TEVEKKÜL İLE BAĞLAN HAYATA

Ümit G. CEYLAN 28 Şub 2019

Ümit G. CEYLAN
Tüm Yazıları
Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; akıl sır ermiyor. Meydanlar dümdüz ediliyor, öfkeler ellerde patlıyor, yürekler hop hop ediyor.

ŞIMARMAK

Mutluluk ve mutsuzluk endekslerini açıklayıp duruyorlar. Buna şımarıklık endeksi desek daha doğru olacak. Geçen yıla göre mutsuzum diyenlerin oranı 11,1'den yüzde 12,1'e yükselmiş. Medya sürekli mutluluk formülleri pazarlıyor. Sanki bir mutluluk kriteri var ve hepimiz onu elde etmemiz gerekiyor. Birilerinin ambalajladığı mutluluk satılmaya çalışılıyor. Ona ulaşamayan da mutsuz oluyor. Bunu da verilere taşıyorlar. Elimizdekilere şükretmek yerine olmayanlara odaklanıyoruz. Herkesin elinde binlerce liralık cep telefonları var, ama yine de mutsuzluk endeksi artıyor. Demek ki alım gücü artıkça mutsuzluk artıyor. Refah dediğimiz şey hazlarla ölçülemez. Refah insanın içinde huzur bulduğu durumdur. Sümüklü bir çingene çocuğuna vermek üzere cebinde şeker taşıyorsan mutlusun demektir. Gerisi şikayettir. Şikâyette mutsuzluğu, iç sıkıntısını bir arada getirir. Bırakalım mutluluk formülleri vermeye. Herkes kendi mutluluğunu kendi bulsun.

TEVEKKÜL İLE BAĞLAN HAYATA

Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki; akıl sır ermiyor. Meydanlar dümdüz ediliyor, öfkeler ellerde patlıyor, yürekler hop hop ediyor. Şehrin tam ortasında bir karmaşa, her şey birbirine giriyor kimse kimseyi umursamıyor. Nimetin üzerine basılıp geçiliyor. Kuşun kursağına poşet parçası yapışıyor. Kusuyor, gözleri patlarcasına midesinde ne varsa. Satıcı bağırıyor, dilenci yalvarıyor. Mülteci ürkek bakarken, turist baldırı çıplak özçekim yapıyor. Hoparlörden anons ediliyor: “Herkes sığınaklaraaa. Başımıza taş yağacak birazdan.. Acele edin... Bu son alarm!..” Evet heran herşey olabilir.

Derin sessizlik

Orta yaşta bir kadın bankanın önünde yerde yüz lira buluyor. “Şışşşttt! Kimse görmedi. Bugünkü nasibimmiş” diyerek cebine koyuyor. Sonra içini kemiren haris bir sinsilikle evine gidiyor. Bir fakir bulursa parayı ona verecek. Ama bu zamanda fakir mi kaldı? Televizyonda sessiz çığlıklar; yemende çocuklar ölüyormuş. Uygur Türkleri asimile ediliyormuş. Suriye’de zindanlarda kadınlar türlü işkenceler içinde kıvranıyormuş. Şışşşşt! Kimse duymasın dünyada işkence var; bizde ise ilgisizlik ve derin sessizlik. Ama cebimizde yüz lira verecek fakir arıyoruz.

Püf noktası

Makam, mevki bizi çok sevdi. Kim yapıştırmışsa bu koltuğa yapıştırıcıyı aşk olsun. Gözümüz yok ama kurtulamıyoruz. Yapıştırıcıdan kurtulmanın bir püf noktası var mıdır? Soruyoruz ama cevap bulamıyoruz. Sonra gençler neden laf dinlemiyor? Ders çalışmıyor? Adam olmaz bunlar. Biz adam olduk ya! Hocayı ara ki bulasın fakültedeki odasında. Ders zamanı gelirse gelir, sonra acele işim var diye çıkar gider. Zamanı yoktur dinleyecek öğrenciyi. Onun derdi çoktur kim dinleyecek Hocayı... İşin püf noktası hak hukuk meselesidir doğrusu...

