salgın başladığından beri orta ve kısa vâdeli gündem konuları hem ulusal hem de küresel anlamda çok hızlı değişiyor. Hatta bu gündem günlük veya saatlik konular olarak da gelişebiliyor. Mesela geçen haftalarda günün ilerleyen saatlerinde sosyal medya devleri Facebook, Instagram ve Whatsapp’ın çökmesi hem iletişim hem de ekonomi alanlarında kısa ama şiddetli dalgalanmalara sebep oldu. Uluslararası borsalarda milyar dolarlık kayıplara sebep olan bu dalgalanma kısa sürede durduruldu ama BİP, Telegram gibi benzer uygulamalarda alternatif hesapların açılmasını engelleyemedi. Yâni eskiden haberlerde çok duyduğumuz ifâdeyle sosyal medyadaki iletişim “servis yolundan kontrol şekilde” devam etti.

Bütün bu kısa vâdeli – hatta anlık – gündem konularının yanı sıra, orta vâdeli gündem konuları da devam ediyor. COVID-19’un sebep olduğu küresel salgını başta olmak üzere orman yangınları, çevre sorunları, kuraklık ve küresel ısınma, ekonomik kriz(!), göçmen ve sığınmacılar gibi konular zaman zaman gündem başlıkları arasında yer alıyor.

Dönemlik gündemler

Pop müziğine “Türkçe sözlü hafif müzik” dendiği zamanlardan kalma bir ifâdeyle mevsimlik şarkılar gibi, yılın belli dönemlerinde ya da aylarında gündem olan konular var. Bu konular, her yıl bu dönemler ya da aylar gelince dolaptan çıkartılan “naftalin kokulu” kışlık kıyâfetler ya da derin dondurucudan çıkartılıp mikrodalgada ısıtılan “hazır” yiyecekler gibi kamuoyuna servis ediliyor.

Bu konuların başında “tasavvuf” gelmektedir. Kiminin dilinde “sufizm”, kiminin dilinde “mistisizm” hatta kimisinin dilinde “hümanizm” olarak karşılık bulan bu konu, herkesin her şeyi bildiği ülkemiz için “ideal” bir gündem konusudur. Hz. Mevlânâ’nın vefâtının sene-yi devriyesi olan 17 Aralık yaklaştığında, sosyal medyada paylaşılmaya bağlanan ama çoğu Hz. Mevlânâ’ya âitmiş gibi altına isminin yazıldığı ve uydurma olan sözler, bu gündem seline yapılan en kolay ve yaygın katkıdır. Ramazan ayında her sene aynı soruları sormaktan bıkmayan seyirciler ve aynı cevapları vermekten bıkmayan konuklar, konu tasavvuf olunca çok da aymaz ve ayarsız olabilmektedir. Yine Hz. Mevlânâ’ya âit olmasa da onun zannedilen “Ne olursan ol gel” sözünü âdeta “icâzet” belgesi gibi kullananlar sayısı her sene artıyor.

Tasavvuf tıbbî bir alan değil

Yaz aylarının sıcak günlerinde kavurucu güneş altında yağlanıp bronzlaşırken okumak için marketlerin kasa bölümündeki raflardan alınan “kişisel gelişim” kitaplarının büyük bir bölümünü oluşturan “sufizm” kitaplarında “slogan” cümleleri serlevhâ zannedenler, benzer ifâdeleri papağan gibi tekrarlayanları televizyonda görünce hemen “iyi” birer dinleyici oluyor.

Kendini “laik-seküler” olarak tanımlayan kesim, hava sıcaklığının uygun olduğu dönemlerine denk getirerek yaptığı “umre turizmi” ikinci defa yapınca “mahalle baskısı” ile karşılaştığı için 17 Aralık gelince Konya’ya gitmek daha tercih edilen bir seçenek hâline gelmiştir. İşin içine etli ekmek başta olmak üzere birçok gastronomik unsur da girince, 17 Aralık’ta Hz. Mevlânâ ziyâretleri “hem ruhsal hem de bedensel” beslenme imkânı sunmaktadır.

