TRANSFER DİLİ VE EDEBİYATI

Mehmet Arif DEMİR
Tüm Yazıları
Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okullarımızdan (BESYO) başlamak üzere sporla, futbolla meşgul veya sporu/futbolu ilgi ile takip eden herkesin bilmesi gereken bir konu olarak yılın belli dönemlerinde ihtiyaç duyduğumuz bir yeni dil/jargon olarak gündemimize giriverdi Transfer Dili ve Edebiyatı mevzuu.

Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okullarımızdan (BESYO) başlamak üzere sporla, futbolla meşgul veya sporu/futbolu ilgi ile takip eden herkesin bilmesi gereken bir konu olarak yılın belli dönemlerinde ihtiyaç duyduğumuz bir yeni dil/jargon olarak gündemimize giriverdi Transfer Dili ve Edebiyatı mevzuu.

Aynı Japon Dili ve Edebiyatı gibi, Türk Dili ve Edebiyatı gibi kendine has alfabesi olan, kuralları ve ana yüklenicileri bize has, yerli ve milli bir sportif branş halinde bundan böyle.

Özellikle İstanbul’umuzun güzide üç büyüklerinden başlayan ve git gide daha alt liglere bile sirayet eden transfer çılgınlığı döneminde söylenilenleri, verilen demeçleri, yapılan hamleleri daha iyi anlayıp anlamlandırmak için temel seviyede –basic- düzeyde de olsa hepimizin bu dile ve jargona aşina olması gerekiyor artık günümüzde.

Uluslararası menejerlik şirketlerinin ve Türkiye’deki partnerlerinin kurguladığı yapay bir dil aslında bu. Aynı “Esperanto” gibi ama onun daha “kıymetlisi” çünkü işin ucunda çil-çil dolarlar, avrolar var bizim cebimizden çıkıp doğrudan bu menejerlerin ve ortaklarının cebine giren.

Bu şirketler o kadar uyanıklar ki; aynı futbolcuyu iki kulübümüze de aynı anda öneriveriyorlar. Kulüplerimizin transfer komiteleri, başkanları daha öneri dosyasını incelerken el altından irtibatta oldukları gazetecilere, sosyal medyadaki bazı etkili hesaplara da bunu duyuruveriyorlar ki taraftarlar kulübü baskı altına alsın diye.

Son transferlerden birisinde yaşadığımız çelişkileri hatırlarsınız. İstanbul’umuzun güzide iki kulübüne de aynı futbolcuyu 4 milyon Avro civarında bonservis bedeliyle teklif ettiler. Kulüpler önce birbirlerinden habersiz olur mu olmaz mı derken ortalığı kızıştırmak için oyucunun daha önceki kulüplerinde attığı golleri, yaptığı artistik hareketleri içeren videolar da sağda solda (youtube, instagram, twitter) dönmeye başladı. Taraftarların cevval grupları hemen bu videolardan kendi prodüksiyonlarını bile sürdüler piyasaya. Ve başladı hararetli bir açık arttırma. O kulübümüz 100 bin Avro, öbür kulübümüz 200 bin Avro derken bonservis bedeli aldı başını gitti. 30 yaşında daha önce hiç Avrupa tecrübesi olmayan, tutup-tutmayacağı bile belli olmayan bir topçuya akıtılan milli servet heba olup gidecek belki de.

Halbuki dünyada futbolcu mu yok? Birbirlerinin talip oldukları oyuncuyla ilgilenmeseler aralarında bir centilmenlik anlaşması olsa belki bu futbolcu bize ikiye, iki buçuğa mâl olacak. Haybeye gitmeyecek milyon Avrolar oraya, buraya.

Zaman zaman böyle centilmenlik anlaşmaları yapıyorlar ama “karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” hesabı tövbelerine uymaları mümkün olmuyor. Neden? -hırsları gözlerini bağlıyor da ondan.

Transfer Dili ve Edebiyatı’nın şaşmaz dersleri, en ağır bölümleri ve hatta “Divan Edebiyatı” ağırlığındaki örnek metinleri hep bizde yaşanıyor. Katar ve Körfez Ülkelerinde bile böylesi yaşanmıyor çünkü onlarda para çok, petro-dolarları nereye saçacaklarını/süreceklerini –şimdilik- bilmez haldeler. Ama bizde öyle mi ya. Ziraat Bankası önderliğindeki konsorsiyumla imzaladıkları borç yapılandırma anlaşmasının imzası kurumadı daha. Bu ziyan olan milyonlar kamu bankalarının kaynaklarından finanse ediliyor. Kamu kim? Kamu biziz elbette. Giden aynı zamanda bizim de paramız. Uyanalım artık lütfen.

Her dersten bütünlemeye kalalım ama bundan kalmayalım, açalım gözümüzü sonra çok geç olacak.