Anafor

Kulakları sağır eden tiz bir ses. Bir anda baş döndürücü bir rayiha. Güzel yemekler, sımsıcak yataklar. Baş döndüren güzellikler; evler, arabalar, hanımlar, beyler, elbiseler ve daha bin bir çeşit şey. Anafora yakalanmışız. Geç de olsa anlıyoruz. Beyin devrelerini yakmışız. Sakinleştirici ilaçlar kredi kartı borçlarını ödeyemeyince bir işe yaramıyorlar. Yeniden başlıyor kabuslar, karabasanlar. Başa sarıyor film. Bir tehlike anında insan kurtulmak için beyin devreye girer ve tüm hayatı film şeridi gibi önüne serermiş. Bu filmde tutunacak dalı bulamayan insan isyan eder çığlık çığlığa.

Tevekkül ile

Tevekkülü vird edinmiş bir anne. Ekmek alacak para yok. Çocuklar birazdan kahvaltı ile beslenip okula gidecek. Belki bir yerlerde kuruşlar birikmiştir diye cepler yine karıştırılır. Sonuç; ekmek alacak, yola çıkıp revan olacak, akşama çıkacak para gelecek diye duruma razı olunur. Anne çocukları kaldırır. Kahvaltı hazırlayacaktır. Cam bardakların şıkırtısı duyulurken birden pencere tıklanır. Eski bir dosttan zarf içinde bir selam gelir. Yaradan, bir kulu ile rızasının karşılığını tevekkül zarfı içinde anneye göndermiştir.

İşte hayatın zevki bu acizliğin içindeki teslimiyette saklıdır. Bu sırrı çözenler hayatın tüm karmaşasına yukarıdan bakabilen ve her şeyin geçici olduğu bilinci ile yaşayanlardır.

SENDE BEN

Sende beni görüyorum küçük kız. Sen benim gerçeğim; örselenmemiş, kırılmamış, bastırılmamış halimsin. Bana benden konuşuyor, söyleyeceklerimi söylüyorsun. Kendimi görüyorum sende küçük kız. Yapamadığım tüm yaramazlıkları yapıyor, kuramadığım tüm hayalleri kuruyorsun. Gözlerinde görüyorum kendimi. Sana söz küçük kız! Özgürce sen olacaksın. Ben senin özgürlüğünde yeniden doğacağım. Ben senin tekrar etmeyeceğin hayatında gizli özne olacağım. Eğer izin verirsen küçüğüm kalbinin köşesinde yer edineceğim. 

ARTAN YEMEKLER

Büyük emeklerle pişirip kotardığımız yemekler bazen ertesi güne, ardından diğer güne kalır. Bir türlü yenmez. Sakın atmayın. En kolay şey, artan yemekleri çorbaya çevirmektir. Karnabahar salatanız arttı bir türlü yenmiyor. Hemen öğütücüden geçirip çorba yapabilirsiniz. Çeşitli baharatlarla da tatlandırıp akşam yemeğine mis gibi servis ettiğinizde kimse anlamayacaktır. Bolca sarımsak kullanın. Hem lezzet verir hem de bozulmayı önler.

*Aza kanaat eden çoğu bulur.

HÂKİMİYET

Hâkimiyet ancak nefsimizin üzerinde bir irade gösterebildiğimizde ortaya çıkar. Aksi sadece gösteridir. İnandırıcı değildir, etkili değildir. O yüzden insan öncellikle arzularının esaretinden kurtulacak, vicdanını alacak kuyumcu terazisinde tartacak. Bunun içinde Allah’ın hâkim gücünü ve sevgisine teslim olacak ki nefsini onun iradesine versin. Bu teslimiyetten de hikmet izhar olsun. İşte böyle olunca hâkimiyetin gerçek manası olan iradesini yaratıcının iradesine bağlamaktan zuhura gelen bilgelik meydana çıkar ve etrafını aydınlatır.