Senede bir Anneler Gününde hatırlanan anneler, Babalar Gününde hatırlanan babalar gibi tasavvuf da hasta olunca alınan hap hâline gelmiştir. Sorumluluk almadan özgürlük ve keyif yaşayan nobran zihniyet, tasavvuf çevrelerinden de eksik değildir. Diş çürümesi, damar tıkanıklığı gibi ciddi sorunları ağrı kesicilerce geçiştirmeye çalışanlar, ruhsal sorunlarda da, “çaya gazoza limon” olarak “sohbet” adıyla yapılan ama kahvehâne muhabbetlerini bile aratacak kalitesizlikteki konuşmalar “müşteri” bulmaktadır. Küresel salgın sebebiyle “çevrim içi” yapılan bu “ulvî sohbetler”, artık cep telefonu olan herkesin uzman olarak dinleyici bulduğu faaliyetlerdir.

Birkaç kelime ile makyaj

Bu sohbetleri yapmak çok da zor değildir. Bâzı anahtar kelimeleri kullanan herkes, “tasavvuf sohbeti” yapabilmektedir. Mesela “uygun” yerine “münasip” ya da “câiz”; “ego” yerine “enâniyet” gibi kelimeler yeterli olmaktadır. Bunların yanında “vahdet”, “kesret”, “hidâyet”, “küllî ve cüzî irâde”, “küçük ve büyük cihad” gibi kelimeler de tâkipçi ve dinleyici sayısını arttırmakta kullanılan yem gibidir.

Ağzı laf yapan, bilmese de konuşabilen, dinlediği on dakikalık bir sohbeti birer saatlik on sohbet hâline getirip aktarabilenlerin etrâfında, “bir hap ile baş ağrısını gidermek isteyen” kişiler hemen toplanmaktadır. Bu toplananlar, falcının uydurduğu birçok şeyden işine geleni duyup, falcıya kehânet isnad edenler gibi, laf kalabalığını istedikleri gibi anlamakta ve rahatlamaktadır.

“Fast-sufizm”

Saatler süren otantik yemek sofraları yerine, sipariş verilir verilmez tepsiye konan hamburger ve patates gibi, hemen ve her zaman ulaşılan “sohbetler” ile beslenmeden doldurulan midenin şişmesi gibi, bu kalitesiz sohbetler ruhu doldurarak doygunluk hissi vermekte ama kısa sürede şişkinlik ve hazımsızlığa sebep olmaktadır. Ruhsal sorunlarını ağrı kesici niteliğindeki sohbetlerle gidermeye çalışanlar, şişkinliklerini bir başka ucuz sohbet ile giderme yoluna gidip “fast sufizm” girdabından kurtulamamaktadır.

Uzmanlarının bile büyük bir dikkatle okudukları “tasavvuf klâsikleri”ni, atıştırmalık çerez veya patates cipsi gibi yiyenler, kurtulmak istedikleri baş ağrılarını, psikiyatrik vaka hâline getirdiklerinin farkında değillerdir.

Doz önemli

Tasavvufu keyfe göre alınan ağrı kesici zannedenler, “placebo” etkisi yapan sohbetlere denk geldilerse kendilerini şanslı saymalıdır. Ama gerçek ağrı kesicilerin bir süre sonra bağımlılık yaptığı ve alınan dozun artmasına sebep olduğu unutulmamalıdır. Ağrı kesiciler bilinçsiz kullanıldığında küçük sağlık sorunları, sağlığımızı tehdit edecek boyuta gelebilir. Tasavvufu da ağrı kesici zannedenlerde de durum farklı değildir. Dahası, kişiyi sâdece bedensel değil, ruhsal sağlıktan da mahrum bırakabilir.

Tasavvufu ağrı kesici zannedip, iki Youtube sohbeti dinledikten sonra Hz. Mevlânâ, İbn Arabî okumaya başlamak, reçeteli ilaçları bonibon veya lolipop gibi yemeye benzer. İlaç kullanımı, komşu tavsiyesi ile değil doktor muayenesi ve reçetesi olur. Aksi takdirde, baş ağrısını kesmek bir yana, insanın aklını başından alır ve o başa huni taktırır.