Tefekkür kişiye kendi üzerinde hakimiyet imkânı verir; ilim de tabiat üzerinde.
Aliya İzzetbegoviç

"Kütüphanelerimizi unutmamalıyız ayrıca! Birilerine hâkimiyet sağlamanın en kestirme yolu onları kendi medeniyetlerinden koparıp kimliksizleştirmektir. Kitaplarını, tarihlerini, sanatlarını, gelenek ve geçmişlerini ellerinden alırsanız size muhtaç hâle gelirler.”
İskender Pala

Nefsime hâkim olacağım diye uğraşmıyorum. Nefse hakimiyet, tinsel varlığımdan saçılan sonsuz sayıda ışınların rastgele bir yerinde etkili olmayı istemektir."
Franz Kafka

İster kabul edelim ister etmeyelim zamanımızda kuvvet, kelimelerdedir. Hâkimiyet söz söylemesini bilenlere aittir.
Herbert N. Casson

Birikimli ve aydın kişiler olmanız sizin için bir imtiyaz ve ayrıcalık gerekçesi olamaz. Hâkimiyet, şan şöhret ve kaygısız, refah dolu bir hayata sahip olma hakkı da vermez. Aydın olmak sizler için bir vazife, ifa etmeniz gereken bir hizmettir. Sizin göreviniz bir mum gibi yanarak, halkı aydınlatmaktır. Mumu yaktıktan sonra fanus altında tutmazlar, etrafa daha fazla ışık saçması için yüksek bir şamdana yerleştirirler.
Grigory Petrov

Şimdi birbiriniz üzerinde hâkimiyet kurmaya başlarsınız bu artık sevgi değildir politikadır
Osho

DİJİTAL MEDYA

Bir gazete eki daha dijitale dönüşüyor. Çok hızlı bir şekilde yaşanan bu gelişmelere ayak mı uydurmalı yoksa durup beklemeli mi? Ancak web sitesinde dönüşen gazeteleri web formatından açıkçası ben okuyamıyorum. Keyif alamıyorum ve gözlerim yoruluyor. Birde hala en büyük referans tabii ki yazılı basın. Sabah saatlerinde TV programlarında haberler gazetelerin manşetlerinden okunuyor. Köşe yazarları gazetelerden okununca bir anlamlı oluyor. Dijitale geçişin olumlu yönü kâğıt, baskı, dağıtım masrafının sıfır olması. Birde ağaçlar kesilmeyecek diye seviniyoruz ama artık kenevir sadece kâğıt üretimi için özel olarak yetiştirilebiliyor. Çağın gereksinimlerinden kaçamayız, bir şekilde dönüşüm olacak. Ancak haberin ve editoryal gazeteciliğin değeri daha da çok artacak. New York Times, Washington Post ve tüm diğer Avrupa’daki ünlü gazetelerin basımı prestij amaçlı da olsa devam ediyor. Newsweek bir ara basılı yayını durdurdu dijitale geçti. Sonra olmadı yine baskıya geçti bir yandan da dijital devam ediyor. Ben Türkiye’de dijital ile baskının birlikte devam edeceğini düşünüyorum.

OKULLARDA YOGA

Geçenlerde sosyal medyaya bir haber düştü. Ece Vahapoğlu ilkokul ve orta dereceli okullarda yoga dersi vermek için Millî Eğitim Bakanlığına proje sunmuş ve proje kabul edilmiş. Ece Vahapoğlu’nu ilk kez yabancı dil öğrenme metotları üzerine yazdığı kitaptan tanımıştım. Arkasında TV programları yaptı. Kendisini şöyle tanımlıyor; “sağlıklı ve güzel yaşamayı seven bir sunucu, yazar, wellness ve yoga eğitmeniyim.” Bu proje milli eğitim bakanlığı tarafından geçti mi geçmedi mi resmi bir açıklama gelmediği için ihtiyatlı bakıyorum. Ancak bu haberin bahanesiyle fikrimi paylaşıyorum; yeni bir ders konulacaksa bu kesinlikle klasik müziğimize dair uygulamalı dersler olmalıdır. Bir kere her çocuk yeteneği olsun olmasın bir klasik kemençe, ney, tanbur veya başka bir sazımızla bütünleşmeli, hasbihal etmeli. Zira kültürün en önemli taşıyıcı unsuru olan müziğimize çocukları dokundurmak birinci vazifemiz olmalı. Müziğimizin başta ruh sağlığına olumlu etkileri olduğunu biliyoruz. Ancak ehil ellerden işin ruhuna uygun yapılırsa çocuklarımızın dertlerine derman olacağına inanıyorum.